ADİL GÖKSU

Yeşim Yeliz Egeli

İlhamını denizden alan, şiir gibi bir yaşam: ADİL GÖKSU 

“Yıllarca en güzel şiirleri yazmaya çalıştım. Sonunda bir gün anladım ki, aslında iyi bir şair değil iyi bir şiir olmak istiyordum.” Geçmişte bir yerlerde okumuştum. Adil Göksu’nun şiir, müzik, dostluk, aile, sevgi, renkli seyahatler, başarı, hüzün, vefa, emek ve tevazu dolu renkli hayat hikayesini dinlediğimde tekrar aklıma geldi bu sözler. 1932’den bu günlere, Atatürk’ün ölümünden Pele’nin şöhret olduğu ilk dünya kupasına kadar, pek çok çarpıcı anı ile dolu bu yaşam hikâyesini okuduğunuzda hem denizcilik tarihimize adını yazmış önemli insanları tekrar hatırlayacak hem de gerçek bir İstanbul Beyefendisi ile sohbet etmenin tadına varacaksınız

Fatih Kıztaşı 1930’larda İstanbul’un en gözde semtlerinden biri. Adil Göksu’nun doğum tarihi olan 1932 yılında Fatih eski şehrin en iyi muhitlerinden biri sayılsa da o zamanın çocukları için oyuncak diye bir kavram yok. En büyük eğlenceleri çelik çomak, birdirbir, uçurtma, misket… Evlerde buzdolabı yok, çamaşır makinesi yok, ütü yok. Bir mangal ya da sobanın başında biraz ısınıp sonra soğuk odalarda uykuya dalınan günler. Yamalı çorap, pençeli ayakkabı fakirlik göstergesi değil, normal durum. Ayakkabıların altına uzun ömürlü olsunlar diye pençe yapılıyor, babaların eski pardösüleri ters çevrilip çocuklara giydiriliyor. Arada tek tük zengin çocukları da yok değil. Kim var mesela Ahmet mi? Bütün çocuklar bekliyorlar ki Ahmet top getirecek, maç yapılacak. Radyo çok az kişide var, televizyonu hayal etmek mümkün değil. Yıllar sonra 1955’te Almanya’dan dönen Adil Göksu bir Grundig teyp getirdiğinde, bütün Fatih ayağa kalkıyor. “Konuşuyorsun, sesini kaydedip, geri alıp, sesini dinliyorsun, böyle bir şey olabilir mi?” diye şaşkın herkes. “Ben böyle bir dünyadan geldim.” diyor anlatırken. İlkokulu Fatih’te, orta öğrenimini ise İstanbul Erkek Lisesi’nde tamamlıyor. Okuduğu lise çok güçlü bir ekolün simgesi… Bu nedenle onu yaşamı boyunca her ortamda farklı kılan eğitim sürecinin, başarısında katkısı büyük. Okul deyince aklına gelen yalnızca aksanını beğendiği, çok etkilendiği İngilizce öğretmeni ve okulun yüksek nitelikli eğitimcileri değil, futbol, atletizm, voleybol da var.

