TAHİR SARIOĞLU

Yeşim Yeliz Egeli

 

Hayatta her istediğini başarmış biri  TAHİR SARIOĞLU

Hırslı, çalışkan ve şanslı… Hayatı boyunca yıllık izin kullanmadan, denizciliğin pek çok farklı alanında başarı kazanmış ama şimdi dönüp baktığında en büyük mutluluğu torunu. Sıfırdan bugüne tek başına geldiği için doğal olarak kendisi ile iftihar ediyor. [membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]Sert bir mizaca sahip olsa da yaptığı espriler balık burcunun duyarlı yönünü taşıdığının kanıtı. Bundan sonrası için gönlünde Fenerbahçe yönetimine girmek var. Eğitim ama özellikle denizcilik konusuyla yürekten ilgili bir eğitim gönüllüsü

1952  yılında Üsküdar Salacak’ta, 3 kuşak Üsküdarlı bir ailenin oğlu olarak tam Kız Kulesi’nin karşısında doğan bir çocuk, hele de bütün çocukluğu boyunca ‘denizci olacağım’ derse, bu gazetede portre sayfasına konuk olmasına kim şaşırır! Babasının duvarda asılı bahriyeli fotoğrafıyla büyüyen Tahir Sarıoğlu 11 yaşında puanı Galatasaray Lisesi’ni bile tutarken özgürlüğünün peşine düşmüş. Futbol merakı olduğu için yatılı okula gitmek çok daha cazip gelmiş. Aile karşı çıksa da babasının ona daha o yaştayken bu kararı verme özgürlüğünü tanıması sayesinde, evinden 1100 kilometre uzakta, Antakya’da okumayı seçmiş. O yıllar, Hatay’da bazı dükkanlarda Türkçe bile konuşulmayan, Arapça’nın yaygın olduğu zamanlar… “İlk gittiğimizde sudan çıkmış balığa döndük. Kalacağımız pansiyon daha yeni kurulmuş. O küçük yaşta çok enteresan anılarım var. Mesela ilk sene, eylülden ocak ayına kadar, dört ayda iki sefer banyo yapabildik. Çünkü okulda doğru dürüst sıcak su akmıyordu. Ama sonra yapıldı ve çok modern bir okul oldu. Bunlardan hiçbir zaman şikayet etmedim. Bunları hep beni hayata alıştıran etkenler olarak gördüm. Öte yandan eğitim açısından çok iyi bir liseydi. Eğitimciler yaşımız küçük olduğu için ve yatılı olduğumuz için bizimle çok başka bir içtenlikle ilgilendiler. Başarılı bir öğrenciydim, en çok sevdiğim iş de top oynamaktı. O günlerden hatırladığım bir anı da, çamaşır suyunu nasıl kullanacağımı bilemediğimden, tam İstanbul’a şubat tatiline gelmeden önce bütün kıyafetlerimi yıkayıp eşyalarım parça parça erimiş şekilde eve dönmemdir. Zaten konuşmam bozulmuş, iyi beslenemediğimden zayıflayıp süzülmüşüm. Annemler çok üzülmüşlerdi. Hemen okuldan almaya kalktılar ama ben istemedim. Antakya’da zorlandığım konulardan biri de herkesin çok acılı yemesi oldu. Sonradan acılı yemeye alıştık tabii. O bölgede yaşayan arkadaşlarımızdan yörenin adetlerini öğrendik. Ailelerine misafir olduğumuz zamanlarda da aile hasretimizi giderme imkanı bulduk.
Futbola çok meraklıydım. İyi de oynuyordum. Önce genç karmada top oynadım. Orta son sınıftayken genç karma ile Türkiye şampiyonu olduk. Bir maçta ayağım kırıldı. Şubat tatilinde İstanbul’a gitmemek için korkumdan ‘Ders çalışacağım baba, gelemiyorum’ demiştim. Herhalde onlar da ‘Ne kadar çalışkan bir çocuğumuz var’ diye düşünmüşlerdir. Halbuki ayağım kırık, oraya gittiğimde elli tane laf işiteceğim diye tatile bile gitmemiştim. Böyle şeyler yaşadım ama zevkliydi. Sonra Hatayspor’da top oynadım. Liseyi bitirdiğim zaman Hatayspor ile mukavele imzaladım. Hatay kapalı bir muhit olduğu için diskotek gibi şeyleri bilmezdik. Sporcu olarak tanındığımdan şehirde sinema bedavaydı, tatlı yemeye gitsen lokanta bedava, ayakkabı almaya gitsen ‘sen bu şehrin topçususun, hadi sana bedava olsun’  derlerdi. Futbol o zaman bana çok iyi imkanlar kazandırdı. Devam etmem için de iyi paralar önerdiler. Ama futbol o zaman bugünkü gibi bir gelecek sunmuyordu. Ailem istemedi. Eğitimimi sürdürmemde ısrar ettiler. Bugünkü iş hayatımdan çok mutlu olduğum için, bunun da en doğrusu olduğunu düşünüyorum.”

