Dünyanın sonuna yolculuk

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Dünyanın sonu yakın mı, uzaya kaçmaya vakit var mı, Nuh’a özenip yanımızda hayvan götürsek keneler de gelir mi? Bir dünya soruyu yanımıza alacağımıza buraya koyduk, son bir kahveyle dünyanın falına baktık

Kasım ayının sonuna doğru ajanslar dünyada en fazla bilinen uluslararası ilişkiler dergisi Foreign Policy kaynaklı bir haber geçti. ABD merkezli Foreign Policy dünyanın sonunu getirebilecek birkaç senaryoyu değerlendirmişti.
Senaryoların ilki dünyanın sonunu bin yıllar önce dinozorların da yok olmasından sorumlu tutulan göktaşlarının getireceğini söylüyor. Devasa kütleli bir göktaşının çarpması, dünyanın etkisinin kavranması kelimelerle mümkün olmayacak düzeyde bir darbe alması anlamına geliyor. Dergi işin ciddiyetini anlatabilmek için 1908’de gerçekleşen Tunguska olayını hatırlatıyor, ki o zaman Hiroşima’da patlayan atom bombasından bin kat daha güçlü bir göktaşı patlaması yaşanmış. Yine de, kimin içini ferahlatır bilinmez, bu kadar büyük göktaşı çarpmalarının her bir milyon yılda iki kere görüldüğü de önemle vurgulanmış.
İkinci muhtemel felaket senaryosunun merkezinde, bugün artık hemen hemen herkesin bildiği, son dönemin en popüler, popüler olduğu için de zaman zaman saptırılan konularından iklim değişikliği var. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli’nde değinildiği gibi, yerküre bu yüzyılın sonuna kadar 4-5 derece ısınırsa deniz seviyesi yaklaşık yarım metre yükselecek, Hollanda kıyıları başta olmak üzere, dünyanın en büyük şehirlerini de kapsayan çok sayıda kıyı şeridi sular altında kalacak. Kıyıda oturanlar düşünsün diye içinden geçirenleri uyaralım. Anlamı doğru, ifadesi pek yerinde olmayan bir deyimle kimsenin “içine su serpilmesin”; okyanuslar dahil birçok denizde canlı hayatın yok olması ya da farklılaşması bile tüm dünyanın etkileneceği bir felaket anlamına geliyor. Hatta iklim değişikliğinin su kaynakları üzerine etkisi düşünülürse dünya ölçeğinde oluşacak kıtlıktan, sayısız savaşa uzanan bir dizi başka felaketten de bahsetmek mümkün.
Foreign Policy’de sözü edilen olasılıkların üçüncüsü, bugün artık felaket senaryolarının klasiği haline gelmiş olan nükleer savaş. Dergide yer alan yazıda 1977 yılına bir gönderme var. Soğuk Savaş’ın devam ettiği o dönem, ABD Savunma Bakanlığı’nın yaptığı tahmine göre, Sovyetler Birliği ile ABD arasında gerçekleşecek bir nükleer savaşta hayatını kaybedecek insan sayısı 265 milyonu bulabilirdi. Bu rakama savaş sonrası uzun yıllar boyu eklenecek ölümler, sakatlıklar, hastalıklar dahil değil. Nükleer silahlar Soğuk Savaş yıllarından bu yana çeşitli anlaşmalarla kısıtlandı, sayıları düştü belki ancak bu konuda inandırıcı olmayan resmi rakamlar bir yana, nükleer silahların etki alanının ve tahrip gücünün arttığı da ortada.
Salgın olası felaket senaryolarının dördüncüsü. Amerika’dan Avrupa’ya tüm dünyayı paniğe sürükleyen domuz gribi salgınının yaşandığı bugünlerde herkesin aklına gelen ilk senaryo aslında bu. Toplumlar arası geçişkenliğin yoğun ve ulaşımın bu kadar kolay olmadığı eski dönemlerde bile Avrupa’yı kasıp kavuran vebanın izleri insanlığın belleğinde hâlâ taze. Bir zamanların İspanyol gribi, yakın dönemin kuş gribi, evrimleşerek güçlenen daha bir sürü virüs… Afrika’nın sefaletinin de etkisi var tabii ama, bu kıtada halen salgın kategorisinde kabul edilen birçok hastalık dünyanın geri kalanına da uzak değil aslında. Şu günlerde tekrar dikkat çekilmeye başlanan sıtma tehlikesi gibi, geride kaldığı düşünülen nice hastalık kimi evrimleşen virüsler yoluyla, kimi iklim değişikliğinin etkisiyle tekrar dünyaya korku salacak gibi görünüyor.
Uluslararası ilişkiler alanında prestiji tartışılmayan Forign Policy’nin vurguladığı felaketlerden beşincisi çok geniş ve bir o kadar tedirgin edici bir kategoriyi tanımlıyor: “Bilinmeyenler.” Kendisi ya da biçimi birbirinden farklı, fakat etkisi benzer birçok olasılık yer alıyor burada. Harekete geçen yanardağların gezegenin iklimini değiştirmesi de sayılıyor, bir yıldızdan yayılan gama ışınlarının atmosfere tehlikeli oranda radyasyon salması da… Ya da göz alıcı ve aslında akıl karıştırıcı bir hızla ilerleyen teknolojik gelişmelere ne dersiniz? Kontrolden çıkan akıllı makineler sadece bir bilimkurgu senaryosu mu, yoksa ucu görünen bir tehlike mi? Genetik bilimindeki gelişmelere bakıldığında, özellikleri ve “kaderi” belirlenmiş insanlardan kurulu bir dünyayı görmemek mümkün mü? Bizim açımızdan dünyanın sonuyla insanlığın sonu arasında fark olduğu söylenebilir mi?