Hatta o yılların liselerarası pinpon şampiyonu. Okuldayken tiyatroya ve edebiyata büyük ilgisi olsa da bugünlere taşıdığı en büyük tutkusu Türk Sanat Müziği. Göksu, bugün bilindiği gibi usta bir Türk Sanat Müziği yorumcusu… Üniversite eğitimini tamamlayamamış olmanın burukluğu ses tonundan hissedilse de, üzerine düşen ailevi vazifeyi yerine getirmenin sevinci gözlerinde, gülen yüzünde parlıyor. Ailesi Rize’den İstanbul’a göç etmiş vakti zamanında… Babası denizciliğin oldukça zor olduğu zamanlarda, Karadeniz’e sefer yapan gemilerde makinacılık yapmış. Adil Göksu doğunca da, o zaman “Kalafat yeri” olarak bilinen Haliç’te gemi tamir, bakım atölyesi açmış. Göksu babası Arif Usta için “Babam bu işlerin baş ustası, çok pratik bir insandı. O zaman tekneler ağaçtandı. Sürekli arıza yaparlardı. Bugünkü gibi tersanelerin olmadığı bir ortamda, o teknelerin İstanbul’dan Karadeniz’e gitmesi dünya seferi gibi bir şeydi… Arızalanan motor İstanbul’a, Arif Usta’ya yani babama getirilirdi.” Genç Cumhuriyet, ekonomisini geliştirip var olma savaşı verirken, o yıllardan aklında kalan uzun çalışma saatleri. Devir tatil değil çalışma devri! Hiç tatil yapmadan çalışıyor herkes. Bir Cumhuriyet Bayramı, bir Ramazan bir de Kurban Bayramı’nda mola var. Yılda üç gün tatil, kalan 362 günü uzun saatler çalışarak geçiriyorlar. Üniversite arzusundan hemen vazgeçiyor tabii. “Ben yazları atölyeye gider, kışın da okuldan çıkınca babama yardımcı olurdum. Ama öyle bir noktaya geldik ki, üniversiteye gidemedim. Mecburen, babam tek kaldığı için, işi batmasın diye düşündüm. Onun yanında tam gün çalışmaya başladım ama kendimi de yetiştirdim” diyor. Artık gelecek için seçimi belli: baba mesleği. Yüksek öğrenim için ısrar etmiyor, hatta konusunu bile açmıyor. İşini severek, iyi öğrenerek, kendini yetiştirerek bugünlere geliyor. Baba oğul ilişkilerinde o devre has bir saygı hakim. Değil rakı, sigara, babasının yanında kahve bile içmemiş. Yaz ayları Çamlıca’da geçiriliyor. Giderek yerlisi oluyorlar. Bugün, Çamlıca’nın en eskisi benim derken, anılar eskide kalan, birbirine daha sıkı bağlarla kenetlenmiş, paylaşmayı bilen bir toplum yapısını anlatıyor: “Babam her pazar o muhitteki fakirleri, komşuları, davet ederdi; fırında yemek pişer, hep birlikte yenirdi.” Yurt dışında çalışarak mesleki eğitimini ve dünya vizyonunu geliştirmenin kişinin başarısına katkısı büyük olsa gerek. 1956 yılında, Çamlıca’dan tanıdığı, eş dost ortamında gördüğü eşiyle, babalarının rızasını alarak, birbirlerini beğenerek evleniyorlar. Tam 53 yıl sıhhat, afiyet içinde sürdürülen mutlu bir evlilik bu. Medeni hal değişikliği, yurt dışına yoğun seyahatlerle dolu iş temposunu hiç değiştirmiyor; evlendikten sonra da seyahatler devam ediyor. Yurt dışında Almanya, Hollanda, İngiltere ve Yunanistan’da tersanelerde çalışıyor Almanya’da MAG fabrikasında eğitim kurslarına katılıyor ve hatta “Yunanistan’a en fazla giden Türk” olarak kayıtlara geçiyor. Edindiği bilgi birikimi, Arif Usta’dan öğrendikleriyle birleşince öncü bir güç haline geliniyor.  Onun yaşamına bakarken, Türkiye’de denizcilik sektörünün gelişimini adım adım izlemek mümkün. Mesela 1960 yılına kadar ülkede gemi inşaatı yok. 1960’lardan sonra başlıyor ilk kez. “Deniz yollarının ve deniz kuvvetlerinin hurdaya çıkmış saç tekneleri, derme çatma ahşap tekneleri alıp, tamir edip gemi yapıyorduk, koster haline getirerek sefere çıkarıyorduk. Onlardan iki tanesini de kendim yapmıştım. O tür çalışmalar zamanında, biz Kalafatyeri’nde çok öncü bir güçtük.” Haliç’ten, o zamanlar ticaretin ve zanaatın mektebi haline gelen Perşembe Pazarı’na taşındıkları dönem anlatılırken aklıma hemen Turgut Amca (Kıran) geliyor ve soruyorum. “Turgut Kıran bizim atölyede çalışıyordu. Siz belki bilmezsiniz, çok mükemmel bir tornacıdır o. Sonra bizden ayrıldı, dükkan açtı. Şadan Bayraktar da bizim yanımızda çalışıyordu. Bunlar çok başarılı insanlar… Mükemmel bir duruma geldiler. Bugün de çok üst düzeyde faaliyetlerine devam ediyorlar.” diyor eski günleri hatırlamanın mutluluğuyla.
Zaman içinde Adil Göksu yeni gemiler yapmaya devam ederken uluslararası platforma çıkarak gemi işletmeciliği de yapıyor. Bugünkü Armatörler Birliği Kooperatifi, kurulduğu 1957 yılında, babası Arif Göksu adına kayıtlı. Adil Göksu 1958 yılında kooperatifin en genç üyesi durumunda. Lisan bilmenin, eli kalem tutmanın avantajıyla öne çıkıyor. Tam 25 yıl, bu kooperatif ve denizcilik sektörünün kurumsallaşması için mücadele ediliyor. Bugün hayatta olmayan, o zaman sektörün ileri gelen kişilerinden yaşça küçük olsa da, onlarla omuz omuza çalışıyor. “Armatörler Birliği’nde Ziya Bey’in, İsmail Bey’in rolü tartışılmaz tabii. Ben onlar içinde en genci olup, biraz okuryazarlığım olduğu için, İngilizce’yi de iyi konuştuğumdan, onlara çok yardımcı oldum” diye sıraladığı cümleleri, “Ümit ediyorum ki herkes tarafından takdir edilmiştir.” sözleriyle tevazu içinde bitiriyor. “Deniz Ticaret Odası 1982 yılında kuruldu. 1982’den evvel bu ülkede denizciliği temsil eden bir kurum yoktu. Ben Oda’dan önce meslek komitesindeydim. Şu anda 60 sene doluyor. Demek ki, bu işin içindeki en yaşlı kişi benim. Benden büyük birkaç kişi var ama onlar çalışmıyorlar. Bunlar arasında Halis Kalkavan, Kaşif Kalkavan, Tahsin Memişoğlu ve Orhan Deval var. Bu dört kişiden sonra ben varım ama onlar bıraktılar, çalışamıyorlar sağlık nedeniyle…”

