FERİT BİREN

Yeşim Yeliz Egeli

Atatürk’ün gözlerinden denize uzanan bir yaşam  FERİT BİREN

Ferit Biren seksen yılı dolu dolu yaşamış, başarılarıyla denizcilik tarihimizde oldukça önemli bir isim… 10 Kasım için sözleşip ziyarete gittiğimizde, konunun Mustafa Kemal’e geleceğini biliyorduk, ama karşılıklı hissedilen yoğun duyguların etkisiyle Atatürk deyince hep birlikte duygu seline kapılıp ağlayacağımızı tahmin etmemiştik. Bir komodorun hayatının satırbaşlarını anlatırken, öncelikle Biren’in Atatürk’e olan derin bağlılığını ve ülkesine olan sevgisini tekrar vurgulamasını diliyoruz
[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
Ailesi İstanbullu olmasına rağmen, 1930 yılında doktor olan babasının görev yeri olan Diyarbakır’da doğmuş. Anlattıklarına bakılırsa Diyarbakır’da o zaman köy basan eşkiyalar var ama Türk-Kürt ayrımı yok. Okul yılları Şişli’de geçiyor. En büyük keyfi Yavru Türk okumak. Cumartesi günleri Yavru Türk satın alacağı için, cuma akşamları sabaha kadar heyecandan uyumadığını hâlâ hatırlıyor. İdolü ise dergide yer alan Çetin Kaptan adlı çizgi roman karakteri. Çetin Kaptan’ın bir sandalı, sandalının da bir yelkeni var. Askeriyede doktor olan babası ilkokul sıralarında “Yavuz” gemisine başhekim olunca, gelecekteki mesleği yavaş yavaş şekillenmeye başlıyor. O günler tarihe İkinci Dünya Savaşı ile geçen günler… Hani sadece bir pantolon bir gömlek için aylarca hayal kurulan, ekmeğin karneyle alındığı, dünyanın gördüğü en büyük fakirliğe şahit olan zamanlar…

Başarılı bir öğrenci…
Kabataş’ın ardından Yüksek Denizcilik Okulu’ndan birincilikle mezun oluyor. Gemilere merak sardığı için meslek seçiminde hiç kararsızlık yaşamıyor. Babasıyla Yavuz gemisini gezme fırsatı bulması bir yana, halasının oğlu Cezmi Biren de denizciliği meslek seçiyor, hatta sonradan amiral oluyor. Belki halasının oğlunun da olumlu etkileri var üzerinde. Ferit Biren denizciliği seçtikten sonra kardeşi Işık da tercihini amirallikten yana kullanıyor.  Ferit Biren Kabataş’tan sonra Teknik Üniversite’ye giriyor. Amacı gemi inşa mühendisi olmak. Sonra Teknik Üniversite’den çıkıp Yüksek Denizcilik Okulu’na…
Bugün geriye dönüp baktığında, “Uluslararası komodor oldum.  Bütün ülkelerin filolarına resmi ziyaretlerde bulundum. Yeni Zelanda’dan Hawaii’ye kadar, Japonya’dan İsveç’e kadar bütün filolarda çok güzel ağırlandım. Denizde çok şey kazandım, hiçbir zaman da pişman olmadım” diyor mesleği ile ilgili olarak.
Okulu bitirince yedek subaylık ve gayet rahat bir askerlik dönemi var. İlk iş teklifini ise Haşim Mardin’den alıyor. “Haşim Bey çok iyi bir armatördü, yeni mezun olduğum halde bana büyük önem verirdi. Hâtta işe başlarken arabasını gönderip beni aldırdı ve bir parti verdi benim şerefime. Çok kalabalık bir davetti. Sonra beni tekrar şoförü ile evime gönderdi. Daha yeni mezun olmuş genç biri için çok gurur verici bir olaydı. Ondan sonra ben Raman Tankeri’ne gittim. Bana 750 lira maaş veriyordu. Benim gibi yeni mezun olmuş olan arkadaşlarım 250 lira alıyorlardı. Dolayısıyla oldukça mutluydum.”

