MELEK YAVAN

Yeşim Yeliz Egeli

Azmin ve istikrarın buluştuğu zafer MELEK YAVAN

Birçok değerli isim tarafından başarısı parmakla gösterilen, yaşamının nerdeyse merkezine aldığı işiyle sarmalanan bir yaşam… Başarı grafiğini sürekli yükselten, çalışkanlığı, cevvalliği, araştırmacılığı ile tuttuğunu kopartan güçlü bir kişilik…  Ona yöneltilen övgülere imrenip başarısından feyzaldım
[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
1963 yılının kasım ayında yaşama Ankara’da merhaba diyor. Memur şehri olan başkentte o da memur bir anne ve babaya sahip. Rahmetli babası Toprak Mahsülleri Ofisi’nde genel müdür muavini, annesi ise Ziraat Bankası’nda memur. Bir de ablası var. Mutlu bir çocukluk dönemi geçiriyor. Çocukluk anıları aşksız olur mu? İlk aşkı Alman komşularının oğlu Matias. “Bizim apartmanımızda bir Alman aile otururdu. Matias diye bir oğulları vardı, bir kız iki erkek kardeştiler. En büyük aşkım Matias’tı o dönem için. Ama konuşmaya bile çekinirdim, o konuşmaya çaba sarfettikçe utanır, bozarır, kızarırdım. Nerdeyse Türk olmuşlardı artık, 10 yıla yakın Türkiye’de kaldılar, birlikte büyüdük. Çok eğlendik. Ben yeni yeni İngilizce’yi kavrıyordum. Mahallemizde yabancı uyruklu komşularımız da vardı. Dilimi geliştirmemde çok büyük katkıları olmuştur. Ama seneler oldu, bağlantımızı kaybettik”.
İlköğrenimini Çankaya İlkokulu’nda tamamlıyor. Ankara Koleji’nin (TED) ardından ilk tercihi olan Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden (ODTÜ) ekonomist olarak mezun oluyor. Anlayacağınız tabir yerindeyse zehir gibi altyapısı var. İstanbul’a gitme fikri o zamanlar daha aklına düşmemiş olsa gerek, İstanbul’daki üniversiteleri düşünmemiş bile… Kararlarını hep kendi almış. Hedefi bankacı olmak. O zamanlar ekonomi ve işletme alanları oldukça popüler. O da ODTÜ’den mezun olup dönemin gözde mesleği olarak bir bankada çalışabileceğini planlamış. Ankaralı olmanın onda çok özel bir anlamı var ama şimdi daha çok İstabulluyum diyor. “İstanbul’da yaşadığım süre Ankara’dan daha uzun bir hale geldi. Belki de artık İstanbulluyum demek gerekiyor. Ankara orada doğan, çocukluğu ve gençlik yılları orada geçen, orada okuyan biri için çok özel bir yer. Bir İstanbullu’nun Ankara’yı sevdiğini duymadım ama Ankara’da büyümek çok başka. Nispeten küçük bir yer olması çok büyük bir avantajdı bizim için. Özellikle üniversite yıllarında belli yaşta öğrenci grubu olarak birbirimizi tanır, her anımızı beraber geçirirdik, çok bağlıydık. Yani bir grup ruhu vardı Ankara’da… Çoğumuz İstanbul’a göç ettik ama hâlâ görüşürüz.”