İnsan yaşamı ne kadar ilginç öykülerle dolu değil mi? Hele ki Adil Göksu gibi dolu dolu yaşanmış bir hayatsa… Bu hayatın içinde neler var? Atatürk’ün ölümünü ve savaş yıllarını gören, 6-7 Eylül olaylarını dün gibi hatırlayan ve hüzünle anlatan bir adam. Politikada ihtilaller, Beyoğlu İnci’de profiterol ve yeri doldurulmaz eski İstanbul Beyefendileri, Maçka Küçük Çiftlik Parkı’nda konserler. Koro ve saz heyetiyle yapılan konserlerden sonra ilk kez solist olarak şarkı okuyan Münir Nurettin Selçuk, sahnede eline mikrofonu alıp yürüyen ilk isim Müzeyyen Senar, Safiye Ayla’lar, Hamiyet Yüceses’ler. Fenerbahçe aşkına Galatasaraylı arkadaşlarla girilen ezeli rekabet ve içilen rakılar. Dünyayı belki 300 kez dolaşmışımdır dedirtecek kadar çok seyahat. Dünyanın bir ucundan diğer ucuna yolculuklarında Mekke’den de etkilenmiş, Barselona’dan da.

“Futbol tutkum var, Pele’nin parladığı ilk maçı İsveç’te izledim”