Gemimizi kaçırdık, Almanya’da meşhur olduk
Bunca yıl denizde geçer de şok eden maceralar yaşanmaz mı, Ferit Biren’in hayat hikâyesinde neler var neler: “Ben Raman Tankeri’ne 3. Kaptan olarak katıldım. Ham petrol yüklüydü tanker. Basra Körfezi’nden gelip Liverpool’a gidiyordu. Orada bir rafineriye yükü boşaltacaktı. Liverpool’da geminin special survey’i geldi. Bu special survey’e girmek üzere Bremen’e gittik ve tersanede tamire girdik. Tabii gemi eski bir gemiydi. Epey işler yapıldı, çok kaldık Bremen’de. Tamir 5-6 aydan sonra bitti fakat tamir parası İstanbul’dan gelmediği için kalkamıyoruz. Sene 1954. Haşim Bey, ‘Parayı yatırdım bankaya’ diyor ama para bir türlü transfer olmuyor. Çünkü Türkiye’nin dövizi yok. Almanlar da gemiyi tutuyorlar. Haşim Bey Ermeni asıllı bir Türk Matmazel ile geldi, görüşmeler yaptılar, bankanın dekontlarını getirdiler. Ama Almanlar, ‘Para buraya gelmeden bırakmayız’ diyorlar, başka birşey demiyorlar. Bunun üzerine Haşim Bey, ‘Biz bu gemiyi kaçıralım’ dedi. Tersanenin içerisindeyiz, öyle bir yerde duruyoruz ki kaçmak mümkün değil. Bir kibrit kutusunu düşünün, bir ucu açık nehire doğru, kapalı olan üç tarafı tersane. Biz de tersanenin dar kenarında bağlıyız. Kış, şubat ayı, her taraf kar ve nehirde de buz var. Ben üçüncü kaptan olarak kıç postaya bakıyorum. Bizim yan tarafımızda da bir römorkör var ve onun içinde de iki tane nöbetçi… Römorkörün elektrik kabloları bizim üzerimizden geçiyor. Biz sabaha karşı halatlarımızı söktük. Her taraf buz ve oradan römorkörsüz çıkmak büyük bir sorun. Limandan ayrılıyoruz. Üzerimizden geçen kablolar teker teker kopmaya başladı. Şimşekler çakıyor! Römorkörün içindeki iki gözcü, ‘Ne oluyor!’ diye bulundukları yerden fırladılar, kaçacak yer aradılar. Biz açıldık, römorkörü de bıraktık. Son mendireğin ağzına geldik, orayı dönmek için demirledik, demirin üzerinde döneceğiz fakat ırgat arıza yaptı. Orada sürtündük. Tersanede alarmlar çalıyor, herkes koşuşuyor, kıyamet kopuyor! Biz ırgatımızı onarıp demirimizi aldık ve nehire çıktık. Son sürat gidiyoruz.  İki tane römorkör göründü, projektörlerini üzerimize tutuyorlar bizi durdurmak için. Bizi yanımızdan iterek sahile sürükleyecekler. Nehir bir cadde genişliğinde. Seyri tümüyle ben yürütüyorum. Çünkü bir hafta evvel bütün medcezir hesaplarını yaptım, nehrin bütün seyir haritasını çıkarttım. Harita kamarasındayım, Haşim Bey de benim yanımda. Biz köprü üstünden ne yapacaklarına dair talimatı veriyoruz. Fenerler var sahilde, zaten sahilde bu iş kılavuzlarla yapılıyor. İki noktadan bir hat geçer, bunun adı transittir. Eğer o hat güvenli bir yerden geçiyorsa ve siz de o iki noktayı tutturabiliyorsanız o zaman güvendesiniz demektir. Bunu baştan yahut kıçtan yapabilirsiniz. Bunun püf noktası budur. Tabii ben de bunu inceledim navigasyon prensibi ile. Biz sanki caddede gider gibi gidiyoruz. Römorkörler de yan taraftan bizim seyrimizi bozmak için itiyorlar. Güvertedeki gemiciler hortumlarla römorkörlerin bacalarından su sıktılar, römorkörler dayanamadı kaçtı. Bu sefer önümüze geçip projektörlerini tutmaya başladılar, göremeyelim ışıkları diye. Ama aynı şekilde yukarı, limana çıkan gemilerin de kullandığı transitler var, onlar bizim kıç tarafımızda kalıyor. Bu sefer de kıç tarafından bakarak ne yapmaları gerektiğini söylüyordum ve ilerliyorduk. Artık neredeyse Kuzey Denizi’ne çıkacakken iki tane hücumbot yaklaşmaya başladı. İkinci Dünya Savaşı yeni bitmiş, bunların hepsi Alman Donanması’nda görev almışlar. Ateş açtılar gemiye! Gemicilerden vurulanlar oldu. Bunun üzerine merdiven atıp yukarı çıktılar. İki gruptular, hepsi silahlıydı. Bir grup köprü üstüne, bir grup da makina dairesine geldi. Ellerimizi kaldırdık. Haşim Bey bana, ‘Lütfen söyleyin, onların üniformaları yeterli, silahlarını indirsinler’ dedi. Ben de söyledim. Bizden özür dilediler, silahlarını indirdiler hatta ahbap olduk kısa zaman içinde. Neyse biz demirledik, sonra kılavuz geldi, bizi alıp eski yerimize tekrar bağladı. Ama bu olaydan dolayı Almanya’da çok meşhur olduk. Bir gün önemli bir toplantıda bizim orada olduğumuzu öğrenince şerefimize kadeh kaldırdılar. ‘İşin hukuki tarafını, finansman tarafını bilemeyiz ama yaptığınız iş olağanüstü’ dediklerini çok net hatırlıyorum. Böyle de bir övgü aldık. Neyse, bu olay üzerine mahkeme oldu, para geldi ve biz kalkıp gidebildik.

