TURGUT KIRAN

Yeşim Yeliz Egeli

 

“Denizi de severim kazanmayı da”  TURGUT KIRAN

Turgut Kıran, Türk denizciliğinin, her sene Karadeniz’de birkaçının battığı 50 – 150 tonluk ağaç motorlardan ibaret olduğu günlerde sevdalanmış denize… Sonra da Turgut Kıran’ın tornacılıktan armatörlüğe uzanan başarı öyküsü neredeyse Türk denizciliğinin gelişimiyle paralel ilerlemiş
[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
Turgut Kıran, 1935 yılı Rize, Pazar doğumlu, anılarını zevkle anlatan, anlatırken bol bol güldüren, her bir anısı tarihe anekdot olacak değerdeki insanlardan. Yaşamın zorluklarından o küçük yaşta edindiği tecrübeler, bugünün köklü ağaçlarının tohumları olmuş. Onu zorluklara karşı edindiği başarıları mutlu etmiş hep. Başarı odaklı olduğundan olmaz, imkansız sözcüklerini lügatına hiç almamış. Tamamını bu yazıya sığdıramadığım hikayelerinde, hep atılgan ve yenilik peşinde olan Turgut Kıran’ı gördüm ve feyiz aldım.
Denizci bir ailenin üyesi olan Turgut Kıran’ın ailesi Rize’den İstanbul’a göç etmiş seneler evvel. Göç hikayesini ve sonrasını, babasını küçüklükte kaybettiği için onu tanıyanların anlattığı kadarıyla biliyor. Buna göre de Rus işgali sırasında Rize’den çıkmış olduklarını tahmin ediyor. Babası ve kardeşleri önce Kastamonu’ya gelmişler, ardından da Milli Mücadele sırasında görev yapacakları İstanbul’a geçmişler. Babası sandalın bir büyüğü olan varkalarla taşımacılık yaparmış. Çok sevilen ve sayılan biriymiş. 1941 yılında kaybetmiş babasını. Bu nedenle annesi İstanbul’dan Rize’ye dönülmesine karar vermiş. Denizyollarında kaptan olan dayısı, annesi ve kız kardeşlerinin Rize’ye dönmelerini sağlamış. 12 yaşında tekrar geri döneceğini bilmeden ayrılmış İstanbul’dan.
Askerlik dönüşü, azmi sayesinde usta bir tornacı olmuş olmasına ama önce 12 yaşında tekrar döndüğü İstanbul’da hem çıraklık yapıp hem de sanat okuluna devam etmiş. 2,5 lira haftalıkla tezgâhları silerek başlamış iş hayatına. 24 yaşındayken de dayılarının imkânlarından yararlanarak, 1959 yılında ticarete atılmış. İlk şirketini Perşembe Pazarı’nda bir torna atölyesi açarak kurmuş.

“Bizim eski bilgimiz yeterli değil”
O zamanlar bizim denizcilerimizin durumu nasıldı diye soruyorum. Anlatıyor: “Bizim denizcilerin ekseriyette ağaç motorları vardı: 50 tonluk, 100 – 150 tonluk. Her sene bakarsın Karadeniz’de birkaç tane motor batar, 4 – 5 kişi boğulur. Gemileri olan da vardı, ama birkaç kişi. Onlardan bugüne ayakta kalan bir Cerrahoğlu, bir de Sohtorik var.”
Turgut Kıran, alaylı olarak işini yıllar boyunca ne kadar başarılı idare etmiş olursa olsun, eğitimin yaratacağı farkın bilincine erkenden varmış ve kendi ifadesiyle “çocuklarını deniz için yetiştirmiş” bir deniz kurdu. “Bizim eskiden yaptığımız denizcilik tam, yeterli değil” diyor. “Bunu görünce, çocuklarımız yetişsinler, İngilizce, İtalyanca bilsinler diye uğraştık. Biz dil bilmezliğin sıkıntılarını çok çektik. Ama aştık evvel Allah! Denizcilik sektörü ancak eğitim-öğrenimle ayağa kalkar. Bizim eski bilgimiz şimdi yeterli değil. Dünyadaki gelişmelerden yararlanabilmek bilgiyle oluyor.”
Turgut Bey sadece kendi çocuklarını deniz için yetiştirmekle hiçbir zaman yetinmemiş, tatmin olmamış. Uzun süre bir denizcilik okulu açılması için çeşitli girişimlerde bulunmuş. Çok değil, iki senelik bir eğitimle denize iyi elaman yetiştirilebileceğini savunuyor: “Sokaklarda gezen lise mezunlarını kurtarmak amaçlı bir örnek fikir geliştirmiş zamanında. 24 yaşa kadar sınır koyulur. Ben denizciliği biliyorum, bunlar iki senede gemi adamı olur çünkü normal zeka seviyesinde adam bu işi fevkalade yapar. Doktor olup buluş yapmayacak ya! Gemi adamı ne buluşu yapacak? Bildiğini devam ettirecek. Ay’a çıkacak ulemaya ihtiyaç yok. Bunun için iki senelik okul açalım, verelim ellerine ehliyetlerini, gemilerde beğenirsek yükseltelim. En ufaktan başlayarak yükseldikçe yükselir.” Bu girişimleri ve fikirleri hayata geçmemiş o dönemlerde. Fakat o yılmamış denemekten.
Ülkenin tek denizcilik yüksek okulunda yetişenler yurtdışına transfer olduğunda da sinirleniyor Turgut Kıran. Şimdi kendisi Rize Üniversitesi’ne bağışlanmak üzere denizcilik yüksek okulu yaptırıyor. “Amaç kaptan yetiştirmek, denizde ilerleme sağlamak” diyor. Kendisi bahsetmese de öğreniyorum ki, bunlarla yetinmiyor Kıran, şirketi yıllardır Türk gençlerinin eğitimi için her yıl 50 öğrenciye lise ve üniversite düzeyinde tam burs sağlıyor.

