ABD’nin düşüşü efsane mi, gerçek mi?

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Kayıp Balık Nemo (Finding Nemo) filminde Nemo’nun babası oğlunun insanlar tarafından kaçırıldığını anlatırken, dinleyen balıklardan biri insanların her şeyi yapabileceğini zannettiğini söyler. Diğeri ekler: Amerikalı olabilirler!

ABD’nin dünyadaki hakimiyetini vurgulayan “tek süper güç” olarak anıldığı günler pek de uzak değil. Dünyayı sarsan finansal kriz patlak verene kadar, neredeyse tüm medyanın gerekli gereksiz kullandığı tek süper güç ifadesi artık o kadar da kolay telaffuz edilmiyor.
Dünya ölçeğinde tüm gelişmelerde güçlü bir aktör olarak kendini gösterse de ABD politikaya eskisi kadar kolay yön veremiyor. Ortadoğu’da Suriye meselesinde olduğu gibi Rusya ve Çin’in ağırlığını koyması karşısında ısrarlı baskılarına istediği yanıtları alamaması ya da İran’ın bir türlü dize getirilememiş olması ilk akla gelen örneklerden.
Keza, “arka bahçesi”nde de bir türlü huzura kavuşamıyor ABD. Sürekli meydan okuyan uygulamalarıyla öne çıkan Chavez’in yanına başka liderler de ekleniyor. Her ne kadar Chavez kadar keskin değilse de Arjantin Devlet Başkanı Cristina Fernandez de Batı’nın canını sıkacak politikalar gütmeye başladı. Üstelik halkından da destek görüyor. Geçen ay petrol şirketi YPF’yi kamulaştıracağını açıkladı Fernandez ve bu açıklama sonrası şirketin çoğunluk hisselerine sahip olan İspanya’yla bir kriz sürecine girildi.

Hangi ABD?
ABD’nin dünyadaki ağırlığının dengelenmeye başladığını söylemek için erken olduğunu iddia edenler var elbette. Ancak dünyadaki dengelerin değişmekte olduğunu görmemek mümkün değil herhalde.
İran’ın nükleer silah yapma potansiyeli sürekli gündemde tutulurken Çin nükleer kapasitesini günden güne arttırıyor. Nisan ayında Hindistan’ın yaptığı füze denemesinin Çin tarafından pek de ciddiye alınmaması ülkenin bu konudaki gücünü gösteriyor.
Hindistan’ın başarılı balistik füze denemesi kendisi için nükleer kapasitesini nasıl arttırdığını göstermesi bakımından önemliydi. Sonuçta beş bin kilometre menzilli, nükleer bir savaş başlığını taşıyabilecek bir silahtan söz ediliyor. Evet, henüz bir “deneme” ama iki yıl gibi kısa bir sürede kullanılabilir hale geleceği düşünülüyor.
Ancak dünyada Rusya, ABD, Fransa, İngiltere ve muhtemelen İsrail’le birlikte nükleer başlık taşıyabilen uzun menzilli füzelere sahip Çin tarafından pek de önemsenmedi bu deneme. Elbette bu durum iki ülke arasında bir nükleer silahlanma yarışı olamayacağından kaynaklanıyor biraz, ama asıl Çin’in gücünü gösteriyor.
ABD’li uzmanlar içinde Çin’in askeri modernizasyon planlarını, denizden nükleer silah kullanabilme kapasitesini kaygıyla karşılayanlar olduğu çeşitli vesilelerle basında yazılıyor.
Aynı şekilde ABD’nin Çin’in konvansiyonel ve diğer silahlarına karşı savunma geliştirdiği de yazılanlar arasında.
Bir ikileme sıkışmış durumda ABD. Bir yandan Çin gibi giderek kendini daha fazla hissettiren güçler karşısında önlem almak zorunda, bir yandan da ülkede silahlanma harcamalarının azaltılmasının ekonomik gerekliliği tartışılıyor boyuna.
Hem Rusya’yla varılan anlaşmaya göre savaş başlıklarının sayısını indirmeyi taahhüt etmiş bir ABD’den, hem de füze kalkanından Pasifik’teki üstünlüğünü korumayı gerektiren harcamaları, Çin karşısında kendini güçlü kılacak unsurları finanse etmeye zorunlu bir ABD’den söz ediyoruz.

