MEHMET SITKI DOĞU

MDN İstanbul

Adaletin peşinde bir Samuray: Mehmet Sıtkı Doğu

Sektörde 30 yılı geride bırakan Mehmet Sıtkı Doğu, dürüstlüğü ile tanınan bir Deniz Hukuku Avukatı. Dosya önüne geldiğinde [membership level=”0″]…

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Şimdi GİRİŞ YAPIN veya ABONE OLUN

[/membership][membership]kimin haklı olduğunu duyan, kokuları hızlı alan ve hikâyedeki eksik parçaları kolayca çözen biri. Dimdik duruşunda güveni, samimi ruhunda bilgeliği bir bakışta görmek mümkün tabii bu değerler size tanıdıksa. Ama eğer bir insanda bu kadar mesleki bilgi, cesaret, önsezi ve içsel güç nasıl inşa edildi diye merak ediyorsanız, bu hayat hikâyesini okuyun. Japonya’da bahçedeki yaprakları süpürerek ve yalınayak tatamiyada dövüşerek egosunu yıkan, siyah kuşakta 6. Dam seviyesi ile Türkiye’deki sınırları zorlayan, 3 yaşından beri denizlerde seyahat ettiği için İngilizce’yi nerede öğrendiğini bile hatırlamayan, işi gereği dünyanın bambaşka coğrafyalarındaki gemilere ve davalara koşan Doğu, sadece sözleri ile değil tüm yaşamı ve duruşu ile “Bir avukatın görevi nedir?” sorusunun yanıtı

Yıl 1960. Kadıköy Bağdat Caddesi’nde oturan Doğu Ailesi’nde bebek heyecanı var. ‘30’larda yapılmış betonarme evlerden birinde yeni doğan çocuğunu kucağına alan Kaptan baba, bugün çok neşeli. 1912 yılında Rize’den İstanbul’a gelen Karadenizli aile bir araya toplanmış.  Evde halalar, teyzeler, dayılar, kuzenler… Çerkes bir aileden gelen anne Irmak Hanım’ın gözlerinde ise sadece dünyaya yeni gelen bir bebeğin hissettirebileceği o büyük mutluluk!

Akrabalar ağırlıklı olarak Anadolu Hisarı’nda… Hal böyle olunca Küçüksu’da bisiklete binmek bir çocuk için özgürlüğü ilan etmenin en zevkli yolu. Caddebostan’da faytonların çalıştığı yıllar ama gözler orjinal Amerikan arabalarından seçilen havalı taksilerde. Küp şeklinde şeritleriyle patlıcan moru, mavi, yeşil arabalar öyle geniş ki, Cemil Topuzlu Caddesi’nin çift şeritli yollarında otobüslerden fazla yer kaplıyorlar. Onun ulaşımdaki favorisi ise okula gidip geldiği servis. O yılların okul servisi, 6-7 çocuğu getirip götürmek üzere ayarlanmış bir fayton. Herkes siyah önlük giyerken o her sabah İlhami Ahmet Örnekal İlkokulu’nun mavi önlüğünü giyip okula koşuyor.

Mavi, onun için sadece okul formasından ibaret değil. En basitinden, babasıyla birlikte 12 kez Atlantiği geçmiş. Arkadaşları su topu oynarken o dalışa merak salmış. Hem iş için hem keyfine, yüzlerce dalışı var. Hukuk okuyor ama seçimi yine maviden, deniz hukukundan yana…

“Babamla 12 kez Atlantik’i geçtik” 

“Babamın babası yani dedem Mehmet Doğu, Millî Ticaret-i Bahriyye Tüccar Kaptan ve Çarkçı Mektebi (Yüksek Denizcilik Okulu) Güverte 1923 Mezunu. Okulun kurucusu efsane isim Hamit Naci. “Ben çok küçükken babam Recep Uluç Doğu yurt dışında kaptan olarak çalışmaya başladı. Kendisi Yüksek Denizcilik Okulu, Güverte Bölümü 1959 mezunu. Öğrenim bitince okuldan gözü kara birkaç arkadaş, Batı Afrika’ya çalışmaya gitme kararı alıyorlar. Okulda herkesin bir lakabı var. Uzun Yılmaz, Paytak Çetin, Kabak Erol… Anlayacağınız cesur ve kendilerine güvenen gençler onlar. 20 gemisi olan Blackstaylar diye bir firmada işe başlıyorlar. Ben gemileri hayal meyal hatırlıyorum. Artık pek görmediğimiz ortadan davlumbazlı 3 ambar önde, 2 ambar arkada gemilerdi. Şimdi hiç kalmadı onlardan.