Babamın 2. eşi, eşimin annesi
Haşim Bey’in ardından Ferit Biren’in iş hayatı Hayri Baran’ın Barbaros Tankeri’nde, tankercilikle devam eder. Basra Körfezi’nde uzun yıllar çalışır. Bu sırada babası emekli olur ve Ferit Biren evlenir. Babasının emekliliği ile konunun ne alakası var derseniz, babasının emekli olup evlenmeye karar vermesi ile Ferit Biren’in evliliği oldukça ilgili… Ortaokul yıllarında annesinden ayrılan babası, Ferit Bey’i yanına alarak babaanne ile birlikte büyütür. Emekli olan baba kendisi gibi bir çocuğa sahip, iyi bir hanımı beğenip evlenmeye karar verir. Bu arada Ferit Bey de babasının evlendiği hanımın ilk eşinden olan kızıyla evlenir. Filmlerdeki gibi ilginç başlayan bu evlilik, şimdi pırıl pırıl 3 çocukla hatta torunlarla süslü bir ailenin temelini oluşturur.
İş hayatında ikinci adres Deniz Nakliyat ve Yozgat Gemisi’dir. Uzun yılların ardından Deniz Nakliyat’ın Kocaeli gemisinde 2. Kaptanlık yaptığı bir dönemde, askerlik döneminden arkadaşı Malik Yolaç ile karşılaşır. Gelen teklif üzerine Merve gemisine gemi süvarisi olarak geçip kendi ekibini kurar. Yolaç’ın soyadını verdiği gemi ise filoda o zamanların en büyük ve en yeni gemisi durumundadır. Dolayısıyla Ferit Biren Yolaç adlı gemiye geçer. Tam 6 bin tonluk ama oldukça konforlu bu gemide, çok iyi bir mürettebat ve eşi ile dört yıl denizde çalışır. Çocuğunu yanında büyütebilmek için artık karada çalışmak istediğini bir yıl önceden Malik Yolaç’a bildirir. Bir süre yine Malik Yolaç’ın yaptırdığı gemiyi takip etmek için ailesiyle birlikte Anvers’te kalır. Sonunda kendi işini kurmak üzere 1960 yılında İstanbul’a döner. Önce Yedi Deniz’i, ardından Gemi Yap, Deniz Malzeme Güvenlik gibi diğer şirketlerini kurar. Şu anda Rota Yat isimli bir gezi teknesi olan Ferit Biren, 1980 yılında Dolmabahçe Rotary Kulübü’nün kuruluşuna öncülük ederek kulübe başkan olur. İstanbul Filosu Komodoru, Türkiye Filoları Komodoru derken Uluslararası Komodor seçilir. İki yıl uluslararası komodorluk yapmak hayatının en gurur duyduğu, en zevkli görevi olur.
Geriye dönüp baktığında, hayatında yakaladığı başarılı çizgiyi, yaptığı işleri severek yapmasına ve özel hayatı ile iş hayatı arasında, çalışma ve dinlenme arasında kurduğu dengeye bağlıyor. “Benim yaşım 80 ama ben 160 yıl yaşadım diyorum. Çünkü eskiden günde 16 saat çalışırdım. Bilirkişi raporları yazıyorum, makale yazıyorum. Hocalık yapıyorum. Okul gemisi süvariliği yaptım. Ama yaptığım işlerden her zaman zevk aldım. Büyük bir keyifle yaptım. Denge dedim ya, o dengeyi hiçbir zaman gözden uzak tutmadım. Mesela her kış kayak yaparım, hâlâ giderim. Yazın yelkenli yaparım. Mesela en son aldığım on metrelik yelkenli ile Fransa’dan buraya geldim üç haftada. Şu anda yaz gelse de yelkenli ile bir yerlere gitsem diye sabırsızlanıyorum” sözleri, yakaladığı bu uyumun bir kanıtı…
Yarım asırdan fazla bir süreyi sektörde oldukça aktif işlerde geçiren biri olarak Biren, Deniz Ticaret Odası’nın kuruluşunda ve sektörün daha iyi koşullara kavuşmasında rol oynamış isimlerden biri. “Ulusu hükümeti DTO’nun kurulmasını istedi ve beni kurucu heyetin başına getirdiler. Şu anda yine bana ait olan Saadet Apartmanı’nın 6. katında ofisim vardı.  Orada 5-6 kişi DTO’nun kurulması için toplantılar düzenlemeye başladık. Heyetin başında da ben bulunuyordum.  Kuruluş kanunu hazırlandı, Amiral Celal Eğicioğlu meclis geçici başkanı olarak belirlendi. Sonra da Ziya Kalkavan geldi. DTO’nun kuruluşunda kurucu heyet olarak bizim büyük çalışmalarımız olduğunu düşünüyorum. Meslek komitelerinin kuruluşu, onların oluşturuluşu ve bir odanın ortaya çıkması için gerekli olan yapılandırmayı biz organize ettik. Aynı dönemde yani Ulusu başbakanken, kardeşim Amiral Işık Biren koordinatördü. Yani ekonomik ve ticari bakımdan sektöre yol açabilecek bir pozisyondaydı. Bugün Ege’de o zamanları bilen yatçılarla, marinacılarla konuşursanız, size şu anki imkanlara o zaman kavuşulduğunu söyleyeceklerdir.” Bülent Ulusu’nun başbakanlığı döneminde denizcilik için çok iyi işler yapıldığına inanıyor ama Özal’ın dönemini daha da önemli, denizcilik açısından daha da faydalı bir dönem olarak görüyor.