“Çocuklar hep beraber bakılmaz, zamparalık bile tek tek yapılır”
Liseden sonra kaptan olmak için Yüksek Denizcilik Okulu’nun imtihanlarını kazanıp Güverte Bölümü’ne girmiş Tahir Sarıoğlu. Yatılı okuldan geldiği için bir sıkıntı da yaşamamış. Diğer arkadaşlarının zorlandığı ağır eğitim koşullarını da sonradan çok takdir etmiş. “Denizcilik zor bir iş, her istediğini istediğin zaman yapamayacağın bir meslek. Birincisi tabiat ile boğuşacaksın, ikincisi zorluklarla boğuşacaksın. O yüzden yatılı eğitim, denizcilik okulunda okuyanların ipten, kazıktan kurtulmak için değil, ileride çalışma hayatına daha rahat adapte olmaları için yapılmış bir sistem. Ama şimdilerde herkes bu yatılılığı kaldırmaya çalışıyor. Onun için de bu ülke dayanıklı denizciyi bir türlü yetiştiremiyor. O zaman bizim eksik tarafımız lisan öğrenememekti. Denizcilikte ortak lisan İngilizce, bunu bilmeyen kişinin de başarılı olma şansı yok” diyor denizcilik eğitimiyle ilgili konuşurken… Eğitimine kendi şahsi merakını da eklemiş biri. Mesela staj zorunluluğu olmadığı halde, tankerciliği merak ettiği için babasının kaptan bir arkadaşının yanında bu işi öğrenmeye başlamış. İlerleyen yıllarda da yaptığı stajın faydasını görmüş elbette… Güverte Bölümü’nde okurken etkilendiği hocalar var. Mesela Ruhi Baba! “Bütün hocalarımız çok iyiydi ama Ruhi Baba hakikaten baba gibiydi. Yıldız Parkı’na koşuya götürürdü bizi. Orada Beşiktaş Lisesi’nin kızları gezerdi. Birisi bir kız gördüğü zaman herkes birden döner bakardı, Ruhi Baba hemen durdururdu takımı. ‘Çocuklar hep beraber bakılmaz, zamparalık bile tek tek yapılır’ derdi, yani bizi hayata alıştırırdı. Bunların çok önemli bilgiler olduğunu düşünüyorum.” İleri görüşlü bir ailenin çocuğu. Kızkardeşi Tülin Hanım balerin. Tahir Sarıoğlu kardeşine büyük sevgi ve saygı beslese de klasik müzikten sıkılan, fazla bale, opera sevmeyen bir kişilik.
