Sağduyu ve kör ırkçılık bir arada

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Ekonomik kriz ve beraberinde gelen işsizlik Avrupa’da toplumsal hayatı tehdit ediyor. En fazla Türkiye kökenli nüfusu barındıran Almanya’da yaşanan göçmenlerin entegrasyonuna dair tartışmalar, ülkede ırkçı eğilimlerin su yüzüne çıkmasına neden oldu

Ekonomik sorunlarla boğuşan Avru-  pa’da yükselen ırkçılık kendini en fazla göçmen meselesi üzerinden gösteriyor. Danimarka ya da Hollanda gibi ülkelerde toplumsal yansımaları açıkça görülse de, gündemi daha çok Almanya ve Fransa’daki gelişmeler belirliyor. Özellikle son iki aydır politikacıların açıklamalarıyla bir anda tekrar alevlenen Almanya’daki entegrasyon tartışmasının, Fransa’nın Romanları sınır dışı etmesiyle şimşekleri üzerine çekmesinin ardından ikinci bir şok yarattığı söylenebilir. Görülen o ki göçmen sorunu AB’nin toplumsal birliğini tehdit eden en önemli mesele artık.
Hem Almanya’da hem Fransa’da iktidarda olan merkez sağın liderleri ya da önde gelen isimleri açıkça ucu ırkçılığa varan uygulamaları hayata geçirmekten ya da bu tarz önerileri gündeme getirmekten çekinmiyor. Fransa Romanları sınır dışı ederek AB’nin var oluş kriterlerine tamamıyla zıt bir uygulamayı gerçekleştirdiğinde ilk kez sadece kendi ülkesinden değil, AB Parlamentosu’ndan da ciddi bir tepki aldı. Muhtemel bu tepki sadece insani kaygılar yüzünden değil, AB’nin iki üyesini, Fransa ve Romanya’yı karşı karşıya getirdiği için de gösterilmek zorundaydı.
Son haftalarda başlayan tartışmalar üzerinden bakılırsa, Almanya Fransa’dan bu konuda rol çaldı sanki. Almanya’da kıvılcım bu yılın ağustos ayında Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin’in yayınladığı bir kitapla çakıldı. Sarrazin, Türkçe çevirisiyle “Almanya kendini yok ediyor“ (Deutschland schafft sich ab) adlı kitapta Müslüman göçmenlerin Avrupa’ya entegre olamadığını, Avrupa değerlerini benimseyerek yaşayamadığını ve tehlike yarattıklarını iddia ediyordu. Politikacılardan gelen tepkiler üzerine istifa etse de Sarrazin’in bugün 700 binden fazla satan kitabındaki düşüncelerinin tüm Alman halkı tarafından reddedildiğini söylemek mümkün değil. Yapılan hızlı araştırmalara göre halkın yaklaşık yüzde 15’i Sarrazin‘i tümüyle destekliyor. Aynı araştırmanın verileri büyük çoğunluğun daha sağduyulu düşündüğünü gösteriyor ve Sarrazin’in “Müslüman göçmenlerin Almanya’yı aptallaştırdığı“ noktasına varan görüşlerini benimsemiyor ama onu kısmen haklı bulmuyor da değil.
Alman kamuoyu bir yandan da bu sorunun tartışılmaya başlanmasından dolayı memnun olduğunu pek gizlemiyor. Tepkiler ve yaklaşım belki değişiyor, fakat herkes ortada bir sorun olduğunun farkında. Aşırı sağ partilerin sık dile getirdiği, merkez sağın ima ettiği ifadelerle söylemek gerekirse, göçmenler gelip Alman halkının elinden işlerini alıyor. Sağ görüşlülerin ürettiği eski bir söylem elbette bu; pek de uzak olmayan bir dönemde Polonyalı işçilere yönelik tepkiler de farklı değildi.
Bugünün Almanya’sında Neonazi görüşlerin arttığı yerlerin başında eski Doğu Almanya’nın olması çok manidar değil mi? Hemen hemen hiç göç almayan bir bölge ama ırkçılık ve göçmenler işlerimizi çalıyor söylemi artıyor… Bunun fakirlikten başka açıklaması var mı? Ağır ve vasıfsız işleri yapmak zorunda kalan göçmenler en çok fakir, iş seçme şansı olmayan, iş bulamayan Almanları kızdırıyor. Yerli işsizler göçmen işsizlerle karşı karşıya; kıt kaynakların paylaşımından doğuyor sorun. Sarrazin gibilerinin sözlerine en fazla prim verenler de onlar zaten.
Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wulff, Sarrazin‘in görüşlerine katılmadığını “İslam da Almanya’ya ait“ diyerek göstermişti. Bir cumhurbaşkanından beklenecek nitelikte sözlerin hemen diğer politikacılar tarafından teyit edilmesi beklenirdi ama öyle olmadı. Mevcut iktidarın ortağı Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Horst Seehofer yaklaşık on gün sonra Türklerin ve Arapların göçüne sınırlama getirilmesi gerektiğini söyledi: “Türkiye ve Arap ülkelerinden gelen göçmenlerin işimizi zorlaştırdığı açık. Farklı kültürlere ihtiyacımız yok.” CSU’dan yükselen sesler lideriyle de sınırlı kalmadı. Partinin genel sekreteri Alexander Dobrint de Almanya’nın Hıristiyan bir ülke olduğunu ve öyle kalacağını vurgulayarak, ülkenin egemen kültürünü reddeden göçmenlere ihtiyacı olmadığı yönünde bir açıklama yaptı. Aynı sıralarda Aile Bakanı Kristina Schröder Alman gençlerin okulda ya da kamusal alanlarda Alman oldukları için hakarete uğradıklarını iddia ederek Alman düşmanlığına karşı mücadele etmek gerektiğini söyledi. Sert sözleriyle bir anda Almanya’nın yeni Sarrazin‘i oluveren Seehofer ise gelen tepkilere rağmen geri adım atmadı, Almanyalı Türklerin özür talebini geri çevirdi.
Aslında bu cesaret isteyen sözlerin geleceği daha önceden belliydi. Ciddiye alınmasa da geçtiğimiz yaz başında CDU Berlin İçişleri Politika Sözcüsü Peter Trapp bulvar gazetesi Bild’e verdiği demeçte, göçmenlerin zeka testine tabi tutulmasını isteyecek kadar ileri gitmişti. Elbette sadece parti içinden zayıf bir destek bulmuştu Trapp, ülke genelinde eleştirilmiş, asıl bu önerinin aptalca olduğu yönünde açıklamalar gelmişti. Ancak birkaç ay sonra Horst Seehofer’in ağzından duyulan öneri aynı şekilde hafife alınmadı.
Bu noktada Başbakan Angela Merkel’i ayrı bir yere oturtmak gerekiyor. Merkel Hıristiyan Demokratlar’ın gençlik kollarıyla yapılan bir toplantıda, Almanya’da çok kültürlülüğün başarısızlığa uğradığını anlatırken bir itirafta da bulundu: ”60’ların başında ülkemiz yabancı işçileri Almanya’ya çağırdı, şimdi de ülkemizde yaşıyorlar. Bir süre kalmazlar, giderler diye kendimizi kandırmıştık. Ama böyle olmadı.“ Her ne kadar cumhurbaşkanına destek vererek İslam‘ın Almanya’nın bir parçası olduğunu vurgulasa da, Merkel’in sorunu dile getirişinden Müslüman göçmenleri Almanya’nın sorunlu bir parçası olarak gördüğünü anlamak zor değil. Yine de gelecek seçimlerde Merkel’in bu sözlerinin kendisine Müslüman seçmenlerden de oy getireceği düşünülebilir.
Müslüman seçmenlerin yaklaşık yüzde 10’unun son seçimlerde Merkel’in partisine oy verdiği sanılıyor. Merkel’in mesajı bu açıdan ilgiye değer çünkü ajansların geçtiği kamuoyu araştırmalarından birine, Türkiye’de de tanınan Friedrich Ebert Vakfı’nca yapılan bir araştırmaya göre, her üç Alman’dan biri ülkesinin fazla “yabancılaştığına“ inanıyor, dahası her on kişiden biri ülkede diktatörlük olmasına sıcak bakıyor. Aynı araştırma halkın yüzde 58‘inin Müslümanların ibadetinin sınırlanması gerektiğini düşündüğünü de ortaya koyuyor. Bu oran doğudaki eyaletlerde yüzde 75’e kadar çıkıyor.
Sonuçta halkın da, hükümetin de ortak kanaati göçmenlerin entegrasyonu konusunda sorunların yaşandığı yönünde. Hemen uzun ve kısa vadeli birtakım önlemler alınmaya da başlandı tabii. Hükümet öncelikle entegrasyonun, göçmenleri Almanlaştırmanın önündeki en büyük engel olarak gördükleri dil problemini çözmek istiyor. Bunun için ilkokul öncesi eğitime el attı, göçmen çocuklarına daha başta iyi Almanca öğretmenin yollarını aramaya başladı. Daha kısa vadeli bir önlem olarak da İslam düşmanlığı üzerinden politika yapmayacağının sinyallerini verdi. Böylece hem toplumda yükselen ırkçı eğilimle hem de siyaset sahnesindeki ırkçı kişilerle arasına bir çizgi çekmiş oldu. İktidar ortaklığını zedelemeyecek ve kendisine oy kaybettirmeyecek ince bir çizgi elbette bu, ama son derece değerli. Yeni politika Müslüman göçmenler gibi kategoriler altında sınıflandırmak yerine, kendi Müslümanlarını yaratmayı öngörüyor. İslam eğitimi veren fakültelerin yolunu açması, Almanya’da yetişmiş imamların ortaya çıkmasını sağlamaya çalışması bu yaklaşımın ürünü.
Almanya’da göçmenlerin entegrasyonu için atılan adımların yeterli olup olmadığını kestirmek kolay değil. Sonuçlarını uzun vadede görebileceğiz. Şu an Almanya için daha tedirgin edici olan göçmenleri günah keçisi haline getiren ırkçı yükseliş.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com