Adil Göksu sadece denizcilikte değil, futbolda da bir devrin tanığı. “Ben 1958 yılında İsveç’te yapılan dünya kupası maçlarını seyretmiş bir adamım. Türkiye’de belki de tekim. Pele’nin oynadığı maçlarda oradaydım.” Bir hayat sadece neşe ve şansla dolu olabilir mi? Elbette acılar, üzüntüler de var. Adil Göksu babasını 35 yaşında, 9 senelik evliyken kaybeder. İş hayatında da zaman zaman fırtınaya yakalanır. “Ben bir zamanlar tek tabanca gibi bir adamdım. Kader, şans yüzümüze gülmedi. Kendimi bilmeden, bir anda çok daha zengin olalım diye bir adım attım, üç gemi birden aldım. Bugünkü gibi bir kriz geldi, üç ayda götürdü bizi.” Her günümüz krizle geçiyor son yıllarda ama Adil Göksu’nun anlattığı yıl 1983 -1984, yani İhtilal sonrası. Kriz maddi olarak ciddi bir darbe vursa da maneviyatını güçlendirmiş. Servetimiz gitti ama itibarımız yerinde diyebilmek bile büyük bir şans hayatta. “Bizi mahvetti, gitti. Ama Allah’ın takdiri! Ben Allah’ın büyüklüğüne, kadere inanan bir kişiyim. Geçmişimden hiçbir şikâyetim veya hoşnutsuzluğum olamaz. Ben dört dörtlük bir dünya yaşadım her bakımdan. Şimdi dördüncü nesille beraber çalışıyorum. Benim bu sektöre yaptığım hizmet, verdiğim mesai çok nadirdir ama son derece büyük takdir kazanmış bir şeydir. Beni hiçbir şekilde kötü günde bu insanlar yalnız bırakmadı.”

DTO’nun kuruluşu, sıkı dostlar ve renkli günler…

Deniz Ticaret Odası’nın kuruluşu ülkemizde denizciliğin gelişmesi açısından önemli bir adım. Kuruluşu adım adım bilen bir isme DTO’yu sormamak olmaz.  “Sektörde büyüklerimizden bir grup artık zamanı geldi, bizim de bir odamız olsun dediğinde, yani 1982 yılında, bu arzumuzu Ankara’ya ilettik. Kuruluş aşamasında Celal Eğicioğlu ilk meclis başkanı idi. Fuat Çakmak, Cengiz ve Gündüz Kaptanoğlu, Gündüz’ün babası, Ziya Kalkavan, Mehmet Kaptanoğlu ve Mehmet Şekerci’yi özellikle saymak isterim. Benim yaşantımda, iş dünyamda bana en büyük etkisi ve desteği olan kişi Mehmet Şekerci’dir. Hayatımda tanıdığım en üstün vasıflı insanların başında gelir. İşte bu arkadaşlarla birlikte Oda’nın kuruluşu için müracaat ettik. Askeri komitede, ihtilal komitesinde tartışıldı bu konu. Bir ön komisyon kuruldu. O komisyonda ilk önce 15 kişi kadardık. Komisyonun başkanlığını Ferit Biren yapmıştır. Ferit Biren de benim çok değer verdiğim bir insandır. Çok entelektüel bir adamdır. Ve Oda kuruldu. Önce Beşiktaş’taydı yerimiz. Sonra Sanayi Odası’nın olduğu binaya gittik. Bir ara Tophane’ye geldik. Yeni yer konusunda özellikle Fuat Miras’ın çok büyük rolü oldu. Fatih, Küçükmustafapaşa’da neredeyse 70 seneye yakın bir dostluğumuz var. Öyle kuruldu odamız. Zaman içerisinde ekonomik olarak güçlendi herkes, buraya destek verdi. Uzun yıllar Cengiz Kaptanoğlu’nun Yönetim Kurulu Başkan Vekilliği’ni yaptım. 1995 yılında da Meclis Başkanı oldum. Benden sonra da Erol Yücel geldi. Bu da bir vazife tabii, herkes olacak. Gene o zaman arkadaşlar itirazsız lütfettiler, ‘başkan Adil olacak’ dediler. Şöyle söyleyeyim, benim meclis başkanlığım döneminde burası çok renkliydi. Benim dönemimde her bir bakanın katılım ortalaması yüzde 86’dır. Çok faaldim, çok iyi günler geçti. Bir de toplantı bittiği zaman adet haline getirmiştik, bir iki şiir okurdum, hoş karşılanırdı. Biraz tarihten konuşurdum, çünkü Osmanlı Tarihi’ne karşı büyük bir ilgim var.” Gerek okuyarak gerek yaşadığı tanıklıklarla tarihi iyi bilen Adil Göksu