18 Mart Deniz Zaferi

Dr. Funda Songur

Birinci Dünya Savaşı’nın henüz ilk aylarında tüm gücüyle toplanıp İstanbul surlarına dayanmak isteyen İtilaf Devletleri’nin güçlü donanması, Çanakkale’de büyük bir kayıp yaşadı. 18 Mart 1915 Zaferi tarihimize altın harflerle yazıldıysa bunun sebebi dünyanın en modern teknik donanımına sahip bu filonun Çanakkale’yi geçmeye gücü yetemeyecek duruma getirilmiş olmasındandır

Osmanlı Devleti’nin Durumu Savaşa uzanan yıllarda 19’uncu yüzyıl boyunca savaş teknolojisi ve uluslararası ilişkiler sürekli yeniden tasarlandı. Avrupa devletleri arasında bloklaşma ise savaşın hemen öncesi tamamlanmıştı. Osmanlı Devleti bu bloklaşmada bir taraf değildi. Daha ziyade zayıflayan Osmanlı’nın yeniden düzenlenmesi güçlü devletler tarafından gerekli görülmekteydi. Avrupa güçlerinin bloklaşmasının sürdüğü yıllarda oldukça zayıf bir durum sergileyen Osmanlı, Batı güçlerinin tesiri ve saldırıları altında kalmaya devam etti. Osmanlı Devleti’nin bu güçlere karşı gelecek bir varlığı bulunmuyordu. Hem askerî modernizasyonunu ve askerî sistemlerini onlardan tedarik ediyor hem de ihtiyaç duyduğu maddi kaynağı bu devletlerden borç alarak karşılıyordu. Diğer taraftan Osmanlı, Avrupa Devletleri için bir pazardı. Ham madde temini sağlanan önemli yerlerden biri olmakla birlikte, ticaret ağının kurulduğu bir sistem Osmanlı’nın ekonomik ve askerî gücünün kontrol altında tutulmasını sağlıyordu. Bu ticari sistem içerisinde taşımacılığa ilişkin büyük payı denizyolu taşımacılığı üstlenmiş olmakla birlikte, sektörün aktörleri yabancı yatırımcılardı. Dolayısıyla Osmanlı, askerî ve ekonomik yönden Batılı devletlere bağımlı kalma sarmalına girmişti.

Osmanlı Devleti 18’inci yüzyıl sonu itibarıyla çeşitli alanlarda modernizasyon sürecine girmişti. Bu süreçte en çok faydalandığı unsurlar Batı kurumları idi. Osmanlı gelişiminde Batı’nın payı bu alanda da net bir şekilde görünmekteydi. Fransız Devrimi ile yayılan milliyetçilik fikri en çok Osmanlı gibi geniş coğrafyada yaşayan pek çok millete sahip devletlerde köklü etkiler yaratıyordu. Osmanlı kendi modernizasyonu dışında iç ilişkilerinde de sorunlu bir dönem yaşıyordu ve bu süreçte ayaklanmalar çıkaran bazı milletler toprak alarak Osmanlı’dan ayrılmaktaydı.

Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı arifesinde hem içeride hem dışarıda zorlu bir dönemden geçiyordu. Devlet ise bu oluşumlara cevap verecek bir güçte değildi. Sanayi Devrimi’ni yakalayamadığı için teknik modernizasyonda ve ithal ettiği kurumsal gelişim ile de sosyo-ekonomik unsurlarda dışarıya bağımlı bir devlet olarak yıllarca ayakta kaldı. Fakat Savaş, bu durumu esaslı bir şekilde değiştirecekti.

Savaş başlarken…

Yukarıda bahsi geçen süreci yaşayan Osmanlı Devleti, hâlihazırda uzun yıllara varan savaş yorgunluğuyla ve azalan asker gücüyle Birinci Dünya Savaşı’na girecekti. Ayrıca askerî ve siyasi yönetimde yaşanan sorunlar da hazırlıkların önünde büyük bir engel oldu. Bu durum Osmanlı’nın savaşa girmesini engelleyemedi; 2 Ağustos’ta seferberlik ilan edildi ve ekim ayı sonunda savaşa taraf oldu. Osmanlı Devleti, Batılı devletlerin hazırlıkları ve savaş bilinciyle esas taraflardan biri olmadan savaşa girse de topraklarının tamamında bu savaşı tecrübe etti.