Atatürk’ü anarken…
Tanıyanlar bilir, Ferit Biren’in fiziği aynı Atatürk’e benziyor. Ama daha önemli olan, Atatürk’e ve yaptıklarına duyduğu büyük hayranlık: “Eşim de ben de Atatürk hayranıyız. Mesela “Atatürk’ü sever misiniz?” diye soruyorlar, ne kadar saçma! Atatürk’ü sevmek ne demek? Eğer sen, ‘En hakiki mürşit ilimdir’ sözünü benimsiyorsan; ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözünü benimsiyorsan mesele yok. Bu sözlerin içindeki manalara bakın siz! Atatürk için günlerce konuşulabilir, aylarca konuşulabilir. Atatürk için en zor şey kısa konuşmaktır. Bugün birçok toplumda, birçok lider imaj peşinde. Bu imaj denen olgu 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı dünyada. Ama Atatürk daha öncesinde de imaja çok büyük önem verdi. Bence dünyanın en şık lideri Atatürk’tü. Tanıdığım hiçbir kont, dük, prens, lider Atatürk kadar şık değildi. Çünkü Atatürk nerede ne giyeceğini biliyordu. Biz bugün Atatürk’ü hep bize verdiği imajlarla hatırlıyoruz. Dediğim gibi Atatürk sembolik konuşurdu, lakonik konuşurdu. Asker olmasına rağmen ekonomiye önem verirdi. Bence dünyanın en müthiş kumandanıydı. Büyük bir dahiydi. Bakın Yunanlılar’ı dışarı atıyor, imha etmiyor! Mesela Sakarya Savaşı, aslında çok büyük bir zaferdir, muazzam bir stratejidir, çünkü silah bakımından, asker bakımından, imkanlar bakımından, lojistik bakımından çok zayıf olduğu halde çok güçlü gelen bir orduyu oyalayarak bitirmiştir. Çanakkale yine öyle… Neden Anafartalar Kahramanı diyorlar? Çünkü Kolordu Komutanlığı’na ‘burada bekleyin, düşman buradan gelecek’ diyor ve dediği çıkıyor.”

