Dünya ne kadar küçük…

Yeşim Yeliz Egeli

yesimegeli@marinedealnews.com

Hemen aklıma şu soru geliyor: Sektörler arasında önemli, hayati, olmazsa olmaz denizcilik sektörü ne kadar büyük? İşte tam da burada düşünürken, zihnime, çengel gibi takılan diğer soru ise, ‘Türk denizcilik sektörü, dünya denizcilik sektöründe imalat sanayi ve üretim teknolojileri konusunda ne kadar bir büyüklüğe ve öneme sahiptir?’
Bugüne kadar büyümenin gereği olarak yazdığım ve ısrarla üzerinde durduğum konuların günümüz dünyasının da savunup uygulayarak dönüp dolaşıp geldiği yer “birlik” içinde “kuvvet” olabilmek. Benim de altını çizmek istediğim konu ise küreselleşen dünyada yaptığı işlerle “Türk denizciliği” olarak “tek” anılabilmek için birlik olmak.
İnanın istesek de, istemesek de zaten öyle anılıyoruz. İmkanzısı başarıp mühendislik harikaları da yaratsak, küreselleşen Dünyada “bir”imizin yaptığı olumlu veya olumsuz bir iş, bunu yaşayan karşı tarafın algısında yani aynı uyruğa sahip diğerleri için “bu da aynıdır” anlayışını yaratıyor ve onun sahip olduğu network ağıyla dalga dalga yayılıyor. Sonuç: Uğraş dur, en iyi anlaşmayı vaat et, en iyi projeyi veya hizmeti sun, maliyetine işi yap, ekmek teknesidir deyip kendini kanıtlayana kadar sinir harbine gir… Aldın mı işi, elde ne var: Topumuz.
Küreselleşmeyi ateşleyen üç önemli unsur: Üretim, iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki gelişmelerdir. Uluslararası anlaşmalar ile başkaları tarafından düşünülüp gücü elinde tutmak adına akıllıca yaratılan (bazen açık-seçik dayatılan) bilgiyi, yaratan ve uygulayan olmak desem… Türkiye olarak sahip olduğumuz yegâne -kazanmak için çok uğraştığımız- değerleri, geçmişten bu güne yarattığımız ve bugün itibariyle sahip olduğumuz tecrübeyi toplasak “ortak akıl” sağlayamaz mıyız?
Ne yaman çelişkidir ki, 1980’li yılların başında Türkiye, Dünya Bankası, OECD ve IMF gibi kurumların yönlendirmeleriyle “küreselleşme” sürecine sokulurken ikinci bir akım olan “bölgeselleşme”, dünyada özellikle Avrupa Topluluğu’nda daha da önem kazandı. Üye sayısını artırma siyasal birlik olma girşimleri derinleştirilerek ivme kazandı.
Dünyanın küreselleştiğini söylüyoruz ama bu dünyada yaşayan beyinlerin yüzde kaçı tam anlamıyla küreselleşme algısına sahip olarak bunu istiyor ve yüzde kaçı bunu gerçekten istemiyor? Ya da hangi ülkelerin ve bölgelerin küreselleşmesi isteniyor hangilerinin istenmiyor diye de sorabiliriz soruyu… Küreselleşme ile zayıflatılan ulus-devletlere karşı, bölgeselleşme ile eski güçler yeni bir yapılanmayla yeniden ortaya çıkmıyorlar mı? “Birlikten kuvvet doğar” mantığıyla yeni bölgesel birlikteliklerle kendi ülkelerini ekonomi başta olmak üzere bir çok alanda güçlendirmiyorlar mı?
Dünya ülkeleri arasında söz edilmesi gereken önemli faktörlerden biri rekabettir. Globalleşme ise, beraberinde farklılaşmayı da getirirken bu “farklı” ürünlerin rekabet gücüne yansımalarında fiyat ve kalite ön plandadır. Bu rekabeti doğuran en önemli iki değişken, ürün çeşitliliği ve kapasitedir.
Biz bir çok alanda bunları yapabilecek güce sahip miyiz, sahibiz! İş organize olabilmekte ve işin gereklerini uzun vadede hesaplayabilmekte.
Dünya o kadar küçük ki, ve biz o kadar girişken ve başarılıyız ki, hal böyleyken görmediğimiz ve hatta çözemediğimiz denklem: Dünyanın küçük bizimse “bireysel” olarak “büyük” olduğumuz yanılsaması. Küreselleşme enstrümanlarıyla dünyanın öteki ucundan müşteri bulmuş, görüşme sağlamışız… Eeee, bir de ne görelim, bir başka Türk, bizden önce çalmış o kapıyı, kendi değer yargıları karşı tarafın değer yargılarıyla çarpışmış, neticede haklı ya da haksız karşı tarafa göre bir hata yapmış! Hadi buyrun… Dünya ne kadar küçük değil mi? Sen kalk Türkiye’den, al eline tecrübeni, koy çantana tüm azmini, uğraş dur, ne o: İşimize, ülkemize değer, devletimize katma değer sağlayacağız, yaşayıp yaşatacağız… Bir de ne görüyorsun, biri gelmiş senden önce bindiği(n) dalı kesmiş! O adam sana dünyalı mı der, yoksa Türk mü? Şimdi istediğin kadar didinip çabala, biz iyiyiz demek için… Adamın sütten ağzı yanmış, seni de üfleyecek elbet. The big question is: Kim kazandı, birlik olan mı, olmayan mı?
Kazanan elbette Türk olmayan öbür dünyalı.
Merak ediyorum; her branşta bu kadar kıymetli profesörlerimiz, ödüller alan üniversitelerimiz, insanlık adına bu kadar hayırsever iş adamımız, karın tokluğuna çalışan insan kaynağımız varken, üstelik geçmişten günümüze miras, yüzyıllara meydan okuyan bir devletimiz yani gücümüz varken, üstelik dünyanın henüz gelişmemiş büyük bir bölümünde gelişme sancıları da varken, hiç gemi makinesi üretip bir dünya markası yaratmayı düşündük mü?
Diyeceksiniz ki, “Ne gemi makinası? Bugün gemi siparişi dahi alamıyoruz!” Evet haklısınız, ancak bugün bahsettiğim basit denklemi çözemez isek, beyin göçü ihraç etmeye ve güç olacakken, maalesef, bunu yaratmak için zaman ve kaynak ayıran güçlere hizmet etmeye, talep edilen taraf olmak varken, talep etmeye mahkûm olacağız. Adamlar koyunları klonlarken biz ne yapıyoruz? Varın siz bu söylediğimi her bir üretim ve hizmet kolu için uygularak cevaplayın.
Demem o ki: Birbirimizi yemeyi bırakıp size, Türk denizciliği adına gelen yenilikçi fikirleri, genç veya olgun beyinleri değerlendirmeye alalım, yardımsever devletimizin yardımına sığınıp engelleri istikrarlı ve hazımlı (!) aşalım. Fikir gelmiyorsa toplanıp topumuz, yaratalım. Atılan her adımın eninde sonunda beni, seni, onu değil, hepimizi etkilediğini artık anlayalım.
Çok mu oldum? Bırakın az olacığıma çok olayım!

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yesimegeli@marinedealnews.com