İstanbul’un Akdeniz kapısı Çanakkale, yalnızca Osmanlılar için değil İstanbul’a sahip olan her devlet için korumaya alınması gereken bir coğrafyadır. Zira tarih boyunca saldırılara maruz kalmış bu bölgenin Birinci Dünya Savaşı’nda da kaderi değişmeyecektir. Çanakkale Cephesi, Birinci Ordu’ya bağlıydı, denizden korunuyordu ve takviye birlikleri gerektiğinde gönderilebileceği şekilde planlar hazırdı. 1914 yılının Kasım ayı itibarıyla başlayan taarruzlar mart ayına kadar ara ara da olsa devam etmiştir.

Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale en önemli zafer olarak tarih yazacaktır ama bu savaşın bizim için bir başka anlamı daha vardır. Ülkemizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk bu cephede görev alacak 1915’te Çanakkale’de bulunan 3’üncü Kolordu’ya 19’uncu Fırka Kumandanı olarak atanmıştı. Bu savaşta bir komutan olarak tarih yazacak ve bundan sonra da tarih sahnesinde varlığını büyüterek devam edecektir.

Çanakkale Cephesi’nde Birinci Dünya Savaşı

Almanya’ya ait Goeben zırhlısı ve Breslau kruvazörünün Osmanlı Devleti tarafından satın alındığının duyurulması ve ardından bu gemilerin Osmanlı Devleti sancağını taşıyarak Karadeniz’de bulunan Rus limanlarını bombardıman etmesi nedeniyle Osmanlı savaşa taraf olarak dâhil oldu. 18 Mart Deniz Savaşı da 29 Ekim’de Birinci Dünya Savaşı’na fiilen giren Osmanlı’nın katılacağı en önemli savaşlardan biri oldu. Çünkü İtilaf Devletleri Osmanlı’nın savaşa taraf olmasının akabinde onu teslime zorlayacak oldukça sert saldırılar gerçekleştirdi. Bir an evvel savaştan geri çekilmesini sağlama ve başka cephelerin açılmasını engelleme amacında idi. Bunun dışında Rusya Hükûmeti Boğazlar kapalı kaldıkça eksik olacak lojistik destek nedeniyle savaştan çekileceğini belirtiyordu. Savaş bir tarafta devam ederken Boğazları kullanmak zorunda olan ticaret gemileri vardı. Ticari faaliyetlerin çok fazla geride kalmadan yeniden gerçekleştirilebilmesi, Osmanlı’nın burada yenilmesine bağlıydı. Bu gerekçelerin hepsi, Boğazlar’da olacak bir savaşın bir an önce bitirilmesi gayesini göstermekteydi.

Osmanlı’nın bu şekilde savaşa katılması Çanakkale’yi savaş sahnesinde daha da canlı bir coğrafyaya dönüştürdü. Hemen birkaç gün içerisinde Boğaz önünde bulunan İngiliz gemileri Boğaz girişini bombaladı, Midilli ve Sakız’da yaşayan Rum halkından binlerce insanı bir araya getirerek Boğazlar’daki savaş hazırlıklarını artırdı. Ocak ve şubat aylarında İngiliz ve Fransızların Boğaz önü baskısı artarak devam etti.

19 Şubat tarihi, bombardımanın ve dolayısıyla karşılıklı hasarların artmaya başladığı bir tarihi ifade eder. Artık, sahil tabyaları daha çok bombalanıyor, şehir bu bombardımandan çok fazla etkileniyor ve şehitler artıyordu. Düşman da çok ciddi kayıplar vermiş, hasar gören gemilerinden bazıları kullanılamaz durumdayken bazıları batmıştı. Boğazönü Adaları’ndan Bozcaada her zaman bir lojistik üs konumundaydı ve bu durum İngiliz gemileri için de geçerli oldu. İngiltere adayı işgal etti ve burada konuşlandı. Bu nedenle Boğaz’da keşif çalışmalarını daha verimli gerçekleştirebiliyordu.

Mart ayında düşman gemileri güç tazeliyordu. Rus Yüzbaşı Smirnof, İngilizlere katılmıştı. Bölge hakkında bilgisi vardı ve bu bilgisiyle deniz saldırısı yanında karaya asker çıkarma planlarının yapılmasına destek oldu. Bu hedef çerçevesinde Seddülbahir üzerinden karaya asker çıkarmaya başladılar. Yine bölgede bulunan ada halkından ve aynı zamanda Avustralya ve Senegal fırkalarından asker toplama hazırlıkları devam ediyordu. Binlerce insanı düşman gücü olarak bir araya getirmenin bu kadar kolay olduğu bir güç içerisinde İngiltere, saldırılarına mart ayının ilk günlerinde durmaksızın devam etti. Fransızların da desteğiyle denizden ve karadan saldırı planları güçleniyordu.