Babam bütün kızların aşık olacağı tipte harika bir baba modeliydi. Ömrümde hiç dayak yemedim. Babam sefere gidince nadiren annem beni biraz ikaz ederdi ama babam, kızdığında sadece kaşını kaldırarak ne demek istediğini anlatabilen insanlardandı. Daima arkadaş gibi güzel bir ilişkimiz vardı. Kendisi, geçen yıl vefat etti.

O yıllarda denizde çalıştığınızda ailenizin de sizinle seyahat etmesine izin veriliyordu. İlk kez 1964 yılında yurt dışına çıktım. Annemle birlikte Sirkeci’den trene binerdik. Eski Yugoslavya ve Bulgaristan’dan tren gece geçerdi. Gün doğunca Avusturya’ya varmış olurdunuz. Sanırım dışa kapalı yönetim anlayışlarından dolayı o ülkeleri hiç görmeden geçerdik. Münih’e gidip orada tren değiştirdikten sonra annemle Roterdam’a varıp feribota biner ve sonunda İngiltere’de babamla buluşurduk. Ben 4 yaşından beri ülke ülke gezdiğim için İngilizce’yi nerede öğrendiğimi hiç hatırlamıyorum. Annem de İngilizce konuşurdu. Kendisi hukuk okumuş ama babamla evlendikten sonra hukuk bürosundan ayrılmış. Dolayısıyla bu seyahatlerin benim yabancı dilimi ve dünya görüşümü geliştirmem açısından büyük faydası oldu.

Ancak sürekli İstanbul dışında olduğumuz için, ilkokulda kimi zaman okuldan uzak kaldım. Mesela ilkokul 3. sınıfı hiç okumadım. Annem ders kitaplarımı aldı. Gemiye binip gittik. Beni yolculuk boyunca kendisi çalıştırdı. Bir yıl sonra döndüğümüzde sınava aldılar, o şekilde geçirdiler. Ortaokuldan itibaren daha planlı bir şekilde Türkiye’de kalmaya başladım tabii…. Liseden sonra da Hukuk Fakültesi’ne girdim.

Babam dövizle para kazandığı için, rahat bir yaşam sürdük. Babamın ‘74 senesinde kırmızı Audi arabası vardı. Anlayacağınız ekmeğini alın teriyle kazanan bir aile olmasına rağmen babamın kaptan olmasının ve yurt dışında çalışmasının getirdiği artıları hissettik.”

“Emre Amca, çocukluk kahramanımdı”

“Çocukluğumda en yakın arkadaşlarım Korkut Omur ve kardeşiydi. Aslında bizden önce babalarımız arkadaş olmuşlar. Korkut’un babası Kaptan Emre Omur babamın Haydarpaşa Lisesi ve Yüksek Denizcilik Okulu’ndan sınıf arkadaşı… Hatta annemle babamın tanışmasına Emre Amcam vesile olmuş. Babamlar o arkadaş grubunda ilk evlenen çift ve ben de doğan ilk çocuğum. Korkut’un rahmetli babası beni çok severdi. Hani küçükken çocukları küvete sokup yıkarken fotoğrafını çekerler ya, işte ben bir aylıkken ilk siyah beyaz fotoğrafımı çeken kişi, Kaptan Emre Omur’dur. Babanızın belki 5 yakın arkadaşı vardır ama sizin aklınızda küçükken en sevdiğiniz kişi kalır. İşte o kişi benim için Emre Amca’dır. Biz çocukken onun çocukları ile beraber büyüdük. Ayrıca ben meslek hayatıma Omur Marine’de başladım. Ofis Levent’teyken, Emre Amca, şöyle bir iş bölümü yaptı. Korkut sigortalara bakacaktı ben de claim’lere… Dolayısıyla Emre Amca, mesleki yaşamımda önemli bir değerdir.

Gençlik yıllarımızda Korkutlar, su topu gibi sporlara yöneldiler. Ben kareteye başladım. O zaman sokakta çok kavga ederdim, şimdi daha yumuşak yüzlüyüm. Şu anda nezaketin ve insana değer vermenin sosyal hayatta daha kıymetli olduğuna gönülden inanıyorum.

