‘Bir denizci için tek gizemli şey denizdir’

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Edebiyatın denizci karakterlerinin duruşu net, tavrı katıdır. Hemingway’in yaşlı adamı, Nautilus’un dâhi kaptanı, Moby Dick’in can düşmanı, vs… Her birinin denize karşı tavrı insan doğa ilişkisine bir bakışı yansıtır. Bir de morina kafalılar var tabii, denizden beslenen, denizi tüketen

Başlıktaki sözler yazar Joseph Conrad’a ait. Bir buharlı geminin kaptanlığını yaptığı dönemden izler, gözlemler taşıyan Karanlığın Yüreği adlı eserinden.

“Her gemi birbirine benzer, denizse hiç değişmez. Onlar (denizciler) için, değişmez çevrelerinin önünden akıp giden yabancı kıyıları, yabancı yüzleri, yaşamın değişken görkemini örten şey bir giz perdesi değil, biraz aşağılayıcı bir yadsımadır – çünkü bir denizci için tek gizemli şey, yaşamındaki tek sevgili, yazgı kadar bilinmez olan denizdir.”

Her kaptan Conrad değil tabii. Dünya edebiyatının en bilinen kaptanlarından tahta ayaklı Ahab bilincindedir denizdeki varlığının, bu kadar hırsla neyin peşinde olduğunun, denizde ne aradığının; onun derdi beyaz balinayı öldürmektir.

“Hangi sinsi, kurnaz tanrının; hangi hain, taş yürekli kralın buyruğuyla tüm sevgileri, özlemleri tepip, zorla, soluk soluğa gidiyorum bu yolda? Yüreğimin kendiliğinden yapmayı göze alamayacağı bu çılgınlığa beni sürükleyen nedir? Ahab, Ahab’ın kendisi mi? Tanrım… Kendim miyim ben? (…) Kaderin elidir bizi böyle döndüren. Ama bir yanda da hiç değişmeyen, böyle gelmiş böyle giden, bu gülen gökyüzü, bu dipsiz deniz var! Bak, şu Albatros’a bak! Kim saldırtıyor onu uçan balığın üstüne böyle? Katiller nereye gidecek, söylesene bana? Yargıcın kendi de sanıklar arasındaysa, kim yargılayacak katilleri?”

Kaybettiği bacağının intikamını almak için bir ispermeçet balinasının peşinde hayatını geçiren Ahab’ın Moby Dick’i öldürme tutkusu, insanlığın doğaya hâkim olma, ona üstün gelme takıntısıdır bir bakıma. Doğanın özgünlüğünün ve gücünün simgesi Moby Dick dünyanın, denizlerin sadece insanlara ait olmadığını gösterir. Dahası, doğaya üstün gelme çabasının beyhudeliğini vurgular. Ve belki en önemlisi, bu hırsın insanları yok oluşa götüreceğini çarpar yüzümüze. Son anlarında şöyle haykırır Ahab.

“Cehennemin dibinden saldırıyorum sana! Son soluğumu olanca hıncımla tükürüyorum suratına! Batsın tüm tabutlar, tüm cenaze arabaları bir tek bataklıkta! Madem benim ne tabutum olacak ne de cenaze arabam, ben seni kovalarken, sen de paramparça et beni!”

Herman Melville’ın ünlü romanı Moby Dick’in Türkçe çevirmenlerinden edebiyat profesörü Mina Urgan “bir tek düşünceye saplanmış, tüm insanlara karşı, doğaya karşı, Tanrıya karşı, hatta kendi benliğine karşı savaşan bir monoman” der Ahab için. Doğayla uzlaşamayan insanlığın hırslı, huzursuz hâlidir Ahab.

Kendine özgü bir asi

En az onun kadar ünlü bir başka denizci karakter olan Nemo’nun da kişiliğinde nefret önemli bir yer tutar ama denizle ilişkisi farklıdır. Jules Verne’nin Denizler Altında Yirmi Bin Fersah kitabının Kaptan Nemo’su kendini denize ait hisseder, denizin içinde evinde olduğunu düşünür. Özgürlüğü de es geçmez, “Üstelik dünyanın üçte biri denizlerle kaplıyken, başka nerede dolaşarak bu kadar çok alan ve özgürlüğünüz olabilir ki…” der.