Okulu bitirdikten sonra iş hayatı Deniz Nakliyat ile başlar. İlk yolculuk Hollanda’yadır. Eğitimi sırasında yabancı dil öğrenmenin önemini fark edip özel ders aldıktan sonra, Hollanda’da geminin tamiri için birkaç ay geçirmesi gerekince hemen dil kursuna yazılıp İngilizce bilgisini daha da geliştirir. Zaten genel olarak hırslı ve kafasına koyduğunu gerçekleştiren biri. “Ben kafama koyduklarımın hepsini başardım. Hayatımda yılmak diye birşey yok. Tavla bile oynasam kaybetmeyi sevmem. Ama kıskançlığı veya hırsı kendime zarar verecek hale getirmem. Başaramayacağım işleri de yapmam. Meslek hayatımda çeşitli şirketlerde çalışırken kimi problemler yaşadım. Bana bir yere gitmem söylendiğinde bakardım, tartardım, eğer çözemeyeceğim, altından kalkamayacağım bir iş ise gitmezdim. Ama yüzde 10 ihtimal varsa giderdim. O yüzden hep başarabileceğim işlere gittim. Bir gemide çalışırken kaptanın biri bana ‘Ben hayatta dua ederken senin için, bol şansın olsun diye dua edeceğim’ dedi. Çünkü bu mesleğin yüzde 50’si bilgi, beceri ve kariyerse yüzde 50’si de şanstır’ diyor.
Askerlik anıları hem bildiğinden şaşmayan kişiliğini anlatıyor hem de dinleyenleri gülmekten kırıp geçiriyor. Mesela ilk gün Heybeliada’dan kaçıp maça gidişi, tıraş olup döndüğünde komutan, ‘Saçını kestir’ dedikçe, berbere gözdağı verip kestirmeyişi, en sonunda 3. kez tekrar aynı saçla dönüp komutana “Tamam şimdi olmuş” dedirtmesi… Askerde Yassıada günleri iyi geçer. Ama o güne kadar kız arkadaşı olmayan biri olarak hayatının dönüm noktası sayılabilecek olay tesadüfen halasıyla İstanbul’da gittiği bir düğünde, gelecekteki eşi ile tanışmasıdır. İlk başta denizci olduğu için sevdiğiyle evlenemeyeceğinden korksa da kayınpeder bu ülkenin yetiştirdiği değerli kaptanlardan Ziya Turan, nam-ı diğer Çakal Ziya çıkınca şansı yaver gider. Ziya Kaptan esecek bir fırtınayı önceden tahmin edip haber verdiği için Amerika’dan başarı ödülü almış önemli biri olunca işler kolaylaşır. İlk tanışmanın ardından askerlik devam ederken, bir kez daha İstanbul’a gelip, beğendiği kişiyle tanışma fırsatı yaratır. Askerdeyken nişanlanıp dönüşünde evlenir. Aynı yıl kızı doğar. Hayatının dönüm noktalarında pekçok olayı rüyasında gören Tahir Sarıoğlu, kızına verdiği Çiğdem ismini de gördüğü bir rüya sonrasında seçer.

“Deniz ne kadar hoş /Koş, dalgalara koş”
Livaneli’nin yazdığı Mutluluk filminde üç kişi denizde giderlerken birden genç olan kafasında bir şeyler kurmaya başlıyor. Adım adım paranoyanın dozu artıyor. Kaptanlığı yapan kişi, “Denizde bir telsizin bozulmayacak, bir de moralin…” diyor. Size biri, “Şair ne demiş” diye sorsa, arkasından neşeli bir anı gelecek zannedersiniz değil mi? Oysa Tahir Sarıoğlu gibi denizcilerin hayatında öyle anılar var ki insanın tüyleri ürperiyor ve yoğun stres altında çaresizken delirme noktasına bile gelinebileceğini hissediyorsunuz. “Stajyerken ilk kez denize çıktığımda 4. kaptan hastalandı. Yılbaşı gecesi kalmak istiyoruz ama kaptan çıkacağız dedi. Londra’dan kalkmak ne demek? Biskay’a bir girdik, nasıl bir hava anlatamam size. Güvertede yükler var, vurdukça dağıtıyor, 40 ambar yük yüklemişiz düşünün. Dört saat sonra gidemeyeceğimizi anladık, Fransa sahillerine geldik yükü tekrar bağladık. Ertesi akşam aynı saatte yine Biskay’a girdik. Biskay Körfezi 360 mil, gemi süratli giderse 20 saatte geçiyorsunuz ama biz o yirmi saatlik yolu tam on günde geçtik. Yemek yok, uyku yok. Altı gün sonra köprü üstüne çıktım, vardiya alacağım. Kaptan bara tutunmuş, bana ‘Gel buraya’ dedi. ‘Şair ne demiş’ diye sordu. ‘Bu tırlattı, ben hemen aşağıya ineyim, 2. kaptanı çağırayım’ dedim. Gittim 2. kaptana anlattım, yukarı çıktık, aynı şeyi ona da söyledi: ‘Şair ne demiş?’ 2. kaptan da ‘Bey baba, sen yoruldun, biraz yat, dinlen’ diye cevap verdi. Adam 6 gün hiç uyumamış dalgalarla boğuşuyoruz. Telsizciden sağlıklı bilgi alamıyoruz. Herhalde bir sene öncesinin raporlarını yazıp gönderiyor. Kaptan hala ‘Şair ne demiş’ diye sorup duruyor. Sonunda 2. Kaptan, ‘Söyle bey baba, ne demiş?’ dedi, Kaptan da ‘Deniz ne kadar hoş, koş dalgalara koş demiş’ dedi. Şimdi ne zaman deniz dalgalansa aklıma hep o an gelir.”
1991 Martı Chartering’den STFA’ya geçtiği yıl. Karada üst düzey yöneticilik yaparken okulda finans, iş idaresi, iktisat, muhasebe okumadığı için mesleki bilgisini tamamlamak istiyor. İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde Deniz İşletme İhtisası Yüksek Lisansı’na başlıyor. İşte hayatının en büyük anısı master’ını bitirip diplomasını rahmetli Turgut Özal’ın elinden aldığı törende kızlarının yanında olması!
Başarısızlığı kabul etmeyen ve aklına koyduğunu gerçekleştiren bir baba olarak çocuklarına oldukça iyi bir model teşkil ediyor. Anne “Bakın babanız gece yarısı okuldan gelip ders çalışıyor, siz de çalışın” diyerek kızlarını derslerine motive ediyor. “Çiğdem üniversiteye ilk girdiğinde bana gelip ‘Baba, bu okulu dört yılda bitiren yok” dedi, ben de ‘Fena mı işte kızım, okul tarihine sen geçeceksin” diye yanıt verdim. Hakikaten de Yıldız Teknik Üniversitesi İstatistik Bölümü’nü dört senede bitirdi ve Amerika’da master yaptı. ‘Olur kızım, sen de altı senede bitir’ diyemezdim. Çünkü hep mükemmeli aradım, hep daha fazlasını istedim hayattan.”
İş hayatında STFA’dan sonra yine Martı Gemi Kiralama var. Sinan Divan’ın teklifiyle Aksu Denizcilik acentesine ortak olduğu yıl 1993. Aynı tarihlerde Savarona Projesi de giriyor hayatına. Önce kaptanlık teklif ediliyor ama management şirketi olduğu için işletmesini almak daha cazip geliyor. 1995 yılında Kabataş Setüstü’nde kendi şirketini kuruyor. Savarona’nın işletmesi devam ederken Halk Leasing, Yaşar Leasing gibi şirketlere danışmanlık yapıyor. Danışman olduğu 3-4 geminin işletmesi de eklenince piyasada bir hayli tecrübe edinmiş, tanınmış bir isim haline geliyor. Spesifik olarak tersaneye gelmiş, ithalatı, ihracatı olan, Boğaz’dan geçecek yedekli ve enteresan geçişi olan gemilere acentelik yapıyor yıllarca. Öyle ki hala petrol platformları buradan geçerken onu arıyorlar. Yabancı dil git gide ilerleyince, yurt dışı gezilerinde sürekli çevresini genişletince başarılı olmak daha da kolaylaşıyor. Özellikle Yunanlılar’dan çok şey öğrendiğini ve Yunanlılar arasında iyi dostları olduğunu söylüyor.

Ovit şans getiriyor
1999 senesinde Savarona Japonlar’dan tekrar Kahraman Sadıkoğlu’na geçince, satış yapılırken eline toplu para geçiyor. Şirketinde kendi yağıyla kavrulup maddi olarak rahat yaşarken, bunu bir sıçrama fırsatı olarak görüyor doğal olarak. Ama uzun bir süre nasıl bir işe yatırım yapacağına karar veremiyor. Bir fikir, küçük kızı Sinem’e çocuk yuvası açmak. Bir başka seçenek şöyle kocaman akvaryumu olan bir mekan açıp işletmek. Eşi kendi ailesinde gördüğü olumsuzluklar yüzünden gemi sahibi olmasını istemediği için, farklı işler üzerinde bir hayli kafa yoruyor tecrübeli denizci. Sonunda ortaya çıkıyor ki hangi işi yapsa tam anlamıyla işin içinde olamayacak, geri planda kalacak. Bilmediği bir işi yapmak aklına yatmıyor. Sekiz ay sonra karısını karşısına alıp tekrar konuşuyor ve bu kez o eşini, bildiği ve sevdiği tek işi yapmaya ikna ediyor. Böylece mayıs 2000’de Yardımcı’dan 27 bin tonluk Ovit alınıyor. O günlerde borçlanarak bu gemiyi alırken Yardımcı Ailesi’nin çok büyük desteğini gördüğünü vefa duygusuyla anlatıyor. Özellikle Kemal Yardımcı’nın, “Bu şanslı bir gemi, inşallah sana da şans getirecek ve önün açılacak, göreceksin. Biz sana isteyerek ve severek veriyoruz bu gemiyi” sözlerini hiç unutmuyor. Gerçekten de Ovit uğurlu geliyor, hemen peşinden iki yıl sonra 2. gemi alınıyor. İkinci gemi için 2002 senesinde ödenen para 1 milyon dolar. Ondan sonra bir halat fabrikası işine soyunuyor ama üretim pek istediği gibi gitmiyor. Yine de fabrikayı bırakmak için çağırdığı kızı Amerika’dan Türkiye’ye döndüğü için maddi olmasa da manevi olarak arzu ettiği verimi aldığını belirtiyor. 2003’ten sonra işler düşündüğünden de iyi gidiyor. İstemese bile çok büyük paralar kazanmaya başlıyor. 2005’e gelindiğinde 3 gemisi var. Bir dönem kimisi ortaklarla, kimisi kendisine ait 7-8 tane gemi oluyor. Böylece işini çok seven, çalışkan bir denizci olarak pek düşüş yaşamayan, neredeyse hep başarılarla dolu parlak bir kariyer çıkıyor ortaya.

“Puro içtim, inşaat yaptım, Fenerbahçe’ye başkan olamadım!”
Özel hayatında en belirgin sevdası ise futbol ve mutlaka yönetiminde yer almayı hayal ettiği Fenerbahçe. Öyle ki kulübe başkan olmak için yapmadığı kalmamış. “Bana ‘Fenerbahçe’ye başkan olmak istiyorsan puro içeceksin, paran olacak ve inşaat yapacaksın’ dediler. Üçünü de elde ettim ama başkanlığı elde edemedim. Bodrum’da bir evimiz olsun diye inşaat işine girdik, ilk ve son inşaat işi oldu. Çünkü anlamadığım bir iş. Bu saatten sonra kalkıp inşaat mı okuyacağım. İşin şakası bir yana, birgün Fenerbahçe yönetimine girmeyi hakikaten isterim. Her Fenerli’nin gönlünde yatar bu.”
Eğitime özellikle de denizcilik eğitimine çok önem veriyor. Davet aldığında İstanbul Üniversitesi’ne gidip ders veriyor. Toplumsal sorumluluklarını unutmayan gerçek bir hayırsever. Denizcilik Yüksek Okulu Mezunlar Cemiyeti’nin, zorda olan ailelerin çocuklarını okutan vakfının en büyük destekçisi. Denizci Eşleri Derneği’ne büyük maddi ve manevi destekler sağlamış. Şu anda Denizciler Dayanışma Derneği’nin başkanı. Okulların restore edilmesi için yapılan ‘Okulunu Sev’ kampanyası kapsamında çeşitli okulların yaptırılmasında katkısı var. Fenerbahçeli Sadettin Saran’ın yaptırdığı bir okula annesinin babasının adını taşıyan derslikler ve kütüphane yaptırmış. Birçok öğrenci okutuyor. Üç-dört yıldan beri Saim Oğuzülgen ile birlikte Yelkenli Eğitim Gemisi Derneği’nin kurucu üyelerinden biri. İki yıl içinde Türkiye’ye bir yelkenli eğitim gemisi kazandırmayı hedefliyorlar ve bu amaç yolunda oldukça büyük heyecan içindeler. Bu gemi denizci yetiştirmek için bütün okullara hizmet edecek çünkü.
Tahir Sarıoğlu oldukça esprili biri. Özellikle Türkler ve denizcilik konusunda ince bir mizahla anlattıklarına hak vermemek mümkün değil. “Bence Türkiye denizi, denizciliği seven bir ülke değil. ‘Neden böyle düşünüyorsun?’ diyeceksin. Şu adaların adlarına bir bakın: Yılan Adası, Eşek Adası, Köpek Adası, Hayırsız Ada, Uğursuz Ada…. Birinin de adını sevgi koy, kelebek koy, mutluluk koy. Böyle bir ad duydunuz mu? Denizi seven adam böyle isim koyar mı?”
Yoğun bir iş hayatının bile bir yerde sonu var. 1974 yılından bu yana çalışan ve hayatı boyunca hiç izin yapmayan biri olarak artık yavaş yavaş işi kızlarına bıkarak emekliliğe doğru ilerleme niyetinde. “Şirkette bir değer var. Ben ne istiyorum? Kendi malına sahip çıkan evlat. Kızlarım başarıya giderlerse kendileri rahat edecekler. Başarısız olurlarsa da gene kendileri sıkıntı çekecekler” diyor. Öte yandan, “Kızlarım ne kadar iyi patron olurlarsa olsunlar, bir kenarda teknik adama ihtiyaçları var” sözlerinden hayat boyu danışman olarak bile olsa işi kontrol etme, en azından yardımcı olma arzusu hissediliyor. Bunca emekle kurulmuş şirketlerin daha ileriye gitmesi için en doğrusu da genç kuşakla eski kuşağın bir arada uyumu yakalaması olsa gerek. İş tecrübelerini, hayat tecrübelerini sadece kızları için biriktirmemiş. Çeşitli zamanlarda, çeşitli ülkelerde karşılaştığı zorlukları, ilginç şeyleri, anılarını yazıyor. “Emekli olduktan sonra oturup bunları kitaplaştıracağım ve bastıracağım. Torunlarıma kalacak bir kitap olsun istiyorum ama isteyen herkes okuyabilir. Bilgi bilgidir” sözleri sektöre yeni girenler için oldukça önemli bir kaynağın hazırlandığını gösteriyor.
Sektördeki pek çok kişi gibi kaptan ünvanını ayrı, armatörlüğü ayrı tutuyor. Sonuçta kaptanlık herkesin yapamayacağı, eğitim, bilgi, beceri, tecrübe, önsezi isteyen bir iş. Ama parası olan herkes gemi alıp armatör olabilir. İnsanın sahibi olduğu gemiyi kullanabilmesini önemli bir ayrıcalık olarak görüyor doğal olarak. Kaptanlığıyla nasıl gurur duyuyorsa hayat hikayesi ile de övünüyor. “Ben denizci olmaktan, ideal olarak düşündüğüm her şeye sahip olmaktan çok mutluyum. Bugüne kadar istediğim, hedeflediğim her şeyi elde ettim. Allaha bin şükür, şansım yaver gitti. Çalıştım ve çalıştığımın karşılığını aldım. Başkalarına duam da herkesin çalıştığının karşılığını almasıdır.” Gerçek ve güzel bir hayat hikayesi. Darısı hepimizin başına.

[/membership]

Bunu Paylaşın