Denizde 1 trafikte 10 kayıp
Anneler çocuklarının denizci olmasından korkar, tehlikeli bir meslek olduğunu düşünür. Oysa bu deneyimli denizci hem gençlere hem de ailelere mesleğini şiddetle öneriyor. Denizcinin en büyük derdi hasret ama gençler denizi sevmeli diyor. Biren aynı sınıftan mezun olduğu arkadaşları arasında 100 kişiyi düşününce, 3 tanesini deniz kazasında kaybettiyse en az 35-40 kişiyi karayollarındaki kazalardan kaybettiğini belirtiyor. Onun için deniz karayolundan çok daha güvenli.
Son yıllarda çocuklarını büyütmenin mutluluğuna torun sahibi olmanın keyfini ekleyen Ferit Biren hâlâ oldukça aktif. Üzerinde çalıştığı son proje ise Türkiye’nin ilk kabasorta gemisini yapmak. Çok görkemli bir gemi yapmak için kurdukları dernekte Deniz Kuvvetleri’nden üç amiral var. Amatör denizcilerin ve yatçıların da yer aldığı ekip, planlanan gemiyi hayata geçirebilmek için var gücüyle çalışıyor. Ortaya çıkartılacak gemi ise deniz okullarının yani gençlerin hizmetine sunulacak. Öyle heyecan verici bir proje ki, içinde 10 tane engellinin yelken yapabileceği bir düzenek bile unutulmamış. Deneyimlerini bu ülke ve genç denizciler yetiştirmek için harcayanlara, 80 yaşında bile var gücüyle çalışan Ferit Biren gibilere büyük bir teşekkür borcumuz var.

