“I didn’t do it”

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com
Selefi gibi silahlanma yanlısı değil, onun gibi “hukuk tanımam, savaş isterim” de demiyor. İşin doğrusu, Bush’tan sonra ilaç gibi geldi tüm dünyaya Barack Obama. Merak edilen ise bu ilacın semptomatik mi, yoksa kesin tedavi için kullanılabilecek nitelikte mi olduğuydu. Yanıt halâ net değilse de yavaş yavaş dış politika üzerinden şekillenmeye başladı

Aslında bu konuda henüz net bir yorum yapmak mümkün değil. Bir yandan ABD’nin stratejik nükleer silahların azaltılmasıyla ilgili yeni anlaşma görüşmeleri için Rusya ile masaya oturmaya hazırlanışı umut veriyor herkese. Öte yandan, Eski Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov gibi sözleri kulak ardı edilemeyecek kişilerin değerlendirmeleri pek bir şeyin değişmeyeceğine işaret ediyor. ABD’de savunma için ayrılan dev bütçeye dikkat çeken Gorbaçov, bunun nükleer silahsızlanmanın önünde aşılmaz bir engel oluşturduğunu söylüyor; “‘Savunma bütçeleri kabul edilebilir güvenlik ihtiyaçlarının çok ötesine geçmiştir. ABD, dünyanın geri kalanının savunma bütçesi için ayırdığı rakamın toplamını tek başına kullanıyor.”

Her ne kadar ABD başkanının nükleer silahsız bir dünya çağrısı memnuniyetle karşılanmış olsa da, Obama açısından bakılacak olursa, durum pek parlak değil. Benzer tepkiler ABD’nin kemikleşmiş Küba politikasını değiştireceğini açıklamasından sonra da yaşandı. Obama ilk adım olarak Küba’ya uygulanan seyahat kısıtlamalarını gevşettiğini açıkladığında hemen herkes heyecanlandı. Ancak ABD yönetimi vitrin düzenlemesinin tadına varamadan resmi internet sitesi “Cubadebate’e dükkanın içini gösteren bir yazı yazdı Fidel Castro. Kısaca, “Barack Obama tedbirlerin en acımasızı olan abluka hakkında ağzını açmıyor” diyordu Küba’nın efsaneleşmiş lideri. “Direndik, direneceğiz. Sadaka için el açmayız. Başımız dik yürür, Latin Amerika ve Karayipler’in kardeş halklarıyla işbirliği yaparız.”
Bu sözlerin keskinliği kimseyi yanıltmasın. Castro da Obama’nın samimiyetine inananlardan; aynı yazıda önceki Amerikan hükümetlerinin yaptıklarından Obama’yı sorumlu tutmadıklarını, samimiyetinden ve ABD’yi değiştirme isteğinden şüphe etmediklerini anlatıyor, onun “yüzyıllardır devam eden peşin hükümlere rağmen seçilebilmek için zorlu bir mücadele verdiğini” vurguluyordu.
Kısacası, kişisel inandırıcılık ve iyi niyeti bakımından pek sorunu yok Barack Obama’nın; ama belli ki siyaseti bilenler nezdinde büyük değişiklikler için bu yeterli değil.
Nisan ortasında Trinidad ve Tobago’da yapılan Amerika Zirvesi’nde de durum pek farklı değildi. Obama konuşmasında ABD’nin Küba ile “yeni bir başlangıç” ve tüm Amerika uluslarıyla da “eşit ortaklık” arayışı içinde olduğunu söyleyince büyük alkış almıştı. Sonrasında Güney Amerikalı liderlerin ABD ile yeni ilişkilerden duydukları memnuniyeti anlatmaları da mutluluk tablosunu tamamlıyordu. Ancak zirveyi pembe bulutların üstünden takip etmeyen herkes, tüm liderlerin konuşmalarında Küba sorununa dair çok somut adımlar beklediğini ve ABD politikasında henüz bu vurguyla bir değişim olmadığını belirttiklerini fark etmişti. Küba’ya 1959’dan beri uygulanan ekonomik yaptırımlar ve ambargonun ağırlığı, Obama’nın sansasyonel çıkışını biraz törpülemişti. Ancak herkes memnundu ABD’nin yeni başkanından; televizyonlarında haber izleyenler de, resmi görüşme de bulunan liderler de senelerdir megalomaniden sağır olmuş kulaklardan, halüsinasyon gören gözlerden bıkmıştı belli ki.
Barack Obama’nın dertleri yerleşik ABD imajıyla sınırlı değil elbette… İsrail – Filistin sorunundan Afganistan’a, İran’la ilişkilerden Türkiye’ye uzanan dış politikasını yeniden şekillendirmeye uğraşıyor var gücüyle. Yakın zamanda Türkiye’ye geldiğinde yaptığı konuşmasında Ermeni sorununa dair “soykırım” der mi demez mi gerilimi yaratsa da, iki ülkenin bürokratları da mutlu ayrıldılar birbirlerinden. Hele Türkiye, ABD’nin verdiği AB desteğinden mest olmuştu. Gerçi kısa sürede AB yetkililerinden bu konuların Avrupa Birliği’nin iç meseleleri olduğu mesajı geldi ama Türkiye Obama’yı çoktan bağrına basmıştı. Zaten Obama yönetimi laik ya da değil, İslam ülkeleriyle ilişkileri ve İslam dünyasındaki ABD imajını düzeltmeye çalışıyor kararlılıkla. Gallup Müslüman Araştırmaları Merkezi’nde çalışan Mısır asıllı Dalia Mogahed’in nisan ayı içinde başkanın danışmanları arasına katılması da bunun göstergelerinden biri. Keza, aynı dönemde İsrail lideri Benyamin Netanyahu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ve Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’i ayrı ayrı görüşmek üzere Washington’a davet etmesi de ABD başkanının bu konudaki hevesini gösteriyor.
Görülen o ki, Barack Oba-ma’nın iyi niyetinden kimsenin kuşkusu yok; ama ABD’nin politikalarının yıllardır yarattığı tahribat başına bela. Geçmişin günahları Obama’nın seçim zaferinin nedenlerinden biriydi bir bakıma, şimdi ise dertlerinin başında geliyor.

Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com