Dâhi bir biliminsanı olan Nemo’nun nefretinin kaynağı insanların yeryüzünde kurmuş oldukları düzendir. Bir inci avcısının hayatını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye attıktan sonra söyledikleri dünyadaki mevcut düzenden, ilişkilerden neden uzak durduğunu da anlatır. “

Bakın insanlıktan nefret ettiğim doğru. Ama bugün kurtardığım adam insanlığın koyduğu birçok ezici kuralın, sınıf farkının ve gereksiz entrikalarla yönetilen devletlerin bir kurbanı. Hayatı boyunca çalışmış ama hiçbir zaman çalışmadan başkalarının üzerinden geçinenlerin sahip olduklarına sahip olamamış. Sürekli haksızlığa uğramış ve ezilmiş. İşte bu nedenle onun sahip olduğu tek şeyi olan hayatı için kendiminkini seve seve feda edebilirim. İnsanlığa karşı olan nefretime gelince; bu sadece insanların onların kurallarıyla oynamayan herkese karşı duydukları nefretin bir yansıması o kadar.”

Kaptan Nemo doğanın işleyişine ters düşmemeye de çalışır. Balina avcısı Ned’in güney balinalarını avlamasını engeller. “Bu hayvanların ne eti ne de sütü hiçbir işe yaramaz. Sadece öldürme güdünüzü tatmin etmek için de bu hayvanlara zarar vermenize izin veremem.” İnsanların doğaya karşı yaygın tavrına açık bir karşı çıkıştır bu.

Denizlerin dürüstlüğü

Büyük bir kılıçbalığının peşinde, günlerce inanılmaz bir mücadele veren, Ernest Hemingway’in ünlü ihtiyar balıkçısı da Kaptan Ahab kadar inatçıdır ama nefretle dolu değildir. Aksine, denize ve balıklara duyduğu saygı daha çok Kaptan Nemo’nun tavrına yakındır.

Yakalamaya çalıştığı kılıçbalığına “Balık! Seni çok seviyorum ve sana büyük bir saygı duyuyorum. Ama gün batmadan önce işini bitirmek zorundayım” diye seslenir. Balığın sürüklediği sandalında bir yandan ipleri tutup bir yandan gücünü toparlamak için yemek yerken rakibi ve avı olan balığa da keşke bir parça yiyecek verebilseydim, diye düşünür. “Yoldaşım o benim. Ama ben onu öldürmek zorundayım.”

İkiyüzlü morina kafalılar

Doğa ile denizcilerin ilişkisini denize ve denizdeki hayata karşı tavırları üzerinden gösteren başka romanlar da var tabii. Ancak bu yazının meramı art arda romanları sıralamak değil. Maksat, doğaya ve birlikte yaşadığımız canlılara karşı olan tavrımızla yüzleşmek için bir fırsat yaratmak.

Dolayısıyla konuyu detaylandırılmış örneklerle uzatmanın anlamı yok. Ancak bir insan tipinden daha söz etmeden geçersek eksik kalacak. Hem doğasever olduğunu iddia ederek prim toplayan hem onu umursamadan yaşamayı kendine hak gören bir tipoloji sözünü ettiğimiz. Onlar insan türünün morina kafalılar alt sınıfına giriyor.

Moby Dick’teki balık çorbası bölümünden bir pasaj söylemek istediğimizi bu yazının kelimelerinden daha güzel anlatabilir.

“Dumanı üstünde balık çorbası masaya gelince, düğüm çözülüp tatlıya bağlandı. Amanın dostlar, nasıl anlatayım size! Bu çorbanın içinde, ufak tefek ceviz boyunda tadına doyulmaz deniz tarakları, havanda dövülmüş peksimet tozu, incecik kesilmiş domuz pastırması vardı; ayrıca da tereyağ ve bol bol tuz biber. Soğuk rüzgârlı yolculuğumuz iştahımızı öylesine açmış, Gueequeg çok sevdiği bir deniz yemeğine kavuşmuş ve bu çorba öyle nefis olmuştu ki, başlamamızla bitirmemiz bir oldu. Bir an iskemleme yaslanıp, Mrs. Hussey’in ‘tarak mı, morina mı?’ sözünü anımsadım; küçük bir denemeye giriştim. Mutfak kapısına doğru gidip, büyük bir cakayla ‘Morina!’ dedim ve yerime döndüm. Birkaç dakika sonra, o canım koku gene yükseldi; ama bu kez bir başka çeşnisi vardı. Çok geçmeden, güzel bir morina balığı çorbası geldi önümüze.

Hemen işe koyulduk. Çanağa kaşık daldırırken düşünüyordum: Bir morina gerçekten insanın kafasına bir şeyler yapar mıydı acaba? Neden salak adamlara ‘morina kafalı’ derlerdi?”

ETİKETLER: ,
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com