ABD’nin yeni dönemde Rusya karşısında daha agresif bir politika izleyeceğinin ilk somut örneğinin sergilendiği coğrafya Karadeniz ve bu bağlamda Ukrayna oldu.
Açık kaynaklarda yer alan haberlerde, Rusya ile Ukrayna arasında yeniden artan gerilimin nedeninin 4 Ukraynalı askerin Rusya yanlıları tarafından öldürülmesi ve Rusya’nın Ukrayna sınırına yığınak yapması olduğu söylendi.
Ancak asıl meselenin Rusya’nın Karadeniz üzerinden çevrelenmesi ve rahatsız edilmesi, Karadeniz jeopolitiğinin ABD ve NATO lehine dönüştürülmesi, Karadeniz’deki enerji denkleminde ABD’nin de söz sahibi olmak istemesi ve Türkiye-Rusya ilişkilerinin zedelenmesi, mümkün ise bozulması ile bağlantısı bulunuyor. Bu gerekçelere Türkiye’nin ABD tarafından kuzeyden çevrelenmesini eklemek de mümkün.
Karadeniz, Rusya’nın Baltık Denizi ile birlikte yumuşak karnını teşkil ediyor.
Meseleye geçmişten gelen bir perspektif ile bakıldığında;
- SSCB’nin dağılma sürecinde Gorbaçov’a verilen NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği sözüne rağmen NATO’nun 1994 yılından itibaren genişlemeye başladığını,
- 2003 yılında “Gül Devrimi” ve “Turuncu Devrim” ile Gürcistan ve Ukrayna’da iktidarın ABD yanlısı siyasetçilere geçtiğini,
- 2004 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın NATO’ya üye olduğunu,
- 2006 yılında Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğinin gündeme geldiğini,
- 2007 yılında Romanya ve Bulgaristan’ın AB’ye üye olduğunu,
- 2008 yılında Rusya’nın, NATO’ya komşu olmak istemediğini, Gürcistan ve Ukrayna’nın (NATO’ya) üyelik başvurularının kabul edilmesinin Avrupa’nın mevcut güvenlik sistemine yönelik ciddi sorunlar oluşturacağını açıkladığını,
- Aynı yıl Rusya’nın, Osetya’ya giren Gürcistan’a askeri müdahalede bulunarak Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlıklarını ilan etmelerini sağladığını,
- 2014 yılında Ukrayna’da ABD ve AB tarafından desteklenen olaylardan sonra Rusya yanlısı Yanukoviç’in devrilmesinin ardından Rusya’nın Kırım’ı ilhak ederek Karadeniz hassasiyetini sürdürdüğünü,
- Rusya’nın 2016 yılında yayınladığı “Ulusal Güvenlik Stratejisi”nde, NATO’nun askeri gücünü artırması ve RF sınırlarına yaklaşması ile ABD tarafından tesis edilen Füze Savunma Sistemi’ni ulusal çıkarlarına yönelik bir tehdit olarak gördüğünü açıkladığını,
- 2018 yılında ise Rusya’nın Azak Denizi’ne girmek isteyen Ukrayna botlarına karasularını ihlâl ettikleri gerekçesiyle el koyduğunu, bu krizin ardından Kırım bölgesindeki S-400 batarya sayısını artırarak, bölgede ilave savaş uçağı konuşlandırdığını hatırlamak gerekiyor.
Özetle, ABD, AB ve NATO’nun Romanya ve Bulgaristan açılımlarının ardından Karadeniz’e yönelik olarak 2008 ve 2014 yıllarında gerçekleştirdikleri iki girişiminden ilkinin Gürcistan aleyhine Osetya ve Abhazya’da mevcut durumun oluşması, ikincisinin Ukrayna’nın aleyhine Kırım’ın ilhakı ile Luganks ve Donetsk bölgelerinde ayrılıkçı hareketlerin gelişmesi şeklinde sonuçlandığı görülüyor.