Türk Denizciliği’nin Seyir Defteri: Denize Ekilenler…
Kaptan Ferit Biren’in 2003 yılında basılan “Denize Ekilenler” isimli kitabı yayınlanan çeşitli yazılarını bir arada sunuyor. Değerli bir kaynak olan kitap Biren’in Hürriyet, Milliyet, Cumhuriyet, Akşam, Yeni Gazete ve Dünya gibi günlük gazeteler ile sektörel yayınlarda kaleme aldığı yazılardan oluşmakta. Biren’in gözlemleri, deniz ticareti, gemi inşası gibi pek çok konuya ışık tutarken, Türk Denizciliği’nin geçmişten bugüne gelişimini de gözler önüne sermekte…
Denize Ekilenler adlı kitapta sayfalar arasında gezerken sektör hakkında değerlendirmelerin yanı sıra bir denizcinin karşılaştığı, çoğu zaman tehlikeli ve bir o kadar da renkli anıları görebilirsiniz. Türkiye’ye ilk kez Ro-Ro sınıfı 2 gemi kazandıran Kaptan Ferit Biren, genç kuşaklara örnek olacak bu önemli deneyimi de okurlarıyla paylaşıyor:
“Roll on/roll off”, kıcasa Ro/Ro sınıfı gemilerin gelişmesini ve deniz taşımacılığına sağladığı olanakları ilgiyle izliyordum. 1971 yılından itibaren Ro-Ro inşa eden tüm tersanelere gittim. Limanları dolaştım. 1976 yılından itibaren gemi yaptırmak için olanak aramaya başladım. Fransa’ya, Almanya’ya, İsveç’e, Danimarka’ya nihayet Norveç’e gittim.” Bu heyecan veren girişim adım adım gerçeğe dönüşüyor ama sorunları da peşinden getiriyor ne yazık ki. Biren yaptığı görüşmeler sonucunda gemilerin inşaası için uygun koşullar yaratmayı başarıyor. Yüzde 10’u peşin, yüzde 90’ı üç yıl ödemesiz, 6 aylık taksitler halinde ve 15 yılda geri ödenecek, Norveç Kronu üzerinden düşük faizli bir yükümlülük bu… Yirmiyi geçen hissedarla şirket kuruluyor. Fakat bulunan sermaye olması gerekene göre bir hayli düşük. İlk gemi “Dr. Adnan Biren” için Denizcilik Bankası’na teminatın yüzde 25’i kadarı gayrimenkul ipoteği gösterilerek alınan teminat mektubu ile alınacak. Alınan mektup Norveç’e gönderiliyor. Geminin teslim tarihi geldiğinde, Türkiye’nin yetmiş sente muhtaç olduğu kötü zamanlar yaşanmakta. 1979 yılı sonlarına doğru Türk Lirası’nın yüzde 200 değer kaybetmesi masrafları öngörülemeyecek noktalara getirince bütün hesaplar bozuluyor.  Yani gemi teslimatı için peşin ödenmesi gereken yüzde 10 ödenemiyor. İkinci gemi için yeniden teminat mektubu alabilmek bile bir sürü külfete mal olacağından, Norveç bu konuda da tolerans göstererek teminat mektubu istemeden gemiyi vermeyi kabul ediyor. Yani 1979 yılının aralık ayında ikinci gemi “Transdeniz” Norveçliler’den alınıyor.  Biren o günleri “Bir özel şirkete 22 milyon dolayında kredi vermeleri bize, çalışmalarımıza olan saygı ve güvenlerinden kaynaklanıyordu” sözleriyle değerlendiriyor. Türk Lirası’nın değer kaybı ve iki geminin ödenemeyen borçlarının yanı sıra 12 Eylül 1980 darbesi de o dönemde koşulları zorlaştıran önemli unsurlar. Türkiye’deki sorunların yanı sıra 1981 yılında Norveç’te yapılan genel seçimler de Ro-Ro gemileri için süreci zorlu bir hale getiriyor. “Bize gemileri veren iktidardaki Sosyalist Parti sürekli tenkit ediliyor, ‘Bir Türk şirketine gemileri parasız pulsuz verdiniz, Norveç vergi mükellefinin verdiği paraları Türklere kaptırdınız’ deniyordu.” Birbirini izleyen pek çok olumsuzluğun ardından Ro-Ro’lar Denizcilik Bankası’na devrediliyor. Şirket hissedarları hisselerini Erdal Aksoy’a satınca, Aksoy Transbalkan’ın sahibi oluyor. Biren o dönemi yorgun ve kırgın kapatsa da hayranlık uyandıran ve genç kuşaklar için örnek olacak bu girişimcilik örneği, Türk Denizcilik Tarihi’ne önemli bir aşama olarak yazılıyor. Özetlenmesi oldukça zor bir hayat hikayesini ve denizcilikte girişimlerden doğru dersleri almayı öğrenmek açısından mutlaka okunması, üzerinde çalışılması gereken bir anı ve belge kitabı.

[/membership]

Bunu Paylaşın