NİLGÜN YAMANER

Yeşim Yeliz Egeli

 

Adaletin çelikten kalesi NİLGÜN YAMANER

En büyük haksız rekabet dürüst olmaktır, ben her şeyi dürüstlükle söylerim diyen Nilgün Yamaner, denizcilerin hem güvendiği hem de çekindiği bir isim. Kimsenin ‘karşı tarafın avukatı’ olarak karşılaşmak istemediği Yamaner, deniz hukuku alanında öncü bir role sahip. Bir kadının fırtınalı limanlarda neler yapabildiğinden, kaçırılan gemiye ip merdivenle tırmanmaya kadar pek çok anıyı okurken, denizciliğin nerden nereye geldiğine tanıklık edebilirsiniz
[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
1952 yılında Ayvalık’ta doğan Nilgün Yamaner çocukluğunu bu harika yerde geçirmiş. “O günlerde Fransız Rivierası’ndan hiçbir farkı yoktu” dediği Ayvalık’ta Cumhuriyet Baloları’nda, bisiklet üzerinde, taş evler arasında geçirilen çok medeni, çok mutlu bir çocukluğu var. Cunda Adası’na gittiğimde hayran kaldığım Taşkahve ise kız kardeşininmiş. Nilgün Yamaner ile çocukluğunu konuşurken, Taşkahve’de oturup soluklanınca alacağınız keyfi alıyorsunuz. Yaptığımız söyleşi boyunca Ayvalık’ın deniz kokusu ve meşhur rüzgarı da bize eşlik etti. Nilgün Hanım Girit ve Midilli’den göçen bir ailenin Türkiye’de doğan iki kızından biri. Hayatının ilk yılları acılı mübadele öykülerini dinleyerek geçmiş. Dedesi ise Giritli bir Akdeniz tüccarıymış. Elinde dedesinden kalan, tarihe kayıt olarak düşülebilecek belgeler olduğundan, ileride bir gün bu belgeleri kitap haline getirmek ruhu gibi bir emanet… Ailesi kendini hep Girit’e ait hissetmiş. Evde Rumca konuşulduğu için küçük yaşta Yunanca öğrenmiş. Çok medeni bir kent kültürünün içinde yetişme fırsatı bulmuş. Öyle ki anneannesi, “bir kız çocuğu evde piyanosuz büyümez” dermiş. Girit kültüründe kadın tarafının daha dominant olduğunu gözlemlese de babası ile ilişkileri de sorunsuz geçmiş. Vefat eden babasını anlatırken her güzel özelliğini babasına benzettiğini söylüyor. Ayvalık’ta taştan bir konakta geçen çocukluğun ardından lise çağında İstanbul’a gelmiş. Çamlıca Kız Lisesi’nden olmanın da hayat boyu faydalarını görenlerden. Mezun olmasının üzerinden 40 yıl geçmiş ama arkadaşlarıyla ilişkisi hâlâ devam ediyor. Giritlilik ile Çamlıca Kız Lisesi’nin etkilerini kişiliğinde birleştirmiş. Kendini, bir “aranesil” olarak tanımlıyor ve aynı jenerasyondan geldiği kişilerin annelerinden saçını süpürge edecek fedakarlık duygusunu, eğitimlerinden ise modern yaşamı öğrenerek daha başarılı olduklarına inanıyor.
Lise bitmeden daha 15 yaşında hayatında önemli olacak bir tanışma var. Yaz tatilinde komşularının torunu ile selamlaşmaları ile başlayıp süregelen romantik bir öykü bu! Çanakkale’den İzmir’e yürüyeceğiz diye yola çıkan ve küçük bir mola için Ayvalık’taki yakınlarına uğrayan 3 inatçı gençten biri gelecekte hayatındaki en önemli kişi oluyor. Bisiklet sırtında gezmeler, kent kültüründen gelmeler bir yanda dursa da, dönemin genel etkisini de hissederek, ülkeyi kurtarma sorumluluğunu üzerinde hisseden gençler olarak yetiştiği bir gerçek. Bunun sonucu olarak, okulda liseler arası yardımlaşma derneğinde aktif şekilde yer alıyor. Çamlıca Kız Lisesi adına katıldığı yardımlaşma derneği toplantılarında Robert Kolej’den Cüneyt Ülsever, Galatasaray Lisesi’nden bugün tiyatrocu olan Tarık Pabuççuoğlu gibi önemli isimler de var.