Diğer taraftan Rusya’nın 2014 yılından itibaren Karadeniz’de silahlandığı, sahillerini alan erişiminin engellenmesini (A2/AD-Anti Access Area Denial) ) sağlayacak sistemler ile donatırken bölgede denizaltılar ve uzun menzilli güdümlü mermiler ile donatılmış gemiler konuşlandırdığı, Karadeniz’i Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri için bir geçiş notası olarak kullandığı da biliniyor.
Geçmiş, Rusya’nın Karadeniz konusundaki gelişmeler kapsamında yüksek hassasiyet gösterdiğini ve fiili müdahaleden kaçınmadığını, gelecekte de bu hassasiyetini sürdüreceğini gösteriyor. Özetle, Karadeniz’de Rusya’nın test edilmesinin olumsuz sonuçları olması ihtimali çok yüksek.
Rusya’nın bu tutumuna rağmen ABD’nin Karadeniz’e herhangi bir kısıtlamaya tabi olmaksızın girebilme ve bu denizde sürekli konuşlanabilme konusundaki ısrarı devam ediyor.
Eskiden beri süren bu ilgi özellikle 2014 yılındaki NATO Varşova Zirvesi’nde Rusya’nın yeniden potansiyel tehdit olarak algılanmasının ardından artmaya başlayarak 2016 yılından itibaren en üst seviyeye çıkmış durumda.
ABD Baltık coğrafyasında NATO üzerinden “Geliştirilmiş İleri Mevcudiyet (eFP-Enhanced Forward Presence) tedbirleri kapsamında arzu ettiği şekilde konuşlanmış durumda. Benzer şekilde, “Uyarlanmış İleri Mevcudiyet (tFP-Tailored Forward Presence)” tedbirleri kapsamında yine NATO üzerinden Karadeniz’de ayrı bir yapıyı zorluyor.
ABD, yeni soğuk savaş dönemi arifesinde, bu tedbirlerin arzu ettiği seviyeye gelmesine kadar geçecek zaman içerisinde, kendi unsurları ile Karadeniz’de mümkün olduğu kadar fazla zaman geçirmek istiyor ve bölgede deniz unsurlarının yanı sıra hava unsurları ile ABD kalkışlı stratejik bombardıman görevleri de yapıyor.
ABD ve NATO’nun Karadeniz’deki yapıyı dönüştürme gayretlerinin bir başka vasıtası ise Ukrayna ve Gürcistan’ın önce NATO ardından AB üyelikleri. NATO’nun geçen yılın Nisan ayında Ukrayna ve Gürcistan için bir destek paketi üzerinde anlaştığı, bu paketin eğitim hususlarını, müşterek tatbikatların icrasını ve her iki ülke ile NATO arasında hava radar verilerinin paylaşımını içerdiği biliniyor.
AB ise Ukrayna ve Gürcistan’ın üyeliklerine biraz daha temkinli yaklaşıyor. Bu noktada Rusya’nın tepkisinin çekilmemesinin de hesaba katıldığı anlaşılıyor.
Ukrayna ise hem NATO’ya hem de AB’ye üye olmak için sıklıkla çağrıda bulunuyor ve perspektifi önümüzdeki 5-10 yıllık süreçte bu üyelikleri gerçekleştirmek. NATO’ya kabul edilmesi için yaptığı çağrılara kulak verilmediği takdirde nükleer silah edinme çabası içine girebileceğini de açıklayan Ukrayna’nın dış ilişkilerinde bu desteği almak üzere konumlandığı bir sır değil.
NATO’da üst seviye görevler yapmış bulunan ABD’li eski komutanlar da konuyu irdeleyen makaleler ile Karadeniz’i sürekli gündemde tutuyorlar. Bu çerçevede, ABD’nin bölgede var olması ve bölgedeki liderliğin bir parçası olması gerektiğini ifade ediyorlar. AB ve NATO’nun, ABD’nin bölgeye yönelik diplomatik çabalarının tamamlayıcısı olduğuna dikkat çekiyorlar. Yeni ABD yönetiminin Karadeniz’i diplomatik ve ekonomik olarak da odaklanılması gereken, önemli bir bölge olarak görmesi gerektiğini söylüyorlar.