Aslında, söz dünyanın geleceğinden ya da geleceği olmayacağından açılınca herkesin söyleyecek birkaç cümlesi olacaktır. Kehanet meraklısı insanlık tarihi Nostradamus başta olmak üzere kahinlerle dolu değil mi? Üzerine bizi de eklemek lazım aslında, ama yeterince kalabalık olduğumuzdan çabuk geçiyoruz bu konuyu. Yine de inancına, bilgisine ya da zengin tasavvur gücüne göre her kesimden, her toplumdan insanın söyleyeceği bir söz vardır bu konuda. Kimi doğa yasalarına, kimi dine, kimi de eski uygarlıklara dayandırıyor sözlerini. Yakın zamanda sinemalarda gösterime giren Roland Emerich imzalı 2012 adlı film Mayalar’ın kehanetini bir kez daha gündeme taşımadı mı? Dahası, film ne derse desin, dünyada 2012’de insanlığın sonunun geleceğine inanan o kadar çok kişi var ki…
Mayalar’ın inandığı kadar yakın mı dünyanın sonu bilinmez, lakin yaşadığımız dünyaya bakınca ne gelecekten ne senaryolardan söz edesi geliyor insanın; küresel felaket yaşanıyor zaten diyene kim itiraz edebilir? Sadece son bir iki hafta içinde dünyada akan haberlerden birkaç örnek…
İngiliz Times gazetesi yapılan bazı araştırmaların cep telefonu kullanımıyla beyin tümörü arasında bağlantı olabileceğini gösterdiğini belirtti. Avrupa Birliği’nin maksimum SAR seviyesini 2W olarak belirlediğinden hareketle, telefonu bu seviyenin altında radyasyon yayanlarsa rahatlamasın. Times’ın ifadesiyle, “bu konuda bugüne kadar yapılan en büyük araştırma olan Interphone’un ön bulgularına inanırsak”, onların da tedirgin olması gerekli.
Hastalıklar vize istemiyor. Felce yol açabilen laym taşıyan keneler sınırları çoktan aşmış; artık bu kenelere Norveç ve Kanada’da, sıtma taşıyan sivrisineklere ise Güney Kore gibi ülkelerde de rastlanıyor.
BM Genel Sekreteri Ban Kimun Roma’da yapılan Dünya Gıda Güvenliği Zirvesi’nin açılışında dünyada bir milyar insanın açlık sorunuyla boğuştuğunu hatırlatıp, “Sadece bugün itibarıyla 17 bin çocuk açlıktan ölecek. Her beş saniyede bir çocuk, yılda altı milyon çocuk açlık yüzünden can veriyor” dedi.
Yeni bir araştırma Avrupa’da son buzul çağının sanıldığı gibi 10 yıllık bir süreç içinde olmadığını, sadece altı ay içinde gerçekleştiğini ortaya çıkardı. Araştırmanın başkanı jeoloji profesörü William Patterson Kuzey Yarımküre’nin Körfez akıntısının aniden yavaşlamasıyla donduğunu, buzulların kuzey kutbundan yüzlerce kilometre güneye yayıldığını söyledi. “Bu olay Britanya’yı alıp birkaç ay içinde kuzey kutbuna götürüp bırakmak gibi bir şey” dedi. Patterson’ın araştırma yaptığı gölden elde ettiği sonuçlara göre, ısı birdenbire düşmüş ve göldeki bitki ve hayvanlar birkaç ay içinde hızla yok olmuş. Bazı bilim insanlarına bakılırsa, bugün de durum çok farklı olmayabilir; Grönland buzulları erirse okyanus akıntılarını bozabilir ve bu durum benzer bir etki yaratabilir.
Bunları okuyunca biraz umutsuzluğa düşüyor tabii insan. Dünyanın sonunu getirecek süreç başladı mı yoksa diye düşünüyor. Belki de bu nedenle, gelecekte ay başta olmak üzere başka gezegenlerde yaşam alanları kurma fikri hayali geniş insanlar kadar bu uğurda milyarlarca dolarlık araştırmalar yapan devletleri de heyecanlandırıyor. Ancak yaşadığımız gezegenden umudu kesmek için erken henüz; yarattığımız korkunç doğa tahribatına rağmen çözüm için gerçek umut yine insanlardan başkası değil.
2012 filminde dünya sular altında kalırken insanlığın kurtuluşu gemi inşa sanayinden gelmiş, Nuh’un torunları kıtaları yutan okyanuslardan teknoloji harikası gemiler sayesinde kurtulmuştu. Yeni uygarlığın doğum yeri olarak işaret edilen Ümit Burnu, tabiri caizse, gemicilerin ve gemi sektörünün Kâbe’si değil mi? Sektöre selam çakıp Türkiye’de ilk baskısı 2000’de, Yapı Kredi Yayınları tarafından yapılan “Zamanların Sonu Üzerine Söyleşiler” adlı kitapta bir soruya cevap veren ünlü senarist, edebiyatçı ve tarihçi Jean Claude Carriere’ye kulak verelim. “Uygun bir çevrebilimsel etiğin amacı, yaşamı ileri bir gelecekte başka gezegenlerde aramak olmamalı, yaşamımızın ve şu anda yeryüzünde var olan öteki türlerin yaşamının nitelikli olmasını amaçlamalı.”

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com