Batı’nın kaygıları batıl mı, gerçekçi mi?

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Ekonomik alanda devasa adımlarla ilerleyen Çin’in askeri alanda da gelişiyor olması, ABD başta olmak üzere Batı’da endişe ile izleniyor. Bu kaygılar kriz dönemi paranoyası mı, yoksa yeni dengelere doğru kaçınılmaz ilerleyişin habercisi mi?

Çin liderinin ocak ayındaki ABD ziyareti bir kez daha ortaya çıkardı ki, batılı ülkeler Çin ekonomisinin her geçen gün biraz daha büyümesi karşısında hâlâ aciz. Dahası, dünyada oluşmakta olan yeni dengeler, özellikle Asya’da, Çin’in hakimiyetinde şekilleniyor ve herkes gibi batı ülkelerinin politikacıları da bunun farkında.
Batılılar her gün biraz daha ağırlığını hissettikleri bu durum karşısında, Çin ile ekonomik işbirliğini geliştirmeyi kaçınılmaz olarak öncelikli hedefleri arasına koyuyor. Nasıl duyarsız kalabilirler ki?.. Bir yandan batı pazarları Çin mallarının istilası altında ve yerli ekonomilerin özellikle kriz döneminde koruma politikaları uygulamak dışında pek şansı yok; bir yandan da Çin Batı’nın iştahını kabartan dev bir pazar aslında. Daha geçenlerde, Çin lideri Hu Jintao’nun ABD ziyaretinde, ABD’nin ekonomi alanındaki yetkili isimlerinden Maliye Bakan Yardımcısı Lael Brainard, Çin’in ABD için önemli bir ihracat alanı olduğunu söylemedi mi? Brainard ısrarla, Çin’in yuan’ı dolar karşısında düşük tutma politikasına rağmen ilişkileri sadece bu noktadan ele almamak gerektiğini vurguluyordu. Maliyenin yetkili ismi, ABD’nin 2010 yılında Çin’e yaptığı ihracattaki büyüme hızının diğer ülkelerin iki katı olduğunu, ABD’nin Çin pazarına ne kadar fazla ihtiyaç duyduğunu anlattı durdu.
Ekonomi dışında da durum pek farklı değil. BM’de veto hakkı da bulunan Çin’in, İran’ın nükleer programı ya da diş göstermeye başlayan Kuzey Kore gibi Batı’nın başını ağrıtan konularda desteği çok önemli. Ancak batılı ülkeler bir yandan da Çin’le takışma pahasına, Çin’in kendi parçası kabul ettiği Tayvan’a yıllardan beri destek veriyor. Kısacası, Batı sakal-bıyık ikileminde sıkışıp kalmış durumda.
Ancak Batı’nın kaygıları batıl inançlardan kaynaklanmıyor. Çin’in ekonomik yükselişinin sadece son evresine göz atmak bile endişeleri anlamak için yeterli. 2010 itibarıyla artık dünyanın ikinci büyük ekonomisi olarak anılan Çin, ülkenin resmi makamlarının açıklamalarına bakılırsa, geçen yıl beklenenden daha fazla büyüme gösterdi: yüzde 10.3.
Bir başka taze veri de aynı şekilde Çin ekonomisindeki yükselişi teyit ediyor. Financial Times gazetesinin yaptığı araştırmaya göre, 2009 ve 2010 yıllarında Çin bankaları, ki devlet denetimindeki bankalar bunlar, kalkınmakta olan ülkelere ve bu ülkelerin şirketlerine 110 milyar dolar kaynak sağlamış. Bu rakamın ne derece yüksek olduğuna dair bir kıstas olması bakımından vurgulamak da yarar var: Çin’in, 2008 ortasından 2010 ortasına uzanan zaman diliminde yaklaşık 100 milyar dolar kredi veren Dünya Bankası’nı geçtiği anlamına geliyor bu.
Çin ekonomisinin penceresinden bakıldığında 2011’in de getirecekleri pek farklı değil. Çin Bilimler Akademisi dahil olmak üzere birçok kurumun yaptığı tahminler aynı yönde: 2011 yılında Çin ekonomisinde yine hızlı bir büyüme olacak, oran yüzde 9.8‘e kadar ulaşacak.
Batılı ülkelerin en büyük kaygılarından biri de yakın gelecekte askeri alanda gelişkin ve etkin bir Çin’le birlikte yaşamak. Çin‘in savunma bütçesinin on yıl içinde, 1999‘dan 2009 yılına kadar üç katına çıktığı ve 2010 yılı askeri bütçesinin 78 milyar dolar civarında seyrettiği düşünüldüğünde Batılı kaygıları açıklamak kolaylaşıyor elbette. Ancak bu rakamlara Çin’den bakılınca farklı sonuçlara ulaşmak da mümkün. Çin’in savunma harcamalarındaki artış oranı geçen yirmi yıl göz önüne alınırsa, ilk kez yüzde 10’un altına inmiş durumda. Çin’den bakarak konuşan birçok uzman, 78 milyar dolarlık savunma bütçesinin bütün ekonomiye oranlandığında düşük olduğunu söylüyor. Çinli yetkililerin savunma bütçesinin gayri safi yurtiçi hasıladaki payının yalnızca yüzde 1.4 olduğuna vurgu yapması boşuna değil galiba. Bu oran ABD’de yüzde 4’ün, İngiltere ve Rusya’da yüzde 2’nin üzerinde. Hatta ekonomisinin önemli bir ayağı silah sanayi üzerine kurulu ABD’nin savunma bütçesi, Çin‘in savunma bütçesinin neredeyse on katı.