Yeni ABD yönetiminin Rusya’ya yönelik sertleşen söylemleri, ABD unsurlarının Karadeniz’deki artan varlığı bu hususların ABD yönetimi tarafından değerlendirildiğini ve dikkate alındığını gösteriyor. Bu yazılara ilişkin değerlendirmelerimizi daha önce bu köşeden dikkatlerinize sunmuştuk.
Rusya ile Ukrayna arasındaki gerginliğin bir diğer hedefi ise Türkiye-Rusya ilişkileri. Bu ilişki sonucunda hayata geçirilen, ABD ve AB’nin çıkarlarına hizmet etmeyen, geleceğe yönelik örnek teşkil etme potansiyeli de bulunan Astana süreci ve potansiyel benzeri süreçler. Yani bölgesel işbirliği mekanizmaları.
Bu anlamda Rusya ve Ukrayna arasındaki gerginliğe çok dikkatli şekilde yaklaşılması, sürecin üçüncü tarafların bu krizi Türkiye aleyhine bir fırsata dönüştürmelerine imkan tanımayacak şekilde yönetilmesi gerekiyor.
Sonuç
Ege, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Suriye’nin kuzeyindeki yaşamsal çıkarlar, Türkiye’nin herhangi bir sorun yaşamadığı Karadeniz’de, tarafı olduğu bir gerginliğe ihtiyacı olmadığını açık şekilde gösteriyor.
Öte yandan Karadeniz’deki güç mücadelesi de şiddetlenerek devam ediyor.
Mevcut durum; Karadeniz’deki bu güç mücadelesine itidalli şekilde yaklaşılmasını, gerginliğin azaltılmasını ve bölge dışı aktörlerin Karadeniz’e müdahalesinin asgari seviyede tutulması dikte ediyor.
Bu durum sürecin ince bir diplomasi ile yönetilmesini gerektiriyor.
Bu ince diplomasinin en önemli vasıtaları Türkiye’nin ve Karadeniz’in güvenliğini esas alan, bu kapsamda Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazından geçiş rejimini düzenleyen “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” ve Karadeniz’de güvenliğin kıyıdaş ülkeler tarafından sağlanması gerektiğini ifade eden “Bölgesel Sahiplik” prensibi.
Mevcut durumda “Montrö Boğazlar Sözleşmesi” ve “Bölgesel Sahiplik” ilkesinin yol göstericiliğinde, gerginliğe taraf olmaktan çok, Rusya ve Ukrayna arasında sorun çözen ve taraflar arasındaki ilişkileri onarmaya gayret sarf eden bir pozisyonda kalınması, her iki ülke ile ilişkilerde bu durumun gözetilmesi, Karadeniz’in soğuk savaş döneminde bile büyük gerginliklere sahne olmayan yapısının idame ettirilmesi en iyi hareket tarzı olarak öne çıkıyor.
Bu çerçevede Montrö’nün tartışılmasına yol açabilecek söylemlerden, Türkiye’yi gerginliğin tarafı yapabilecek adımlardan sakınılması gerekiyor.
Mevcut durum aynı zamanda Karadeniz’de bölgesel işbirliği mekanizmalarının canlandırılması ve işletilmesi için her fırsatın kullanılmasını, Karadeniz’deki her türlü askeri varlığın azaltılmasının tüm taraflara yönelik diplomatik temasların bir argümanı olarak gündeme alınmasını zaruri kılıyor.
Karadeniz’deki gelişmelerin, Ege, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Irak ve Suriye’nin kuzeyindeki yaşamsal çıkarlarımızla birlikte değerlendirilmesi, gerginliğin ancak bölgesel işbirliği ile önlenebileceğinin hatırda tutulması gerekiyor.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.