GÖKÇEN SEVEN

Yeşim Yeliz Egeli

Aydınlıkta bir çınar GÖKÇEN SEVEN

Gökçen Seven denize aşktan öte bir tutkuyla bağlı. Üstelik karşılıksız olanından

[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]

Gökçen Seven, 1940 yılında Adapazarı’nda doğuyor. Atatürk’ün ölümünden iki sene sonra… “Atalarım sürekli oradan oraya göç ederek, zor şartlarda Adapazarı’na yerleşmişler. Anne tarafım yerli, ‘Manav’ tabir ederler, yani Türkmen asıllı. Baba tarafım Varna göçmeni. 1944’ten Anadolu’dan Bulgaristan’a yerleştirilmişler. İlkağızdan babaannemden dinledim, oradan vatana geri dönüş çok zor ve acı olmuş tabii. Ben Cumhuriyet çocuğu olarak doğdum. Çocukluk yıllarımda bizimle hep ileri dönük konuşulurdu. Biz hakiki bir Cumhuriyet çocuğu olarak, açık fikirli yetiştirildik.”Asker olan babasının görevi gereği Seven’in hayatı sürekli bir şehirden diğerine göç ederek geçiyor. Hafızasına kazınmış tek yer ise İnebolu’daki Karadeniz İlkokulu yani gemilerle tanıştığı ilk yer…

“En çok tesiri altında kaldığım yerdir, İnebolu ve Kastamonu. İnebolu’nun en güzel yeriydi oturduğumuz ev. Yokuş yukarıydı. Denize doğru iniliyordu. Leb-i derya, her yer meyve bahçeleri… Bizim ev sahibi denizciydi. Zaten oraya kim gitse, denizci olur!

Okul sonrası sandallarla stimli gemilere yanaşıp yolcu çıkarırdık. Hem harçlığımız çıkardı hem gemileri dolaşırdık.” İlköğretimi farklı şehirlerde okuyan Seven, liseyi memleketi olan İzmit’te başlayıp bitiriyor. Aslında denizcilikle yolları, İzmit Lisesi’nde eline geçen Yüksek Denizcilik Okulu’nun (YDO) bir broşürüyle kesişiyor. Bu okulda okuma düşüncesi o yıllardan hayallerini süslemeye başlıyor. Liseden mezun olunca YDO’nun sınavlarına giriyor ve devlet bursuyla makine bölümünü kazanıyor. “Makine hocamız Lütfullah Gülen’di. Bu mesleğin bize canını ciğerini öğreten o oldu.” Ulaştırma Bakanlığı’nın bursuyla okuduğu için 1961 yılında mezun olduktan sonra Denizyolları’nın Akdeniz Gemisi’ne üçüncü çarkçı olarak atanıyor. 1962’de evleniyor. Askerliğini tamamlayıp döndükten sonra eşiyle beraber seferlere başlıyor. Denizyolları’ndan sonra ilk olarak Kandıralı Yelkenciler’in gemisinde çalışmaya başlıyor. Teknoloji ilerleyince cazip bir teklif alıyor ve ilk motorlu gemisi Marmara Transport’un getirdiği Mersin Tankeri’nde göreve başlıyor. Mesleki eğitiminde bu gemiyle büyük yol kat ediyor. Bu sırada kızı Yeşim dünyaya geliyor. İki yaşından sonra o da seferlere katılıyor. Kızı dört yaşındayken oğlu Cem Seven dünyaya geliyor. Hatta Seven, bir gün kızı Yeşim’i yanına alarak 10 günlük bir Karadeniz seferine gidiyor. Küçük kız makine dairesindeki o gürültü içinde, babasıyla nöbet tutarak, hiç yaramazlık yapmadan seferi tamamlıyor ve sonraki seferlere katılarak dünyayı geziyor. Seven, “Eğer erkek olsaydı, şimdi çarkçıbaşıydı. Mesleği benden aldı” diyor kızı için. Gökçen Seven hep Türk bayraklı gemilerde çalışıyor. Offer’den teklif alıyor ama kabul etmiyor. Cerrahoğulları’nın gemisinde çalışıyor. “Eşref okuyordu o zamanlar. Sonra geldi, beraber çalıştık. Çok çok iyi insandır. Onun gibisi az bulunur. Babası ve amcası Nuri ve İrfan Cerrahoğlu da öyleydi. Huzur içinde çalışıyorduk gemilerinde. Sonra karaya döndüm ve atölyemi kurdum.” Ve sohbet boyunca Gökçen Seven, denizcilik camiasındaki birçok şahsiyetin ismini sevgiyle anıyor, ama biri var ki, bugünkü ticari hayatındaki başarı tohumlarını onun da mesleğindeki üstün tecrübesiyle beraber atıyorlar: İsmet Üner. Denizde bilfiil 18 sene çalıştıktan sonra karaya geçiyor. Bunca yılın ardından denizden nasıl kopabildiğini soruyorum.

“Aşk demeyelim de, bayağı bir tutku. Yani anlatamıyorum, seviyorsunuz. O karşılıksız bir aşk olabilir yani… Siz denizi seviyorsunuz, deniz sizi hırpalıyor. Vazgeçilmesi zor bir tutku, ama uzun seneler çekilmeyebilir.”