Lisede fen bölümünde… Üniversite seçme zamanı gelince, bir fen mezunu olarak, dişçilik bölümünü seçiyor. Devam zorunluluğu ve el becerisi isteyen bir bölüm bu. Dersler de çok sıkı. Ayvalık’ta tanıştığı erkek arkadaşı, daha sonra da eşi olan Cihan Bey ise Hukuk Fakültesi’nde okuyor. Dişçilikte okuyanlar çok ağır dersler ve okulda bulunma zorunluluğu çekerken iktisat, hukuk gibi bölümlerde devam zorunluluğu yok. Üç kuşak hukukçu bir aileden gelen erkek arkadaşı nedeniyle derslere girip çıkınca bir bakıyor ki dişçilik ona çok sıkıcı gelmeye başlamış. İlk sene yol yakınken tekrar üniversite sınavına giriyor ve hukuk fakültesine başlıyor. Kendisi mutlu olsa da, bu tercih babasının hiç hoşuna gitmiyor. Babasıyla ilk kavgası da bu seçimi oluyor. Ama aileyi tedirgin edecek asıl büyük karar 19 yaşında, daha Hukuk Fakültesi’nin ilk senesinde, evlenmek istediğini söylemesi. Babası, “okula devam edecek misin” diye sorup olumlu yanıt alınca, okul bitene kadar harçlık vermeyi sürdürüyor.  Evlilik izni çıksa bile iki öğrencinin çalışmadan ayakta kalabilmesi zor. Çok sınırlı gelirle, mütevazı ama renkli bir hayat yaşamaya başlıyorlar. Kulağa eski Türk filmlerindeki, “Fakirdik ama mutluyduk” repliği gibi gelse de, yaşananlar ülkenin gerçeğinden hiç farklı değil. Az parayla yaşadıkları, eşinin yaptığı çevirileri daktilo etmeye çalıştığı günler, Anadolu Yakası’nda ucuz bir evde otururken okula gidip gelmenin zorluğu, rutubetli küçücük bir mekanda yaşamak madalyonun bir yüzü; bütün dostların çat kapı girip çıktığı neşeli bir ortamda olmak, özgürlük, sevgi, sinemalar, kitaplarla kendini yetiştirebilme imkanını yakalayarak mutlu olmak ise diğer yüzü…
1970 yılında evlendiği Cihan Bey de Midilli, Rodos göçmeni bir ailenin çocuğu. Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’e destek veren ailesi önce İzmir’e, oradan Ayvalık’a ve en sonunda Cihan Bey Galatasaray’da okuyabilsin diye İstanbul’a taşınıyor. 1974 senesinde, Nilgün Hanım anne olmaya karar verdiğinde artık kaloriferli bir eve geçmek şart oluyor. Cihan Bey üniversiteyi ve stajını bitirince de oğulları Umut dünyaya geliyor. Cihan Bey Ticaret Bakanlığı’na bağlı Sigorta Murakebe Kurulu’nda işe 1200 lira gibi oldukça iyi bir maaşla başlıyor. İş nedeniyle Gümüşsuyu’nda az da olsa deniz gören bir daireye taşınılınca, artık herşey eskisinden de iyi gözüküyor. Evde yine sürekli dostlar, gelip giden arkadaşlar var. Nilgün Hanım’ın deyişiyle, sürekli bir kabul günü durumu. 1976 yılında Nilgün Hanım ikinci çocuğuna hamileyken, karnı burnunda üniversiteyi bitirmeye çabalıyor. Okulunu uzatmış iki çocuklu bir kadının mezun olacağına, iş hayatına gireceğine kimse ihtimal vermiyor tabii. Bu arada Cihan Bey işinden memnun olsa da siyasi kadrolaşmadan rahatsız. Bakanlıktaki iş bitiyor ve akademisyenlik başlıyor. Bu Nilgün Hanım’a çocukların sorumluluğunu eşiyle paylaşma şansı vereceğinden iyi bir haber. Eşi dersi olmayan günlerde çocukların bakımını üzerine alınca, Nilgün Yamaner de kayınpederinin yönlendirmesi ile Nezih Sanal’ın Hukuk Bürosu’nda staja başlıyor. Büroda Nezih Bey’in dışında deniz hukukunun duayenlerinden rahmetli Gündüz Aybay da var. Böylece zaman içinde çocuklar yuvaya, Nilgün Hanım iyi bir ekibin yanında giderek daha da ısındığı deniz hukuku alanında avukatlık yapmaya…

Hopa Limanı’nda Fırtına’da bir kadın!
Avukat olmak genç bir hanım için zor bir iş. Hele de olay farklı kültürden erkeklerin oluşturduğu bir dünyada, insanın daha önce hiç yaşamadığı şehirlerde ve karmakarışık buz gibi limanlarda geçiyorsa… “İlk kez Hopa Limanı’na gittiğimde inanılmaz bir şeyi başardım. Yanlış hatırlamıyorsam 1982 senesiydi. Tam İran-Irak Savaşı zamanı, bir problem çıktı. O tarafa dünyanın her yanından bol bol malzeme gidiyor. Bizim kapılar açık. Limanlar o kadar dolu ki Karadeniz’e geliyor. Lojistik şirketleri kuruluyor ama malları alıp kayboluyorlar. O zaman da PKK Güneydoğu’da yavaş yavaş oluşmaya başlamış. Öyle bir dönemde bizim bir gemimize navlun ödendi, getirip bütün malı Hopa Limanı’na bıraktı, ondan sonra gemi yok oldu. Yeni birisini bulmamız lazım. Ödenmiş navlunları bir daha ödememiz, taşımamız gerekiyor. Ben Trabzon’a varınca kalmak için otele gittim. Bir oda rica ettim, ‘avukatım’ diyorum yüzüme bakıyorlar. Ben de çok gencim o zamanlar… İki-üç gün, bana “Beyefendi nasıl?” deyip durdular. Taksiyle Hopa’ya gittim. Orayı her gün sel basıyor. Yollar kapanıyor! Bu heyelanın içinde gittim, o malları buldum. Hopa’da hiç kimseyi tanımıyorum, notere gittim. Şimdiki parayla elimde 300 bin dolar gibi bir para. Notere ‘Elimde bu kadar para var, bu yük İran’a taşınacak ama navlunu sana vereceğim, yarın sabah sana transfer edeceğim. Sana CMR senedi diye bir kağıt verecekler, sana bu CMR’yi verene ton başına şu kadar para vereceksin’ dedim. Duyanlara inanılmaz geliyor ama tam olarak notere taşıma yaptırdım. Nasıl bir iradeyle gittim notere bilmiyorum. Bugün olsa yaptırmam herhalde. Cahil cesareti! Arkadaşlarım hâlâ bu olayı ‘Hopa Limanı’nda yağmur altında, yolu kapalı bir yerden mal taşıttın, delinin tekisin’ diye anlatırlar. 80’li yıllarda Hopa Limanı’nda bir kadına rastlamak ne mümkün! Gümrüğü darma duman ettim. İşi halledip geldim. Böyle çok şeker maceralarımız var. Armatörler ofise gelirlerdi, toplantı yapardık. Bana anlatacaklarına Cihan’a anlatırlardı. Halbuki işi yapan benim. Şimdi bunlar aşıldı. İnsanlar kadınların bu tarz işlere girmelerini daha az yadırgıyorlar artık.”
İki çocuklu bir hanımın iş hayatında başarılı olmasının sırrı nedir? Herhalde kadın kimliğini mazeret olarak ortaya çıkartmaması… Yaptığı işte başarılı olmanın bedeli, başkalarının davalarını üzerine alıp büyük küçük demeden her işi kendi işiymiş gibi takip etmek… Nilgün Yamaner’in en önemli özelliği ise Deniz Hukuku gibi bir alanda çalışmayı seçen ilk isimlerden olması. Yamaner sektöre girdiği ilk yılları, “Bizim sektörümüz erkek egemen bir sektör. Şimdilerde bakıyorsunuz denizcilik alanında bir sürü genç bayan avukat var. Ama geçmişte deniz konusunda çalışan bayan yoktu. Beyhan Niltipi diye bir hakim hanım vardı. Ondan sonra ben geliyorum. Sektöre girdiğim ilk yıllarda benimle konuşurken Nilgün Bey diyenler olurdu” diye anlatıyor.

Paralı işler hızlı çözüm ister!
Türkiye’de bizim sektörümüzde çok gelişme olsa da hâlâ bazı alanlarda büyük sıkıntılar çekiyoruz. Gemilerin kolay tutulması, teminat alması için tutulması konusunda bir Brüksel Konvansiyonu vardır. 1978’lerden beri ona üye olamadık, olamayız da… Ben o zamandan beri yazarım, çizerim. Türk ticaret filosu 90’lı yıllardan sonra dünyanın ciddi filolarından biri oldu. Gemilerimiz dünyanın her yanına gidip geliyor. Eskiden ürken kişiler emtialarını başkalarına taşıttılar. Sektörün klasik lafıdır, ‘altından su, üstünden hava geçiyor’ derler. Bu çok yanlış! Benim ömrüm hep bunu anlatmakla geçti. Batılılarla veya denizci ülkelerle aramızdaki fark böyle oluşuyor. Bizde de devlet desteğine ihtiyaç var. Sadece turizm öne çıkmamalı. Denizcilik de turizm kadar gelir sağlıyor.”

Gemi tutulması konusunda başarısı tescilli
Eşi üniversite kariyerini bırakıp kendi bürosunu açınca artık avukatlıkta deneyim kazanan Nilgün Yamaner de 1986 yılında çalıştığı yerden ayrılıp eşinin bürosuna geçer. Başarılı bir hukukçu olan Cihan Yamaner ile ayrı dallarda çalışmayı tercih ederler. Şimdi aynı binada, 4 ayrı katta süren faaliyetler içinde Nilgün Yamaner doğal olarak deniz departmanında ve uluslararası hukuk başlığı altında deniz hukuku, deniz sigorta hukuku ve gemi finansmanı konularında çalışmalarını sürdürüyor.
Nilgün Yamaner gemi tutulması konusunda çok başarılı bir isim. Ama o bile işlerin hızlı yürümemesinden şikayetçi. “Eskiden Sarıyer’de bir hakimimiz vardı. Bütün gemilerimizi biz oradan tutardık. Arardık, “Hakim Bey geliyorum, Boğazdan şu gemi geçecek” derdik, siz daha giderken kararını yazarlardı. Yüzde 10’la bile gemi tutulurdu, ki yüzde 10 güzel bir teminattı. Biz yüzde 10 teminatla gider Sarıyer’den gemiyi tutardık. Gemi tutulmalarında şöyle birşey vardır, gemiyi kolaylıkla tutarsanız, eğer alacaklıysanız. Tutamazsanız hiç anlaşamazsınız. O hakimimiz Türkiye’de birçok geminin tutulmasını sağladı. Deniz hukukuyla uğraşanlar çok mutluydu. Burada önemli nokta şu, bir kere bile olsa yanlış iş yapmayacaksın. Bir kerelik birini kandırmayacaksın. Bizim için güvenilirlik çok önemli. Hakim size güveniyor. Sektörde bir kere yanlış iş yapıldığı zaman, hakim de haklı olarak bana gelmeyin demeye başlıyor. Biz hukuğu doğru yapmak, yarın öbür gün herkesin yüzüne bakmak istiyoruz. Kolay yapılabilecek işler var, birileriyle iş birliği yapıp başkalarını zarara sokacak işler var. Onlara girmiyoruz. Biz uzlaştırmayı seviyoruz. Yıllar bunu da öğretti bize. Artık daha fazla danışmanlık yapıyoruz. Bizi rahatlatıyor, çünkü danışmanlık yaptığınız zaman gelecek riskleri önlüyorsunuz. Çalıştığımız biri yarın öbür gün dönüp de, ‘Avukat olarak seninle çalıştık, buradaki riski neden görmedin’ dememeli. Yaptığımız, altına imza attığımız her işin sonuna kadar arkasında duruyoruz. Bir de alaturka olmak istemiyoruz. Standartları koruyoruz. Dünya ile rekabet edelim ama o standartları koruyalım. Bu bizim en önemli prensibimiz. Danışmanlığı, yani olabilecek riskleri önceden göstermeyi, biraz koruyucu hekimlik gibi görüyoruz.”
Başarılı insanların hayatında işinin iyisi olan isimlerle yola çıkmak hep süreci hızlandırmada önemli bir rol oynar. Nilgün Yamaner için iyi bir başlangıç deyince altı çizilecek ilk şirket Martı Denizcilik. Adeta bir okul olan Martı Denizcilik’in neredeyse 30 yıllık avukatı. Bir yandan mesleğinde yükselirken, Martı’nın iflası sonrasında pekçok kişi tarafından Martıcı olarak adlandırılıp negatif şekilde damgalandıkları da olmuş. Yani hem ekmeğini yemiş, hem çilesini çekmişler Martı’nın. Nilgün Yamaner bu şirketin bir zamanlar Türk deniz ticaret filosunun yüzde 10’unu oluşturan önemli bir marka olduğunu düşünüyor ve batışını finans kuruluşlarının beceriksizliğine bağlıyor. Bir gün Erol Yücel’le bu olayı yazmaksa en önemli hedeflerinden biri…

Horizon-1’e çıkmak için ip merdivenden tırmandım!
Bu işin en çok öğretici tarafını seviyorum. ‘Tamam ben oldum, ben bunu biliyorum’ diyemem. Geçen yıl Horizon-1’de korkunç anlar yaşadık. Yamyamlarla konuştuk! Tam üç ay boyunca, bu olayı armatörle birlikte bire bir yaşadık. Armatör İsrafil Çalışkan’ın olay sırasındaki soğukkanlılığına, öngörüsüne hayran kaldım. Sinirleri bu olayda çelik gibiydi. İşi çok güzel organize etti. Aşağı yukarı en uygun fidyeyi ödeyen de biziz. Herkes çalışanların maaşlarını neden ödemiyorsunuz derken, çalışanların maaşları 3 ay boyunca ailelerine tek tek ödendi. Aileler televizyonda ‘Paramız yok, perişanız, açız’ diye konuştu, o yüzden basında çok hırpalandık. Sonunda iyi bir çalışma ile çocuklar kurtuldu. Kaptanımız Mısır’da indi. O bizle veya mürettebatıyla yüzleşmek istemedi. Geri kalan herkes Ürdün, Akabe’ye gitti, ben de gittim. Koskoca gemi Kızıldeniz’in ortasında duruyor. Bir tarafımız Suudi Arabistan, bir tarafımız İsrail, bir tarafımız Mısır, bir tarafımız Ürdün, gemi de mercan kayalıkları olduğu için demirleyemiyor. Yukarı doğru gidiyor, bırakıyor kendini akıntıya, aşağı doğru geliyor. Çok enteresan bir duygu, bir an İsrail sularındasın, bir an Mısır. Sonuçta izinleri aldık. UK MTO diye korsanlardan sonra gemiyi inceleyen bir kuruluş var. Biz de onları davet ettik, belki birşey yakalanır diye. Beraber gemiye çıkacağız, sabah 8’de gittik gemiye. Yanımızda İngiliz avukatlar. Türk avukat olarak ben ve armatör temsilcisiyle oradayız. Gemiden merdiveni indirsinler diye bekliyoruz. Gemidekiler bir o tarafa bakıyor bir bu tarafa, bize bakan yok. ‘Bunlar herhalde bize birazcık bozuk çalıyorlar’ dedim. Çünkü senin malın için 3 aydır rehiniz demeleri gayet normal. ‘Çocuklar merdiveni indirin’ dedik, ‘Aylardır çalışmadığı için bozuk, ancak ip merdiven atabiliriz’ dediler. Attılar merdiveni, herkes çıktı. Ben de bu tombul halimle ‘kahretsin’ diyorum. ‘Şimdi benim oraya çıkamamam olur mu?’ Çantamı birine verdim, bilgisayarımı birine… Allah canımı alsın tam 6 metre tırmandım. Benim için olaydı. Bir çıktım, gözler ‘Vallahi çıktı kadın’ diye bakıyor. Gemideki konuşmalarda herkes soğuk. Ondan sonra ben başladım konuşmaya. Tek tek konuşuyor çocuklar, dertlerini anlatıyorlar. Ondan sonra bir ay kadar her biri geldi. Hâttâ bir tanesi koskoca adam ağlıyor, ‘Karımın yanında ağlayamıyorum, o kadar gururuma dokundu ki korsanlara birşey yapamamak. Geceleri haykırarak uyanıyorum’ diyor. Aslında çocukların hepsi soğukkanlıydı. Travma geçiriyor hepsi, kolay değil. Bu benim için her anlamda inanılmaz bir deneyimdi.”

Bazı şeyler yapana para, yapmayana itibar getirir
Sektörde Avukat Nilgün Yamaner ismi, karşı karşıya kalınca çekinilecek bir isim. Bunun nedenini merak etmemek mümkün değil. Bir de, başarılı bir avukatı arkanıza alıp her istediğinizi yapabilir misiniz? Bu soruları başarılı hukukçuya sorduk. “Bizden çekinenler olabilir çünkü bizimle tezgah kurulmaz” dedi. “Dürüstlük en büyük haksız rekabet. O konuda kesin haksız rekabetimiz var. Kimse bizi parayla satın alamaz. Kimse bizi kandıramaz. Ne söylüyorsak açıktır. Hem kendimize hem de mesleğimize saygımız var. Yani utanacağımız birşey yapmayız. Dolayısıyla bazı şeyleri bizimle yapmazlar” diye anlattı prensiplerini… Özellikle “Bazı şeyler yapana daha çok para getirir ama yapmayana da saygınlık getirir. Bir yanlışa ortak olmak istemeyiz” sözleri, sanırım özellikle avukatlığı meslek olarak seçenlere ufuk açacaktır.
Gençliği memleketi kurtarmakla geçmiş, toplumsal konulara duyarlı ve iş hayatının tam göbeğindeki bir hukukçuya ülkenin gidişatını sormamak olmaz.  Ne yazık ki Yamaner gidişattan çok umutlu değil. “İşsizlik ürkütücü boyutlarda ve işsizliğin bu kadar keskin olduğu, ekonomik krizin iş adamlarını bile etkilediği bir ortamda daralma yok denemez. Denizcilik sektörüne çok laf ederler ama denizcilik kayıt altında bir sektördür; yani yükleme ve boşaltma bellidir, herşey devletin kayıtlarındadır.  Kayıtlı ekonomi bu kadar zorlanmaya başladıysa demek ki mal üretilmiyor, tüketilmiyor, alınmıyor, satılmıyor. Demek ki ciddi bir daralma var. Bu daralmanın hâlâ yok sayılması, insanların bu kadar sorumsuzca TV dizileri takip etmesi beni üzüyor. Çünkü korkunç olaylar oluyor, açlıktan ölenler, para için böbreğini satanlar var. Bunlar ürkütücü! Hayatım boyunca bir yığın kriz gördüm, darbeler tarihinin hepsini yaşadım ama bu kadar belirsiz, bu kadar geleceğin hesap edilemediği bir dönem görmedim. Bence hiçbir şey çok iyi değil hâttâ epeyce kötü. Ayrıca dünyadan ayrılmak da hiç hoşuma gitmiyor. Biz dünya standartlarında iş yapalım derken dünya standartlarından daha aşağıda bir Türk standartı yaratılmasından hiç hoşnut değilim.”
Taba AmCham Türk Amerikan İşadamları Derneği Başkan Yardımcılığı’ndan Deniz Temiz Turmepa’ya, Sarıyer  Kent Konseyi ve Cihangir Güzelleştirme Derneği’nden Ayvalıklılar Derneği’ne pekçok derneğin kurucusu ve üyesi olan Deniz Hukuku Avukatı Nilgün Yamaner’in gelecek için kitap yazma planları var. Deniz ticaretinin ve ona paralel deniz hukukunun gelişimini anlatmak istediği kitaba henüz başlamamış. Ama uluslararası normları çok iyi bildiği için bu konuda söyleyecek çok şeyi olduğu kesin. Ev yaşamı ise yemek yapmak ve misafirlerle geçiyor. Bütün Giritliler gibi damak tadı konusunda oldukça iddialı. Yurt dışında üniversite eğitimlerini tamamlayan oğullarının mürüvvetini görmek de kısmet olmuş. Bir oğlu altı senedir Finli eşi ile Brüksel’de yaşıyor, diğeri ise gazeteci Mehmet Barlas’ın yeğeni ile evli. Prensipli, zorlu ama başarılı bir iş hayatı ve mutlu bir aile… Böyle dolu dolu bir yaşam sürdüren Nilgün Hanım’ın mesleki deneyimlerini yazacak vakti bir an önce bulmasını ve gençlere rehberlik etmesini diliyoruz.

[/membership]

Bunu Paylaşın