Mesleki seçimi tesadüf olsa da İstanbul’a taşınma planları mezuniyet sonrası giriyor aklına. ODTÜ’den mezun olduktan sonra bir bankada staj görmek için İtalya’ya gidiyor. Staj süresi önce üç aylık planlanıyor ama stajını uzatabileceğini söylediklerinde dört ay daha kalıyor. İlk ciddi iş tecrübesi İtalya’daki bu bankada oluyor. Aslında üniversite öğrencisiyken reklamcılık alanında amatör iş deneyimleri de olmuyor değil. Eskiden öğrencilerin yarı zamanlı olarak çalıştığı kitap pazarlama işi de yapmış, bir arkadaşıyla şirket oluşturup reklamcılık işleri de… Bu kısa macera İtalya’ya bursa gidene kadar sürmüş. İtalya’da stajı bittikten sonra kalıp mesleğini genişletmesi ve farklı konuları deneyimlemesi önerilmiş.  Fakat bu Roma’ya taşınmayı ve peşinde büyük organizasyonları da getirdiği için kabul edememiş. Arthur Andersen, IBM gibi firmalarda çalışabilme fırsatını da böylelikle geri çevirmiş. “Çok güzel bir tecrübeydi. Hakikaten hayatımın çok güzel bir dönemiydi. İlk kez yalnız ve ailemden uzak kalmış oldum. Bu anlamda bir burukluk da hissedebiliyor insan ama tabii çok kısa ve geçici bir dönem olduğunu düşünürsek çok da etkilenmedim bundan. Bazı günlük yaşamsal problemlerle insanın kendi kendine baş ediyor olması değişik bir tecrübe. Başka bir ülkede, yabancı bir ortamda olmanın heyecanı, benim gibi dünyanın her tarafından gelmiş olan öğrencilerin arasında olmak çok heyecan vericiydi. Bol bol gezdim. Hem ilk ciddi iş tecrübem oldu. Stajyer olduğum için çok yardımcı oldular. Hakikaten sıcakkanlı ve güvenilir insanlardı.” Vatan özlemi ağır basmış. Melek Yavan şimdi o günlere dönüp baktığında bir süre daha kalsaymışım diye düşünüyor ama yaşam seçimler üzerine kurulu. Kalmak mı, dönmek mi daha iyi oldu bilinmez, ama hayat ödül sunmaya karar verdiyse, nerede olursanız olun gelip sizi buluyor. Tabii o zaman çok genç. Derinlemesine düşünülmeden geçen zamanlar. Yarışta duyguların mantığı geçerek galip geldiği anlar. 22 yaşında babasını kaybedince annesini daha fazla yalnız bırakmamak için dönüyor ve iş aramaya başlıyor. Bankacı olacak! Bir yandan da İtalya’dan dönmeden önce düşündüğü İstanbul’a taşınma planları ile meşgul. Aslında soğukkanlı ve sakin bir yapısı var. Bankacılık sınavlarını beklerken, bir yandan iş arıyor. Birlikte mezun olduğu arkadaşları sınavlara girip çoğu bankacılığa adım atmış, başka şehirlere göçmüş. O da vakit kaybetmeden rotasını belirlemek istiyor. Bir gün ODTÜ’den bir arkadaşı arıyor. İstanbul’da yerleşik bir denizcilik şirketinde işe başlamış ve yeni mezunlara ihtiyaç olduğu haberini alınca Melek Yavan aklına gelmiş. Denizciliğin d’si hakkında en ufak bir fikri yokken, arkadaşı anlatınca, iş enterasan geliyor ve “neden olmasın” diyerek soluğu İstanbul’da alıyor. “En azından ‘farklı bir iş bulana kadar, kendi hedeflerimle ilgili bir iş yapana kadar tecrübe edinirim’ diye başladım, zaman geçtikçe daha çok ısındım. Hakikaten iyi yaptığımı da düşünüyorum. Çok severek çalıştım, öyle devam etti yani kalış o kalış.”

Zeka ve aklın mavi parıltısı
1987 yazı. Salih Uzunoğ-lu’nun şirketi Uzunoğlu Denizcilik’te o zaman şirketin müdürü olan merhum Ali Şekerci ile mülakat yapıyor. Şekerci besbelli Melek Yavan’ın gözlerinde zeka ve aklın mavi pırıltısını sezmiş. Mesleğin güzelliklerini ve inceliklerini öyle hararetli hararetli anlatıyor ki, hayır demek mümkün değil. Melek Yavan bugün derin bir saygıyla andığı Ali Şekerci’nin yüksek ikna kabiliyetiyle işi kabul ediyor. İstanbul’da iş bulma, bu hareketli şehirde yeni bir yaşam kurmanın yanı sıra heyecanı, önce ablasının sonra annesinin İstanbul’a yerleşmesiyle katmer katmer artıyor. Hiç bu kadar incelikle planlanmamış olsa da, hayat genç bir bireye nimetlerini bir bir sunmaya devam ediyor.