Emre Amca’nın bana en büyük katkılarından biri, beni tüplü dalışa yönlendirmesidir. Belki bilirsiniz, Independenta batığı var. ‘79 senesinde patladı, hatta camları falan kırdı. Sonra onun çıkartılma çalışmaları yapıldı. İşte o çalışmalar sırasında 428 dalış yaptım. 1983 senesinde İngiltere’ye Dalgıçlık Yüksek Okulu’na gittim. İşte bu dalış maceramın en başına gidersek, biz 16 yaşlarındayken Silivri’de yazlığa gidilirdi. Orada Korkut’un ağabeyi Aziz, bazen Korkut ve ben, Emre Amca ile birlikte dalmaya başladık. Emre Amca sağ olsun beni evladı gibi severdi. Dalışla ilgilenmemde onun sahip çıkmasının büyük rolü vardır.

Emre Amca, her konuda benim kahramanımdı aslında. Ava giderdi, tüfek kullanırdı. Benim babam spor yapmazdı ama Emre Amcam, benimle tren yolunda hat boyu koşardı. Kendi çocukları belki ondan biraz çekinirdi ama benimle hep şakalaşır, sürekli ‘Aferin’ diyerek motive ederdi. Benim için hayattaki en önemli insanlardan biridir.”

“Komando olacağım diye çok karınca yedim”

“Üniversite seçim zamanı gelince bir test doldurdum. O testin sonucuna göre avukat, politikacı, iş adamı gibi ikna yeteneği ve sözel kabiliyetler ağırlıklı mesleklerin bana uygun olacağını öğrendim. Aslında bana kalsa o zamanki sigara reklamlarına bakıp kovboy olmak isterdim ama sonuçlara bakınca Hukuk, Siyasal ve Boğaziçi İşletme yazdım. Okulda Fen bölümündeydim ama hiç hoşlanmıyordum. Zaten son sene sınıfta kalmıştım, Hukuk Fakültesi’ni kazanınca mezun ettiler. Üniversitede sağ-sol kavgalarının çok yoğun yaşandığı yıllardı. ’80 öncesinde 16 Mart’ta bomba patladığında Beyazıt Camii’nin önünü hâlâ dün gibi hatırlarım. Her taraf bembeyaz olmuştu. Zaten 3-4 öğrenci öldü o olayda. İstanbul Üniversitesi’nde iki politik görüş birbirine girip durduğu için kaçarak, saklanarak okula girip çıktığımız çok olmuştur. Zaten herkes okula yeşil parka ile gelirdi. Okuldan polis, jandarma eksik olmazdı. ’77 senesinde darbe oldu. 2. sınıfta askere gittim. Gölcük’te Deniz Kuvvetleri Ana Üst Komutanlığı’nda askerlik yaptım. Sonradan 3 ve 4. sınıfı bitirdim. Askere gitmeden önce, komando olmak için bol bol karınca yediğimi de belirtmek isterim.”

“Independenta dalışında kaza geçirip 47 dakika sualtında kaldım”

“Okul hayatımla aynı yıllarda iş hayatım da başlamıştı. Ayrıca dalgıçlığımı da geliştirmek için gayret ettim. Mesela 1983 yılında İngiltere’ye gidip dalgıçlık okulundan ehliyet almam sayesinde Kuzey denizindeki petrol platformlarında dalgıçlık yapabilmek gibi bir avantaj yakaladım. Okul, patlayıcı madde, kesme, kaynak, beton dökme gibi konuları öğreten yatılı ve önemli bir okuldu. Sonra Independenta’nın çıkarılmasında çalıştım. İlk önce Sokullu Sezen isminde bir şirket vardı. Ancak Sokullu Sezen projeyi tamamlayamayınca onun yerini Sadıkoğlu aldı. İşi, Kahraman Sadıkoğlu’nun ekibi tamamlamıştı. Ben daha o sırada avukat değilim. Askerden sonra 3. ve 4. sınıfı bitirme aşamalarımda, ara ara gidip daldım. Hatta Sokullu Sezen firmasında kaza geçirdim. Ayağımdan deliğe sıkışıp 47 dakika orada kaldım. O uzun bir hikâyedir. Bir buçuk ay hastanede yattım ve bir İngiliz dergisine çıktı o hikâye. Anlayacağınız dalgıçlıktan da para kazandım. O işler için aylık para veriyorlardı. Aynı zamanda Omur Marine’de de gidiyordum okulu bitirmeden önce.