Yine de Batılılar Çin’in askeri açıdan güçlenmesine kaygıyla yaklaşıyor işte; Çin’in kendi etki alanındaki güç dengesini değiştirebileceğinden, hatta zamanla ABD’ye küresel düzeyde rakip olacağından korkuyorlar. Gerçi Çin lideri ABD gezisi esnasında “barışçıl kalkınma“dan söz ederek, bir silahlanma yarışı içine girmeye niyetleri olmadığını belirtti ama ABD birkaç sözle tatmin olacak değil tabii. Çin lideri Hu’nun “hiçbir ülke için askeri tehdit oluşturmuyoruz. Çin hiçbir zaman askeri hakimiyet ve yayılmacılık peşinde olmayacak” sözleri genel bir politikayı yansıtsa da Tayvan ve Tibet‘le ilgili olarak geri adım atmadığı ortada. Bu konuları ülkesinin toprak bütünlüğü çerçevesinde değerlendirdiklerini de söyledi Hu: “Bunlar 1 milyar 300 milyon Çinli‘nin milli duygularını incitebilecek meseleler.“
Çin‘in askeri alandaki gelişmesine dair ABD’nin esas derdinin bölgedeki çıkarlarını korumakta güçlük çekeceği bir noktaya gerilemek olduğunu savunan çok sayıda dış politika uzmanı var. Onlara göre ABD’yi korkutan 2 milyon 300 bin kişilik Çin ordusu değil. Gözlemlere ve tahminlere dayanan analizler bu ordunun sayısal üstünlüğünü kabul ediyor ama genel olarak pek de gelişmiş olmadığını da vurguluyor. Mesele Çin’in askeri yatırımları gündemine almış olması; bir başka ifadeyle, Çin’in niyetini bozmasından korkuyor ABD. Amerikalı yetkililer açıkça Çin‘in silah programlarının varlığını ve kapsamını sorguluyor. Özellikle ABD’nin uçak gemilerini de batırabilecek gücü hedefleyen balistik füze programını. Çin yönetimi ise bu kaygılara pek prim vermiyor. Yakın zamanda, ABD savunma bakanının Çin ziyareti sırasında, Pekin yönetimi ilk hayalet bombardıman uçağının denemesini yaparken çok rahattı. Her ne kadar bunun “önceden planlanmış“ ve “tesadüfi olarak o tarihlere denk geldiği“ açıklaması yapılsa da denemenin zamanlamasının diplomatik bir mesaj içerdiği çok açık.
Çin’in j-20 tipi hayalet uçağı, birçok uluslararası politika uzmanına göre, Pasifik’te güç dengelerini etkileyebilecek düzeyde önemli. Tabii kastedilen etki, ABD’nin uçak gemilerinin Pasifik’te eskisi gibi rahat olamayacağı.
Belli ki 1989’daki Tiananmen Olayları’ndan sonra, Çin’e yüksek teknoloji satışını kısıtlayan bir tür ambargo uygulayan ABD işlerin buraya geleceğini düşünmemiş. 20 yılı aşkın zamandır yürürlükte bulunan ambargo bugün artık tartışılır hale gelmiş durumda. Şimdi AB’nin önemli ülkesi Fransa ve İspanya gibi üyeler ambargoyu gevşetmekten söz ediyor ve bu, ABD’nin sıkıntılarına sıkıntı katıyor. Tahmin edilebileceği gibi ABD ve en yakın müttefiki İngiltere ambargonun devamından yana. Ne var ki Çin ambargoya rağmen varacağı yeri gösterdi. Böyle bakınca, ambargonun artık sadece ABD’ye zaman kazandırmaktan başka anlamı olmadığını söylemek pek de yanlış olmaz herhalde.
ABD’yi rahatsız eden gelişmeler sadece bunlarla da sınırlı değil. Ocak ayında, aşağı yukarı Çin Lideri‘nin ABD ziyaretinin sonuna denk gelen bir tarihte, Çin ile Rusya arasında da bir görüşme gerçekleşti. Çin Devlet Müşaviri Dai Bingguo, Çin-Rusya Stratejik Güvenlik Görüşmeleri’nin beşinci turuna katılmak üzere Rusya’ya gitti. Çinli ve Rus yetkililer uluslararası ve bölgesel sorunlarda ayrıntılı fikir alışverişinde bulunduklarını söylediler.
Kısacası Çin, elindeki kozları çok iyi oynuyor ve giderek daha fazla yer kaplıyor dünyada. Batılıların kaygılarının ayna tuttuğu gelecek, ABD için pek de parlak olmayabilir. Ama bu da bir kehanet değil zaten; filmi buraya kadar izleyenler için bu son pek de sürpriz olmayacak.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com