İtilaf Devletleri’nin donanma gemileri, tabyaları bombalamaya devam ettikçe, Osmanlı da karadan cevap vermeye devam ediyordu. Mart ayının ikinci haftası geldiğinde tarihe adını yazdıran Nusrat Mayın Gemisi, düşman filosunun manevra sahasına 26 mayın döşedi. Büyük bir gizlilikle gerçekleştirdiği bu operasyon, düşman güçlerinin kendi planında darbe günü olarak ifade ettikleri 18 Mart gününü kendileri için büyük bir hezimete dönüştürecekti.

Osmanlı ile kıyasladığında en yüksek derecede kendine güvenen ve dönemin yüksek teknolojili gemilerine sahip “dünya güçleri” hazırlıklarını tamamladı. 18 Mart planları çerçevesinde her şartı yerine getirdiler ve artık vurucu saldırıyı yapmaya hazırdılar.

18 Mart oldukça şiddetli geçen bir savaş günü oldu. Müttefik gemilerin sayısı artmıştı ve bu gemiler sahillerin bombardımanını hızlandırmıştı. Gemiler sahile yaklaştıkça şehir daha çok yanıyordu. Diğer taraftan sahilde konuşlanmış Türk tabyaları, menzile giren bütün gemilere ateş açıyordu. Karşılıklı saldırılar arttıkça kayıplar daha da fazlalaşıyordu fakat düşman gemileri de yara aldıkça kıyılardan uzaklaşıyor menzil dışına çıkıyordu. Saatler ilerledi ve manevra değiştiren düşman, savaş gemilerini sahil tabyalarından uzaklaştırdı. Fakat bu manevra değişimi Nusrat mayın gemisinin gizlice döşediği mayınların düşman filosunu geri çekilmeye zorlamasıyla sonuçlandı. Mayınlardan bazıları gemileri derin sulara gömerken bazıları uzaklaşmasını gerektirecek ağır yaralar aldı. Sahil tabyalarının güce ve Nusrat gemisinin mayın taktiği, savaşın gidişatını etkilemişti. Düşmanın yüksek teknolojili çağdaş gemileri tek tek geri çekiliyordu. Çanakkale Boğazı’nı deniz üzerinden geçmek mümkün değildi.

Bunu gören İtilaf Devletleri savaş taktiği geliştirerek karadan taarruz planladı. İngiliz, Fransız ve Anzak tümenleri eşliğinde tüm gücüyle saldırdı ama savunma geçit vermedi. 25 Nisan’da başlayan çıkarma geri püskürtüldü ve bu müthiş direniş süreci Çanakkale’nin geçilmeyeceğini gösterdi.

18 Mart Zaferi, tarihimizde çok büyük ve önemli bir zaferdir. Öncelikle denizde ve ardından karada devam eden savunmamız düşmanın “üstün” güçlerini püskürtmüştü. Osmanlı Devleti, bu başarıya rağmen, Birinci Dünya Savaşı’ndan büyük bir yenilgiyle çıktı. Önce Mondros Mütarekesi’ni imzaladı ardından Sevr Antlaşması’nı kabul etti. Emperyalist güçler İstanbul’a istedikleri yöntemle varamamışlardı ama bu anlaşmaların akabinde tüm İstanbul sularını dolduracak sayıda gemiyi Boğaz’a dizmişlerdi. Çanakkale’deki askerî başarılarıyla doğan Türklerin yeni lideri Mustafa Kemal, bu sulardaki her bir düşman gemisinin geldikleri gibi gideceklerinden emindi. Çünkü kendine ve milletine güveniyor, Türklerin düşman gücü altında ezilmeyecek bir millet olduğunu biliyordu. 18 Mart’ta geçit vermeyen bu millet ne Mondros’a ne de Sevr’e geçit verirdi. 18 Mart coşkusu yüreklerde daim olsun. Gururla kutlansın. Bu milletin sınırlarını ihlal etmeye çalışan her türlü güce birliktelik ve azimle nasıl dimdik kalarak tek yürek karşılık verdiğini unutmasın.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın