58, 57, 56, 55…

Yeşim Yeliz Egeli

yesimegeli@marinedealnews.com

Her şey iyi veya kötü ile başlıyor. İyi ve kötü, zamana göre de değişiklik arz ediyor. Kötü diye nitelediğiniz bir olay, gelecek bir zamanda, deneyimlenen olayın süreç boyunca etkisi ne olursa olsun, kendi içinize dönebiliyorsanız kötüden iyi elde etmek de mümkün olabiliyor. Ancak bu yine de benim düşüncem (İnsanlık suçları ve her türlü toplu canlı katliamlar hariç)
Ancak iyi olmak iyi midir, iyi olduğunu düşünen iyi insan için? Bence hayır, ve sınav ‘iyi’ insan kalmak için tam da burada başlıyor.
Bu uzun bir mücadeledir, iyi ile kötü birbirine dönüşerek yol alır, birbirini doğurur. Netice, kişinin sabrında ve enerjisinde, yaşamdaki anlamında saklıdır. Kişi bu varoluşsal anlamı bazen bulabilir, bazense bulup farkedemeyebilir.
İçsel yolculukların tanımları, ritüelleri tarih boyunca toplumlarda çeşitlilik göstermiştir. Çoğu toplumlara ait bireylerse bu konuya yüz bile çevirmemiştir. Tinsel bir yolculuğa kaçımız hazırız, bunun cevabını ‘maddi dünyanın gözboyayan çirkin(!) renkleri’nden uzaklaşarak kaçımız verebiliriz, tartışılır.

Kim takacak!
Yaşadığım geçmiş iki olayı, yüreğimde kalan etkisiyle paylaşmadan önce, buradan soruyorum: Neden maddi dünyanın cazibesini popüler şekilde artırma gayreti ve eskinin değeri ‘maneviyat’ı insanlığın elinden öldürüp gömme telaşı var? İnsan neden geçmişinde sahip olduğu değerleri yok etmek adına bu kadar istekli, kime neye dönüşüyor, dönüşme tamamlandığında yeni adı ne olacak ve bu adı ona kim takacak(!)
Her duam hangi kutsal mekanda olursam olayım, önce vatanımla başlar ve onu bize emanet edenlerden biri olan şehit İbrahim Dedem ile yine sabır ve sükunet içinde onu dualarıyla güçlendiren Zekiye Ninemle devam eder. Bazen bu sıralama gündemime göre değişiklik gösterir. Mesela, Sevgili Ata’m ve onun cesur silah arkadaşlarıdır çoğu zaman Birinci. Ardına sevdiklerimi, sevmediklerimi, başarılı olmasını istediklerimi, başarısız olanları, kısaca tüm iyi ve kötü bildiklerimi sıralarım; iyi, hoşgörülü; vatanını, dünyayı ve tüm canlıları korusunlar ve Allah’ı sevsinler diye…
Zaman zaman karşılaştığım ekstrem olayların ardından başımı yastığa koyduğumda düşünürüm. O gün yaşadığım bazı olaylar kendiliğinden gelir aklıma, o zaman derinlemesine düşünürüm, anlamam gereken, almam gereken dersleri. Örneğin, nedense Sara olarak bildiğimiz çeşitli epilepsi hastalarına rastlarım ve ambulanslar zorlar beni, farklı, aşılması zor olmadık mekanlarda…