Denizde olduğu sürece birçok genci de yetiştiriyor. Ama sıkı bir disiplinle. Bu arada tam sayısını hatırlamasa da yüzlerce kitap okuyarak kendini de kültür ve sanat alanında geliştiriyor. Karaya geçmeye karar verince eşinin erkek kardeşi Orhan Gürün ve Ahmet Ötkür’le beraber çalışmaya başlıyor. Bir onarım atölyesi kuruyorlar, Bostancı’da çok sevdikleri bir çay bahçesinde çay içerken atölyenin adının Sanayi Marin (Sanmar) olmasına karar veriyorlar. Rakı-balık sevgisini soruyorum hemen “Aram çok iyidir, ama artık hızımı kaybettim. Kadıköy’deki bütün meyhaneler benden sorulur (gülüyor)” diyor.

Onarım atölyesinin kurulmasıyla gemilere tamire gittiklerinde denize olan özlemini de gideriyor. Bir keresinde Nejat Akçal arayarak, Tophane’deki ofislerine hemen gelmesini istiyor. Gökçen Seven, ofise gidince “Hoşgeldin, pasaportun var mı?” diyor. “Gemimiz Basra Körfezi’nde kaldı, onu yola çıkarmamız lazım.” Gerisini Seven’den dinleyelim: “Kıramadım. Babası İzzet Akçal’ı da severim, beyefendi bir insan. Ama pasaportum yok! Beni Gayrettepe’deki pasaport bürosuna gönderdiler. Pasaportu iki saatte çıkarttım, ama nasıl? Adapazarı’ndan mahalle küçüğüm, iki yüz kişilik kuyrukta beni görüp tanıyınca, pasaportu iki saatte aldım. Nejat Akçal’ın kısmetine bak…” Uçağa binip Bağdat’a gidiyor, uçak bozuluyor, bir yandan sıcak hava, diğer yandan keşmekeşlik derken Basra’ya oradan da gemiye zorlukla varıyor. “Nasıl sıcak, ayakta durmanıza imkân yok. İndim makine dairesine. Sökmeye başladım. ‘Gökçen, bir kere yukarı çıkarsan bir daha aşağı inemezsin, sakın yukarı çıkma” dedim’ diyor ve 10 saatlik bir azap sonucu makineyi söküp tamir ediyor.
Daha sonra Sanmar Denizcilik olarak Botaş’ın açtığı bir “römorkör işletme” ihalesini kazanıyorlar. Botaş işletmeden memnun kalınca yeni tip römorkör yaptırmak istiyor. Bugünkü başarının serüveni de işte böyle başlıyor. Seven, Botaş adına römorkör sistemlerini incelemek için Almanya’ya gidiyor. Sunduğu raporla Botaş römorkörleri inşa etmeye karar veriyor. Botaş öncülüğüyle Gökçen Seven’in kontronörlüğünde, İsmet Üner’in mükemmel makine dizaynıyla bu römorkörler Gemak Tersanesi’nde inşa ediliyor. Bugün hâlâ çalışan bu römorkörler Botaş’a işte böyle kazandırılıyor. Botaş’taki iş bitince, Orhan Gürün’le beraber küçük bir römorkör yapmaya karar veriyorlar. O zamanın şartları zor tabii, bu iki usta makineci için. Başlangıçta Gemak Tersanesi’nde klasik tip, 1 200 beygir gücünde bir römorkör inşa ediyorlar. Bu römorkörü Hazar Denizi’nde satıyorlar. Hızlarını alamayıp 2,5 senede 3 inşa gerçekleştiriyorlar. Bir süre sonra Tekfen’e bağlı Toros Gübre’ye kendi römorkörlerini inşa etme ve işletme teklifini sunuyorlar.
O zaman tüm gemiler, bu hizmeti Türkiye Denizcilik İşletmesi’nden alıyor. Uzun bir uğraşıdan sonra izinler alınıyor ve Türkiye’de römorkör inşa eden ve işleten ilk özel kuruluş olarak tarihe geçiyorlar. Ama Gökçen Seven eklemeden edemiyor: “İsmet Üner çok samimi arkadaşımdır. Çok titizdir. Tersaneciliği en iyi bilen insanlardandır.”
Bugün baktığımda insan canlısı sevgi dolu bu güzel insan sadece Sanmar Denizcilik’i inşa etmemiş; Orhan Gürün’le beraber Sanmar’ı yarınlara taşıyacak üç donanımlı birey de yetiştirmişler: Cem Seven, Ali Gürün ve Pınar Gürün Uğural… İkinci kuşak olarak sevgiyle işlerini sahiplenmiş bu üç güzel genç, Sanmar’ın dolasıyla Türkiye’nin başarısını yeni projeler üreterek uluslararası sularda sürdürüyorlar.
Sanmar kurulduğu günden bugüne, ağırlıklı Avrupa ülkeleri olmak üzere, Türkiye tersanelerinde inşa edilen 80’e yakın üstün özelliklere sahip römorkör ve iş teknelerini, tüm dünyaya ihraç etti.

[/membership]

Bunu Paylaşın