Askeri harcamalar
İstatistiklere bakılırsa belli konularda hâlâ başı çektiği görülebilir ABD’nin, silahlanma harcamalarında olduğu gibi…
Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) nisan ayında yayınladığı askeri harcamalara dair yıllık raporunda, dünya ölçeğinde askeri harcamaların 2010’da 1.629 milyar dolar’a ulaştığını belgeledi.
SIPRI’nin rakamları askeri harcamaların 2010’da bir önceki yıla göre yüzde 1,3 arttığını gösteriyor. ABD bu alanda 2010’da yaptığı 698 milyar dolar’lık harcamayla liderliğini sürdürüyor. Hem de büyük bir farkla. 2010’da dünyanın ABD dışında kalan ülkelerinde yapılan askeri harcamanın 931 milyar dolar olduğunu düşünürsek ABD’nin farkını anlamak kolaylaşacaktır.
Askeri harcamalar alanında Çin ikinci, İngiltere üçüncü sırada yer alıyor. 2010’da Çin’in askeri harcaması tahmini olarak 119 milyar dolar, İngiltere’ninki 59,6 milyar dolar.
Çin’in bu alandaki harcamaları 1995’ten bu yana yüzde 500 arttı. Geçen yıl bu alanda tahmini olarak 143 milyar dolar harcadı Çin. Dünya genelinin aksine Çin’in askeri harcamalarında görülen artışın nedeni ABD’yle bağlantılı. Dünyanın karışık bölgelerinden gözümüzü çeviremediğimiz için yeterince fark edemediğimiz ABD’nin Pasifik’teki gücü Çin’in göz önüne almak zorunda olduğu bir faktör. Çin bu bölgede ABD’yi dengeleyecek güce erişmeye çalışırken ordusunu modernize ediyor.
ABD’nin 2011’deki tahmini yıllık askeri harcaması ise 711 milyar dolar. Üstelik bu tablo oluşurken ABD’nin ekonomisini çok zorlayan bütçe açıklarını kapatmak için, Kongre kararıyla askeri giderlerini kısmaya başladığını da hatırlamak lazım. 8,7 milyar dolar’lık kısıntı yapan ABD’nin önümüzdeki on yıl içinde 500 milyara yakın tasarruf yapması bekleniyor.
Bu “bütçe açığı etkisi” ABD’ye özel değil tabii. Batı Avrupa ülkeleri de açıkları kapatmak ve finans krizine karşı önlem olarak savunma bütçelerini daraltmayı seçiyor. Ancak bir ayrımı da belirtmek gerek: Avrupa’da zengin Batı ülkeleri askeri harcamalarını kısarken, Doğu Avrupalı ülkelerde harcamaların yüzde 10,2 arttığı görülüyor.

Gücü yeter mi?
Amerikan Wall Street Journal gazetesinde, geçen ay yayımlanan, Bard College profesörlerinden Walter Russell Mead imzalı bir makalede değişen dünyada ABD’nin yeri ele alınırken, ülkenin Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi yeni güçlerle işbirliğine giderek uluslararası sistemdeki gücünü yeniden tanımladığı öne sürüldü.
“ABD’nin düşüşü efsanesi” başlıklı yazıda, ABD’nin düşüşe geçmediği, dengeyi tekrar sağlama sürecinin tam ortasında olduğu savunuluyordu.
Yazıda ana hatlarıyla Amerika’nın Soğuk Savaş’tan sonra Avrupa ve Japonya’yla üç taraflı bir dünya düzeni oluşturduğundan, bugün ise yedi taraflı bir dünyanın varlığından söz ediliyor ve ABD’nin hâlâ lider pozisyonda bulunduğu kaydediliyor.
Üçlü yapının, AB’nin iç sorunlarının yarattığı kan kaybı ve Japonya’nın Asya’daki en etkili ekonomi konumunu Çin karşısında yitirmesi üzerine yetersiz ve geçersiz kaldığı anlatılıyor.
Yedi taraftan kasıt ise ABD, Avrupa, Japonya, Hindistan, Çin, Brezilya ve Türkiye. Öngörü de lider ABD’nin diğer altı ülkeyle işbirliği içinde uluslararası sistemde gücünü yeniden tanımlayacağı yönünde.
Mead finansal krizle Anglo-Sakson kapitalizminin başarısızlığını, ABD’nin Afganistan ve Irak savaşlarıyla gücünü tükettiğini, Çin’in yükselişini, yeni güçleri göstererek ABD’nin çöktüğünü söyleyenlere itiraz ediyor. Bu gelişmeleri reddetmiyor ama analizin çok daha karmaşık olduğu ve ABD’nin yeniden dengeleme sürecinde olduğu tespitini yapıyor.
Mead’in makalesi ABD’nin krizini Amerikan bir ağızdan duymak açısından iyi bir örnek. Ancak “dengeyi sağlama” vurgusunda ne derece haklı olduğu tartışılır doğrusu. Dünyada yeni bir denge ve ABD bunun önde gelen aktörlerinden biri olmayacağından değil, sadece ABD perspektifli bakış açısı yüzünden tartışılır.
Dünyada kurulmakta olan yeni dengelere Moskova veya Pekin’den bakarak yapılan okumalarda farklı sonuçlara ulaşılacağını tahmin etmek zor değil. Mead’in yaklaşımı öncelikle Çin ile Japonya arasındaki rekabette ABD’nin yaşayacağı sorunları açıklamaktan ve Rusya’nın etki alanını anlamaktan uzak görünüyor.
Ayrıca yedi ülkenin Brezilya ve Çin dışında kalan beşinin çok ciddi siyasi ve ekonomik problemleri olduğundan hareketle, işbirliğinde ABD’ye aradığı kuvvetli desteği vereceği rahatlıkla söylenemez. Kaldı ki Çin ekonomisinin yükselişi karşısında aciz duruma düşen sadece Japonya da değil. ABD’nin kendisi de bu dertten muzdarip.
Bu konulara yönelik ABD stratejilerinin ne olduğunu ya da belli olanların sonuç verip vermeyeceğini zaman gösterecek. Fakat ABD’nin dengeler yeniden kurulurken tek lider pozisyonunda olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Dahası, ABD yeni dengeler tesis edilirken, Mead’in saydıkları olsun ya da olmasın, işbirliği yapacağı ülkelerin bir kısmıyla ilişkilerinde de dikte eden konumundan pazarlık eden pozisyonuna gelecektir.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com