Emre Amcam Omur Marine’de “Mehmet claim’lere bakacak” deyince benim branşlaşma sürecim başlamış oldu. O zamanlar Everen Casting şirketi kurulmuştu. Sonra 2001 krizi oldu. Üniversite’den 1988 yılında mezun oldum. Ondan sonra Omur Marine ve Omni’de devam ettim. ‘98’den bu yana şimdiki ofiste yapıyoruz işi. Emre Amcalar ile açtığımız şirketin faaliyetleri zaman içinde yavaşladı. Ortaktık ama işler azalınca o şirketi kapattık.

Kendi şirketimi kurdum. Burada ceza davaları hariç alanımıza giren tüm konularla ilgileniyoruz. Kredi sözleşmeleri, gemi alım satımı, deniz kazaları, P&I Club dosyaları, claimleri, denizcilik sektörüyle ilgili kira sözleşmesi… Hepsine bakıyoruz. Gerekirse deniz kazası sonucunda ceza mahkemeleri ve ceza dosyalarına da dahil oluruz ama adam yaralama gibi ceza davaları bizim alanımızın dışında kalıyor. Mesleki uzmanlaşma ile ilerliyoruz tabii ki.”

Türkiye’de Siyah Kuşak’ta 6. Dam olan tek kişi!

Mehmet Sıtkı Doğu’nun gençlik yıllarına ve bugünkü kişiliğine damgasını vuran en önemli tutkusu, savaş sanatları… Son derece ciddiyetle yaklaştığı ve uzun yıllar zevk alarak kendini geliştirdiği Uzak Doğu sporlarına 12 yaşında başlamış. Ortaokul ve liseyi okuduğu Kalamış Lisesi’ndeyken, sokakta dövüşürken en iyisi olmak, arkadaşlarından daha atletik gözükmek gibi bir hevesle girse de disiplinli bir şekilde devam ettirdiği için, karakterinde çok önemli faydalarını görmüş. Bir samuray için nasıl ki verdiği söz, canından bile önemliyse, onun için de sözünün arkasında durmak çok önemli. Başladığı işi bitirmek, dostlarına sadakat, hayatı algılama biçimi, dürüstlük…. Kendisinde gördüğü tüm olumlu özelliklerin, bu sporla ve hocalarının katkısı ile şekillendiğini düşünüyor. Her ne kadar geleneksel Aikido yapsa da tercihi, başkalarının ne düşüneceğini umursamadan özgürce yaşamak. Örnek olarak, kendisini çok yakından tanımamış olanlara küçük bir sır vererek, tüm vücudunun dövmelerle süslü olduğunu söyleyebiliriz.

Bugünlerde haftanın 2-3 günü aikido dersi veren Doğu, siyah kuşak aldıktan sonra 10 yılı geride bırakmış. Şu anda 6. Dam ve Türkiye’de bu seviyeye ulaşabilen başka kimse yok.

“Kıyafet aynı olunca, çabanız ve yeteneğiniz öne çıkar” 

“Dövüş sporları ya da savaş sanatı diyelim, felsefesi ile insanı geliştiriyor. Askerlik de aynı bence. Tatamiya’ya çıktığınızda kimliğiniz dışarıda kalır. Herkesin üzerinde tek tip elbise ve herkes yalınayak… Bu bile büyük bir mesajdır. Kim olduğunu geride bırakırsın. Sadece verdiğin çaba ve yeteneğine bakılır. Askerlikte de herkes aynı kıyafet, aynı saç ve botla dolaştığı için orada da aynıdır. Kimse altındaki arabayla, giyindiğin marka ile sana bir değer atfetmez. Geriye bir tek kişiliğin kalır. O zaman da ister istemez kişiliğini daha fazla geliştirirsin. Ayrıca belki çoğu insan yadırgayacak ama ben reenkarnasyona da inanırım. Yani defalarca ölüp yeniden dirildiğimize…. Dolayısıyla Doğu’nun hayata bakış açısı da benim için son derece ilgi çekici.

33 sene karete yaptım ve bir kısmı karete ile aynı dönemde olmak üzere 27 senedir aikido yapıyorum. Bu derecelerde 4-5 senede siyah kuşak olursunuz. Üstüne ilk 4 Dam için sınava giriyorsunuz. Sonrasında beşinci, altıncı ve yedinci Dam’larda zaten yaş olarak 50’leri bulmuş oluyorsunuz. Artık o seviyede size derecenizi hocanız veriyor. Mesela ‘Seni 7. Dam yaptım’ diyor. Benim hocam, Japonya’da olduğu için oraya tam 22 kez gittim. Saito Morihiro, Aikido’nun kurucusunun yanında 23 yıl hiç ayrılmadan kalmış, efsane bir adamdır. O camiayı tanımak, bu spor açısından çok önemli. Kendisi 2002 yılında vefat etti, okulun başına oğlu geldi. Hita Hiro Saito, benim şu anki hocam. Yani efsane ve oğlu… Japonya’ya Aikido dışında da gittim. Yatılı öğrenci olarak da kaldım. Yer yatağında yatıyorsunuz. Bahçelerden yaprakları temizliyorsunuz. Gittiğim yer, taşrada İvana diye bir köy ama benim için anlamlı ve çok keyifliydi tabii…”

Siyahkuşak sahibi avukatın evine hırsız girerse!

Mehmet Sıtkı Doğu’nun sert bir duruşu var. Sebebini de anlamak zor değil. Uzun yıllardır hem savaş sanatları hem de avukatlık konusunda dersler, seminerler veriyor. İster istemez üslubu biraz öğretici… Japonya’dan aldığı eğitimin de bu mizaçta etkisi olsa gerek. Öte yandan anda kalmayı başarabilen nadir insanlardan biri. Daima insanların iyiye gideceklerine inanan olumlu bakış açısını koruyor. Ne de olsa insanlar doğruyu deneyip yanılarak bulurlar.  O yüzden çoğu kişinin özünün iyi olduğuna, sadece egolarına yenildiklerinde ısrarcı. Tüm sektör onu iyi bir insan olarak tanıyor ve o da iyi insan olmayı çok önemli görenlerden… Ancak bu dürüst duruşuna ek olarak herkesin bildiği meşhur bir hikâye daha var. Yaşamına iz vuran bu anıda, sere serpe uyurken, salonda bir hırsız olduğunu farkeden cesur bir samurayın bir anda nasıl değişebileceği dillere destan bi anı olarak hâlâ hafızalarda…

‘Mehmet kızarsa, adamı yatırıp kulağını keser’ diyorlar

İkinci eşi Mira Hanım’dan Darina Asya isimli bir kızı olan Doğu’nun ilk eşinden de Mehmet Attila isimli bir oğlu var. Meşhur hırsız hikâyesi ise 40’lı yaşlarında bir gece ansızın yaşanıyor.

“İlk eşim Sima ile evliyken Gümüşsuyu’nda oturuyorduk. Bir gece Japonya’dan yeni dönmüşüm. Sabaha karşı, hanım beni uyandırdı, ‘İçeriden ses geldi’ diye. Yaz günü evde çıplak vaziyette uyurken, baktım ki, bu ses komşudan gelecek bir ses değil. Besbelli ki içeride biri var ve salonda bir şeye çarptı. Bayağı takur tukur ediyor. Yalınayak yataktan fırladım. Evimde hocamın hediyesi olan hükümetten sertifikalı samuray kılıçları var. Kısa samuray bıçağını kaptığım gibi koştum. Baktım içeride bir herif. Adam bana ‘Yaklaşma, yakarım’ deyince bir patlattım, uçtu! Gerçekten çok sinirlendim. Hani, biri bilgisayarı çalar, yoldan geçerken bisikletini çalar, anlarsın. Bu öyle bir duygu değil. Evinin içine girmiş! Burnunun dibinde adam. ‘Bu ne cüret!’ gibi bir hisse kapıldım. Bu arada elimdeki bıçakla adamın kulağını sıyırdım. Döndürdüm sırtını kanırttım bıçakla yay gibi. Boğazına bastım, kıpırdamadan kalsın diye. Hanım geldi, öldürme diye bağırıyor. Sonra polisi çağırdık. Adam davacı oldu. Polis evde adamın bıçağını buldu. Meğerse çok azılı bir tipmiş. Her gece hırsızlık yapmanın dışında uyuyanlara sprey sıkıp tecavüz edenlerden… Dolayısıyla bizim konu suçüstü olmasıyla hırsız yakayı ele verdi. Aradan 15 yıl geçti ama şimdi bir olay olduğu zaman, ‘Mehmet’i kızdırmayın, adamı yatırıp kulağını keser’ diye takılıyor herkes bana.”

Avukatlık, sorunlara çözüm getirmektir

“Bana göre avukat olmak, sorunlara çözüm getirmesini bilmektir. Bir avukat o davanın akibetini yüzde 80-90 oranında bilir. Aradaki yüzde 10’luk, 20’lik pay ise size söylenmemiş ya da unutulmuş bir şeydir. Karşı tarafın ya da müvekkilin saklamış olduğu noktalar sonucu etkileyebilir. Bunları en başta anlatılan olayı dinlerken, mantık zincirinden yakalamanız lazım. Size avukatlık için gelen kişi, birinci, ikinci, üçüncü adımı anlatıyor. Sonra 5. adımı anlatıyor. Bir bakıyorsunuz ki, burada 4. adım yok. Ee, nerede? Anlatmıyor. İşte öyle anlarda ben durup, ‘Bana o kısmı söyleyin’ diyorum. Ben her davaya atlamam. Duruma bakarım, haksız olana, ‘Siz bu davada zayıf olan tarafsınız’ derim. Dava kazanmak için yalan, yanlış konuşmam. Ama eğer bir elle tutulur, haklı taraf varsa da peşini bırakmam. Ayrıca sektördeki diğer avukat arkadaşlarla da hep belirli bir saygı, sevgi çerçevesinde ilerleriz.”

“Avukat olarak gittim, şort giyip geminin altına daldım” 

“Amacınız, sorunları en hızlı en doğru şekilde çözmek olunca, zaman zaman komik durumlar da yaşanabiliyor. Mesela benim avukat olarak dünyanın öbür ucuna gidip, gemi sağlam mı diye şort kesip sarı bahçe hortumu ile denizin altına dalmışlığım da vardır. Bir gün Tahir Ağabey (Tahir Sarıoğlu) ile birlikte Endonezya’nın vahşi ormanlarına gittik. Önce buradan Singapur’a, oradan uçakla Jakarta’ya. Sonra yine uçak ile Sulabesi’ye…. Bindik bir minibüse. Maymunlarla, tropik ağaçlarla dolu bir cangılın ortasında, adanın öbür ucuna ulaşmaya çalışıyoruz. Gemi, karaya oturmuş. Bindik. Sabaha karşı saat 3’te gemiyi yüzdürdük. Geminin yola devam etmesi gerekiyor ama kim dalacak. Yanımızda sigortacılar var. ‘Sen dalıp altına bakar mısın?’ dediler.

O an hemen düşünüyorsun. O kadar yol gitmişiz. Geminin üzerinde 16 milyon dolarlık yük var ve 4 gün içinde Singapur’a gitmesi lazım. Gemi, yola devam edebilecek durumda mı değil mi, birinin tespit yapması gerekiyor. Eğer yola çıkabilir denirse ve başına bir şey gelirse sigortacıların ödemesi gerek. Malın bedeli olan 16 milyon doları da Kulüp sigortacıları ödeyecek. Tekne batarsa, teknenin parası da sigortacıdan alınacak. Bu kadar büyük rakamlardan bahsediyoruz. Birinin çıkıp ‘Bu gemi klassızdır’ demesi lazım. Fakat Klas dedi ki, ‘Biz oraya dalgıç gönderemeyiz. En yakın Singapur’da hizmet verebilirim.’ Ee peki, gemi bu haliyle Singapur’a nasıl gidecek? Gitsin mi gitmesin mi? Bunu mutlaka anlamamız lazım ve risk almamak gereken bir durum. O zaman herkes, ‘Avukat dalıyor, insin baksın’ dedi.

İlerde bir balıkçı köyü varmış. İnci avlamak için dalarlarmış. Ağaçtan bir kano geldi. İçinden kıytırık bir kompresör, sarı bahçe hortumu falan… Böyle bir düzenek. Jean pantolonu kestik şort yaptık. Etraftaki köylüler, ‘Burada köpekbalığı var’ diyorlar. Biz de ‘Biz Türküz, bize bir şey olmaz’ diyoruz. Neyse, girdim, çıktım sonra rapor verdim. Ancak Singapur’a gidince Klas dalgıçlara gösterip rapor alabildik. Biz, ‘Profesyonel yardım alınacaksa Smith Tak’la gemiyi yüzdürürüz. Acentayı ararız’ diye düşünüyoruz. İşin esas gırgır tarafı biz böyle bilmem kaç uçak, bilmem kaç minibüs gidip, şortla canımızı dişimize takıp işi hallettikten sonra bir adam gönderdiler. 60 yaşlarında falan. Nasıl bir prezentasyon! Yanında genç tercümanı, asistanı falan böyle… Sorsan, profesyonel yardım geldi derler. Anlayacağınız avukatlığı kendini göstermek değil de sorunları çözmek olarak gördüğünüz zaman, başkalarına daha faydalı olabiliyorsunuz. Ben hayatım boyunca işe hep öyle baktım.”[/membership]

Bunu Paylaşın