Türkiye’nin bugünkü durumu için ne yazık ki fazla iyimser değil. Bu duygularını “Ben ihtilaller de yaşadım, tek partili sistemi de yaşadım. İnsanoğlunun yaşam hasretini, duygularını baltalayamazsınız. Demokrasi demek vicdan hürriyeti demektir, hürriyet demektir. Siz çeşitli yollarla insanlara etki yapıp da kendi düşüncelerinizi onlara zorla kabul ettirmeye kalkarsanız, olmaz.” diye özetliyor. Değişen dünyada yeni nesle önerisi ise bireysel hareket etmekten çok, bir araya gelerek daha büyük işler yapmaları yolunda. “Kişisel olarak bir başarıyı yakalamak artık zor, müşterek bir dünyanız olacak. Birleşeceksiniz, gücünüzü beraber kazanacaksınız yoksa tek başına 10 tane gemi yapma devri artık kapandı. Birleşilirse riski üzerine almanız gerekmez. Ben de diyorum ki tek başımıza iş yapmayalım, 10 kişi birleşelim, bir tane 50 bin tonluk gemi alalım, bir defa 70 milyon dolar ödeyelim; sen de yüzde 10 sahibi ol, ben de. Bunu böyle büyütelim. Yunanlı şimdi gemi alıyor. Çünkü kafa çalıştırıyor. Şimdi 30 milyon dolarlık gemiyi 15 milyon dolara alıyor. Üç sene zarar etse de gene kârda.” İş dünyamızın ve sektörün bu deneyimli ismine göre, ülkemizin tanıtım eksikliği de hâlâ aşılabilmiş değil. Çok güvendiği yeni nesli, daha sık ve daha kalabalık olarak yurt dışında görmekten yana. Hamburg’da bir fuar var, Barcelona’da bir etkinlik, burada nasıl en az 20 – 25 kişilik Yunanlı Armatörleri görüyorsak, Norveçli, İngiliz, Japon işadamlarını görüyorsak, Türkler’in de aynı ölçüde fark edilmesini, tanınmalarını istiyor. Göksu’ya göre sadece kokteylde görünmek bile “Türkler burada” denmesi için yeter. İkinci adım da tabii ki gidilen yerde toplantılara katılmak, fikir üretmek, tanıtım yapmak olmalı. Gördüğü ikinci eksiklik ise devlet desteği konusunda. Kişilerin tek başına yetemediği yerde devletin desteği gündeme geliyor. Kruvaziyer gemiler dev bankaların, dünya kadar ortağı olan kuruluşların hep. Çünkü kimse o kadar büyük paralar vermez. Devlet sektörün yanında olmadığı için koster filosu yıkıldı, oysa devletin bu desteği vermesi çok önemli. Aynı şekilde yeni ekonomik paketle ilgili olarak umutlu olmadığını “Bu krizde kim kime ne verir? Devlet veremez. Yapacakları şey, IMF’den para gelişi olursa tersanelerde yarım kalmış gemilere ve tersanelere bir yardım olabilir en iyi ihtimalle.” sözlerinden anlamak mümkün.

Şiir ve musiki ile beslenen hayat!

İş dünyasındaki yoğun görevlerini azaltan Adil Göksu, eşi ve torunları ile huzurlu bir hayat sürüyor. Her zamanki gibi şiirden ve ilk göz ağrısı Türk Sanat Müziği’nden kopmuş değil. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin bir dalı olan Hüseyin Avni Sözen Veliler Korosu’na pazar günlerini ayırıyor. Senede iki-üç konser vererek solist olarak katıldığı musiki çalışmalarını 12 senedir sürdürüyor. Şiirler de her zaman yanında, aklında, dilinde. Bizim için anonim bir şiirden, düğün gününde bir genç kızın ve ailesinin hassas duygularını betimleyen çok güzel dizeler okudu:

Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna
Tenimde bir yara işler gibisin
Korkarım, rüzgârlar keder vermesin
Anneler beşikte der çocuğuna
Acını görmesin gözüm alemde
Teselli demeksin bana son demde
Bütün ümitleri yel alır gider
Tomurcuk açılır sel alır gider
Anneler büyütür el alır gider

Bu güzel şiirler ve dolu dolu yaşam için teşekkürler Adil Göksu.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın