“Pandora’nın Kutusu”ndan ne çıkacak?

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

Kimi analistlere göre, Avrupa’yı kasıp kavuran son kriz “500 yıllık Batı üstünlüğünün sonu” olabilir. Yine kimi analistlere göre önümüzdeki yıllarda küresel güç odağı Batı’dan Asya’ya kayacak. Şimdilerde “2012 acaba kırılma yılı mı olacak?” sorusu gündemi oluşturuyor…

Geçmiş yıllarda tüm dünyayı etkileyen majör finansal çalkantıların -Meksika’daki pezo krizi, Doğu Asya’daki finansal kriz, Rusya’daki ruble krizi gibi- tek ve temel ortak yanı devreye ABD Hazine Bakanlığı ile IMF’nin girmesi ve gerektiği kadar kaynak aktarmaları idi. O sorunlar böyle aşılmıştı. Yakın geçmişin ve günümüzün ekonomik gündemini oluşturan “Avrupa Krizi” için aynı senaryoların geçerli olacağını beklemek ise sanırım hayal. Bu hayalin gerçek olmaması halinde oluşabilecek yeni dünya düzeni ile ilgili olarak bir kısım analistlerin yorumları çok net: “500 yıllık batı üstünlüğünün sonu…”
Küresel sistemde en az bir güç odağı olması gerekliliği düşünüldüğünde, günümüzde küresel ekonomik büyümenin yeni lokomotifinin Asya olduğunu kolayca söyleyebiliriz. İşte tam bu nedenle de, günümüzde ABD’nin en büyük rakibinin Çin olduğunu söylememiz, yeni dönemde Asya’nın giderek artan jeopolitik gücünü de arkasına alan Çin’in yeni güç odağı olacağını belirtmemiz pek de yanlış olmaz.
Saptamalarıyla saygınlık kazanmış pek çok analist; ülke politikalarının, küresel ve özellikle de Avrupa piyasalarını bu derece yönlendirdiği bir dönem yaşanmadığı üzerinde görüş birliğindeler. Yukarıda belirttiğim üzere, Asya’nın yeni yükselen güç olması göstermektedir ki, ekonomi jeopolitik kararları da yönlendirebiliyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrasına baktığımızda, eskiden sadece gelişmekte olan ülkelerde alınan politik kararların temel ekonomik güdücü olduğunu görürüz. Geçmiş dönemde ülkemizde de bunun pek çok örneği yaşanmış olduğu hatırlardadır. Bu konuyu fazla uzatmadan Avrupa’daki borç krizini irdeleyelim.

Üzümü yiyenler, bağcıyı
dövenler

Geçenlerde okuduğum bir araştırmada, oldukça şaşırtıcı veriler çıktı karşıma. 2000 ila 2010 yılları arasında Almanya’nın toplam borcunun (finansal sektör borçları hariç) GSMH’ya oranı yüzde 226’dan yüzde 241’e yükselmiş. Fark yüzde 15. Aynı dönemde ve aynı hesap yöntemi ile bu farkın Fransa’da yüzde 78, İtalya’da yüzde 58, İspanya’da ise yüzde 97 olduğunu hesapladım. Verileri incelediğimde acı gerçek ortaya çıktı. Yapılan tüm borçlanmalar daha fazla ithalat yapmak için kullanılmış ve doğal olarak cari açık yükselmiş. Sadece bu da değil. 1999 – 2010 arasında Almanya’da işçi maliyetleri neredeyse aynı düzeyde seyretmiş. Buna karşılık; Fransa, İtalya ve İspanya’da işçilik maliyetlerinde yüzde 20 ile yüzde 40 arasında yükseliş yaşanmış.  Kısacası, İtalya ve İspanya gibi ülkeler rekabetçi pozisyonlarını giderek kaybetmişler ve daha zor ihracat yapar hale gelmişler. Bu durumda “olacağı buydu” demekten başkaca söz söylemek olanağı kalmıyor.
Avrupa Birliği için 2012 yılı ve sonraki yıllarda hesaplanan en büyük riskin parçalanma olduğu konusunda ciddi yorumlar yapılmaktadır. Kanımca, gerçek problemin sürmekte olan ekonomik daralma olduğundan da kimsenin şüphesi yok. Piyasa aktörlerinin büyük bir ümitle AB’nin bu sorunu çözmesini beklediklerini, ancak Merkozy’nin işin ciddiyetini henüz yeteri kadar anlamadığını ya da anlamak istemediklerini söyleyebiliriz.

Pandora’nın Kutusu
açılırsa…

ABD basınında; Avrupa’nın gittikçe güçlenen kurumlarının (Avrupa Komisyonu ve Avrupa Merkez Bankası gibi) ve özellikle de Almanya ile Fransa’nın; alarm zillerinin çaldığı felaketleri önlemek, aynı zamanda giderleri düşürürken mali birliği de sağlamak için konsensüs sağlanması yolunda yorumlar yazılıyor.  Yapılan yorumlarda aynı zamanda üretilen çözümlerin sonucunun uzamasının; gerekli yardım paketinin büyümesine, dolayısıyla da maliyetlerin yükselmesine neden olacağı değerlendirilmesi yapılıyor. Neticede, her geçen gün “En uygun çözüm”den uzaklaşıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Elimizdeki veriler yardım paketleri maliyetlerinin her geçen gün arttığını gösteriyor. Uzayan çözümsüzlüğün; acil yardıma muhtaç Yunanistan, Portekiz ve İrlanda dışındaki ülkelerde de depreme yol açabilir. Çözüm paketinin maliyeti yükseldikçe, bu paketlerin Avrupa Parlamentosunun onayını alması ya da referandum ile onaylanması olasılığı da giderek azalmaktadır.
Yardım paketlerinin hangi koşullarla devreye sokulacağını herkes biliyor. Mali disiplin ile giderlerin düşürülmesi ve daha önemlisi halkın daha az harcama yapmasına yönelik tedbirler. Yani vergi artışları. Başta Yunanistan olmak üzere, çeşitli AB ülkelerinde sokaktaki vatandaşın, özellikle de çalışan kesimlerin sokağa dökülmelerinin nedeni bu. Yardım paketlerinin devreye sokulması için dayatılan koşullar, yardım bekleyen ülkelerde zaten politik karmaşa ve belirsizlik yaratmış durumda. Öte yandan; alınması istenen tedbirlerin geciktirilmesinin, yardım bekleyenlerle yardım edecek olmaları var sayılan ülkeler arasında güven krizi yaratacak olması da bir başka sorun.
Türkçemizde AB’nin içinde bulunduğu durumu net olarak tanımlayan bir deyim vardır. “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.” Karar verici pozisyonunda olanların gerçekten bir karar vermeleri gerekiyor. Hem de acilen. Ya hareketsiz kalacaklar, dolayısıyla küresel bir krize doğru dörtnala gidilecek. Yahut, “har vurup harman savurmanın bedeli”ni bir an önce ödemeye başlayacaklar. Bekleyeceğiz ve “Pandora’nın Kutusu”ndan ne çıkacağını hep birlikte göreceğiz.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com