Vurdumduymazlık nasıl bir ruh ve duygu halidir?
Bir günün sonunda; evde akşam haberlerini izlerken, sokakta bir gürültü, sanırsın eli silahlılar baskın yapmış, birinin yongasını alıyor. Pencereye çıktım, bir baktım araçlar konvoy, en önde “dilenci” kılıklı orta yaşlı biri, kafasını ritmik bir şekilde betona vuruyor, hem de şöförlerin arabalarından saçtığı ışıklar ve kornalar eşliğinde! En önde içinde yolcusu olan taksici, ısrarla kornaya basıyor; adam kalksın da yolu açılsın diye… Bir kaç saniye anlamaya çalıştım ne olduğunu, fazla değil, adamın can çekiştiğini hemen farkettim, hengamede sesimi duyurabileceğim bir kadının dikkatini çekmeyi de başardım: ‘Hanımefendi, yardım eder misiniz, o adamcağız, sanırım sara hastası kafasını yere vuruyor, koşun yardım edin’ dedim, aşağıya ininceye kadar onun için zaman kazanacağımı da umarak, kadınsa “Aman beee, hep aynı numara, bunlar böyle yapıyor, nereden bileyim kapkaçcı olmadığını” dedi sinirli ve öfkeli olarak. Hem de giyimli, aklı başında bir dış görünüme sahipti! Tabii o anda zaman kaybettiğimi anladım, ev terlikleriyle merdivenleri beşer onar indim, tabi bu arada evden çıkmadan elime bir rulo peçete ve ikiye böldüğüm soğanla. Aşağıya indiğimde sıradan görünümlü bir ‘insan’ krizi atlatmasına yardım ediyordu, sıkmaktan ağzında dişi kalmamış, dili dönmeyen adamın yönlendirmeleriyle. ‘İyi’ adam, “sırtına biri geçsin, tutamıyorum” diye bağırırken, yerde iki büklüm olmuş adamı zapt etmenin hiç kolay olmadığını, olayı seyre dalmış o kadar insanın içinden sıyrılıp arkasına duvar olmaya çalışırken anladım. Diğer yandan ‘ağzına bir kalem verin’ diye bağırdığımı hatırlıyorum, dilini koparmasın diye… Bir de ‘gücüm yetmiyor, yardım edin’ dediğimi hatırlıyorum. Ama kimse gelmedi!
Neyse, biz o gururlu, memleketinden kopup geldiği için pişman, geri dönemeyecek kadar çaresiz, sadaka almayacak kadar şahsiyetli bu adamı o anlık toparladık. Dişleri olmadığı için bir komşunun pişirdiği, etli kabak dolmasını yiyebildi. Her lokmasına attığı iki dişte, dilinin dolandığı kadar dua ediyordu bizlere, bir yandan da hikayesini anlatırken ağlıyordu. Kafası, yüzü; kabuk bağlamış onca yaraya eklenen kırmızıya bulanmış yenileriyle dolmuştu. Gömlek yaka cebinde, ilaçları vardı. Belediyenin evsiz yurduna gitmesini salık verdik, ama nerdeee, bunun için havanın çok soğuk olma şartını ve gidecek yeri olmadığını o biliyordu! İçimden ona dua ettim, dirense de yardım ettik. Öfkeyle cevap veren kadını da affederek insan sevgisinde boğulsun diye dua ettim.

İnsanlık tarih olmuş, haberimiz yok!
Daha çok yakın bir zamanda, bir yarım günümü Şişli Etfal Hastanesi’nde geçirmek zorunda kaldım, bütün psikolojim alt üst oldu. Acil servisinde kaldığım saatler boyunca, ‘insan’ olarak kalabilen kendime, o hastalara, hasta yakınlara, asistan doktorlara, hemşirelere, orada bir nedenden(!) olmayan doktorlara, hastabakıcılara, temizlik görevlilerine, hocalara… Bulunmayan sedyelere, ilk yardım görevlilerine, tekerlikli sandalyelere, tuvalet kapılarına, çalışmayan klimalara, hijyenin uğramadığı o ilkel görüntülere dertlendim. Kısaca canlı cansız, ne olursa olsun; yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarımdan sonra ‘Allah, oraya yolu düşenlere sabır ve kolaylık versin’ dedim. Gerçekten yürekler dayanmaz. Bir asistan doktor, müdahalede karar alamadığı için uzman doktorunu arıyordu, bir doktor hastaları asker sırasına sokmaya çalışıyordu, çünkü herkes öncelik bekliyordu. Bir diğer asistan doktor iki canlı, tüm sabrıyla sinir krizi geçiren hastalara sevgiyle yaklaşıyordu, ertesi güne kadar da yaklaşmaya devam edecekti. Ama görmeden ne tecrübe ettiğimi anlamanız mümkün değil. Hani Muhteşem Yüzyıl dizisinde Kanunî, farklı bir kıyafete bürünerek halkın içine sızıyordu: Halkı memnun mu, herşey adil mi, diye! Siz de çekinmeyin kılık değiştirip bir ziyarete gidin. Zaman kaybetmez, insanlık testi yapmış olursunuz.
Hey gidi günler hey, nerdeee o eski zamanlar, nerdee o eski insanlar… Benim babaannem; asker gördüğünde gülümserdi, hakim tanıdıkları karşısında saygıyla durur onları her fırsatta överdi, öğretmeni sever huşu içinde sükûnetle dinler, kendinden küçük cami imamı yürürken önünü kesmez, bütün derdini ise doktoruna dökerdi.
Şimdi doktorla bırak sohbet etmeyi paran yoksa(!) asistan doktora steteskobuyla kalbini dinletecek: 1 saniyen, yüreğinde taşıdıkların ve muayenen için: 58, 57, 56, 55…
Duydu duydu, duymadı… Allah Kerim.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yesimegeli@marinedealnews.com