Bakım-onarım atölyesinden filoya

Kıran Denizcilik’in öyküsü 1959 yılında kurulan bir bakım ve onarım atölyesiyle başlamış. Turgut Bey bir yandan gemi bakım ve onarımı yaparken, bir yandan da sürekli gemilerin arasında oldukları için nasıl bir gemi yapsak diye bakınıyormuş. Bundan yıllar sonra, Deniz Nakliyat, zarar ettiği bir gemiyi satışa çıkartmış. Satılan gemi bir yıl öncesi 1 milyon 700 bin lira zarar yapmış. Yani Turgut Kıran’ın bundan para kazanabileceği çok muallaktaymış, hatta çoğu insana göre zararı kesinmiş. Ama Turgut Bey bir ortakla birlikte almış gemiyi. “Parada çok da atlamışım, tepeden gitmişim, sözümden geri dönmedim. Dönmek de istemedim, işime gelmedi. Sonra o arkadaşım benden ayrıldı. Armatörlüğe öyle başladık.”
Ondan önce inşaatlar yapan Turgut Kıran’ın sahip olduğu ilk gemi, daha çok hurda gözüyle bakılan bu “KAR” isimli, 1.500 dwt’lik frigofirik gemi olmuş. Onarılarak kapasitesi 2.200 dwt’ye çıkartılan gemi “M/V TAHİR KIRAN” adıyla tescil edilmiş. Turgut Kıran, Kıran Denizcilik’in web sayfasında (www.kiran.com.tr) yer alan yazısında “Bu gemi düşlerin gerçek olmasına, küçük bir kuruluşun gerçek bir denizcilik şirketi haline gelmesine neden oldu” diye yad ediyor KAR’ı. Ana makinesi İngiliz yapımı olan ve  fabrikası bile kapanmış gemiyi, yedek parçalarını kendisi imal ederek tam 15 yıl çalıştırmış. Bir dönem en büyük filoya sahip Türk şirketi unvanını da taşıyan Kıran Denizcilik’in şu anda işlettiği 19 gemisi bulunuyor. Değişen ticari koşullarda filosunu yenileyerek yatırımlarına devam eden Kıran Denizcilik’in Uzakdoğu’da inşa ettirdiği gemilerle beraber toplam filosunun tonajı yakında 1 milyon 100 bin dwt olacak.
Turgut Kıran, 1959-2008 yılları arasında geçen 49 yılda sahibi olduğu gemileriyle dünya sularında hala Türk bayrağını dalgalandırıyor. Hizmet verdiği sektörlerdeki yaklaşık 1000 çalışanı ile büyük bir ailenin lideri. Şimdi onursal başkanı olduğu holdingi 5 oğlu yönetiyor. Odasındaki oğulları Tahir, Murat, Tamer ve Gökhan Kıran ile olan fotoğrafında 5. Oğlu Barbaros’u soruyorum. “O küçüktü yoktu o fotoğrafta, şimdi askerliğini yaptı, öğrenimini Amerika’da işletme üzerine tamamladı, şimdi o da abilerinin yanında” diyor.
Turgut Kıran da gemi işletmesinin çok kârlı bir iş olduğunu düşünenlerden. Zaman zaman kriz yaşansa dahi normal zamanda bir günde kazandırdığı 100 bin, 200 bin doları başka hiçbir işin kazandırmayacağını söylüyor ve ekliyor  “Ama çok meşakkatli bir iş”. 1973’te, ortağı yirmi günün sonunda ayrıldığında, aracılık yaparak hayatını kazanan yaşlı bir Rum’a dert yanmış Turgut Bey. “Ben pek sıkıntı çekemezdim o zamanlar, hâlâ da aynıyım ya” diyor. Yaşlı Rum, dünyanın en itibarlı işinin armatörlük olduğunu, armatörlerin zengin insanlar olduklarını, bu işi terk etmemesi gerektiğini söylemiş ısrarla. Böylece gemiciliğe devam etmesi konusunda Turgut Kıran’ı şevklendirmiş.

“Denizcilikten korkmayın”
Denizcilik sektörünün gelişimi için şimdi de Turgut Kıran insanları teşvik ediyor. Malum, elemansız dönmüyor hiçbir iş: “Bu memleketin çok borçlarını deniz temizler. Sudur, akar gider, temizler. Onun için denizi sevdirmek iyi iştir. (Batmalarla ilgili) Korkmasınlar, teknoloji gelişti, denizden bir şey olmaz artık. Dünyayı tanırlar, gezerler ve en güzel kazancı denizden alırlar” diyor. Bir de, her limanda sevgili efsanesi var elbette. Soruyorum gülerek, “O taraftan da faydası var tabii meraklılarına” deyip, gençliğinde İtalyan sevgili edinen ve bu sayede İtalyanca öğrenen Ali Kaptan’ın hikayesini anlatıyor. “Bak ne güzel İtalyanca’yı öğrendi.”
Turgut Bey eşi Günay Hanım’la 1965 yılında görücü usulüyle evlenmiş. “Annem buldu, kabul ettim. 44 senelik evliliğimizde bir sıkıntımız da olmadı. Şimdi 9 torunumuz var. Torunlar olmazsa hayatın kıymeti zayıflar” diye anlatırken, bir anda kendimizi tekrar denizde buluyoruz: “Onun için Allah’a bin şükür denizciliğe böyle girdik…”
Mavi sular insanın hayatına bir kere girdi mi her yanı işte böyle güzel kaplıyor.

[/membership]

Bunu Paylaşın