Mesleğin inceliklerini iki yılda yutuyor
Denizcilik mesleğine ilk kiralama bölümünde başlıyor. Uzunoğlu, o dönemde üç gemi işletiyor bir yandan da compete brokerlik işleri de faaliyetleri arasında. Bu şirkette geçen iki yılda mesleğin inceliklerini Ali Şekerci’nin liderliğinde deneyimleyerek yutuyor. Önce gemi kiralama ve sonra tecrübe kazandıkça brokerliği ve inceliklerini öğreniyor. İkisini birlikte yürütecek beceri ve bilgiye ulaştığında yeni bir fırsat çıkıyor önüne. Diler Holding… Demir çelik sektöründe köklü bir kuruluş. Şirketin yeni bir oluşum için özellikle kiralama alanında personel arayışında olduğu haberini yine bir arkadaşı veriyor.
Yıl 1989. Yepyeni bir oluşumda, gemi kiralama ve kısmen gemi işletme alanında sorumlu olarak Diler Denizcilik’te işe başlıyor. Kiralama ve operasyon işleriyle ilgili sorumluluklarına zamanla yenileri ekleniyor. Brokerlik alışkanlığını, bağlantılarını çoğaltarak sürdürüyor. Bu yeni oluşum zamanla daha da büyüyor, birçok yeni birey aileye katılıyor. Teknik ve idari alanların yönetimi derken denizcilik bölümünün tüm yönetimi kendisine veriliyor. Birkaç satırda özetlenen dolu dolu yirmi yıl… Dile kolay geliyor ama yaşayana zor. Mesleğinde çok büyük bir özenle çalışıp çırpınarak, nerdeyse dinlenip soluk alamadan, zinde ve hep ayakta tutarak, risk alarak, bilgiyi çoğaltıp paylaşarak, insanları mutlu ederek, kimi zaman meramı anlaşılamayıp mutsuz olarak, sürekli bir şeyler anlatıp çoğu zaman dinleyerek, sürekli yenilenip bir anlamda da eğiterek geçen yirmi yıl. Melek Yavan Diler Holding’de yirmi birinci yılın eşiğinden çoktan geçmiş. 21. yüzyılın modern anlayışında uzun soluklu iş yaşamlarına rağbet edilmese de denizciliğin kültüründen, geleneklerine olan bağlılığından bulaşan sadakat duygusu bu olsa gerek. “Altı-yedi yıl içinde şirket değiştirmek aslında ideal süredir. ‘İnsanın kendisini geliştirmesi, şirketin de farklı kan değişikliğinden faydalanması olumludur’ derler ama belki de birbirimize karşılıklı duyduğumuz saygı, zaman içinde gelişen, kökleşen güven, destek ve sevgi beni başka bir arayışa itmedi doğrusu.”
İşi öğrenmek adına zaman ayırıp, bol bol okuyup araştırıyor. Her fırsatta gemilere gidip özellikle makine dairesinde ne nedir, ne işe yarar diye sorup öğrenmekten geri durmuyor. Sektörün bugünkü durumunu belirterek nerede olmasını arzu ettiğini soruyorum. “Denizcilik sektörü ilk zamanlarda ya da 80’ler döneminde verilen destekleri daha sonra gördü mü, bunun üzerine düşünmek lazım. Muhakkak iyileştirmeler oldu ama seneler içinde daha çok kendi yağıyla kavruldu demek doğru olur. Daha iyi olsaydı, daha çok desteklenseydi, bir devlet politikası olsaydı bugün çok farklı konumda olabilirdik. Uzun dönemde geri dönüşümü çok yüksek olan bir sektör. Bu bakış açısıyla bu vizyonu görebilmek gerektiğini düşünüyorum. Bugün için de öyle olmasını ümit ediyorum, herkes gibi. Kendi yağımızla kavrulmaya alıştık belki, bir şekilde çıkış buluyoruz ama daha farklı da olabilirdi. Yani bir devlet politikası olarak rotası baştan istikrarlı çizilseydi, bugün daha güçlü bir filomuz olabilirdi.”

Yakamozlar eşliğinde romantizme dalış
Sosyal ve özel yaşantısında gerçekten özel tutkuları var. Öğrencilik yıllarında romatizma rahatsızlığı nedeniyle beden eğitimi derslerinden muaf oluyor. Sağlığı iyi gidince bu boş geçen saatleri atlı spora giderek değerlendiriyor. Çok sevdiği at binme tutkusu da böylece gelişiyor. Özen, zaman isteyen bu elit spora istikrarlı olarak 5 yıl boyunca, nerdeyse haftada 3-4 gün devam ediyor ama arkasını getiremiyor. Yıllar önce bir gün dostlarla bir sohbette denizsiz kalmanın nasıl bir duygu olduğunu konuşuyorduk. Bir arkadaşım su sporları ve dalış sporuyla en çok ilgilenenlerin Ankaralılar olduğunu söyleyerek beni çok şaşırtmıştı. “Hadi canım sende!” deyip inanmamıştım. Melek Yavan’ın en özel tutkusunun da dalmak olduğunu öğrenince yine aklıma geldi. 10 senedir dalıyor. Aslında bu tutkusuyla dünyayı, el değmemiş coğrafyaları da görüp farkındalığını artırıyor. Siz hiç bir gece dalışında müthiş bir gel-git olayına yakalanıp karaya vurdunuz mu? O vurmuş. Hem de Bali’de! Dalmak, kendi tabiriyle; bıcır bıcır, rengârenk, yüzlerce çiçekle bezenmiş bir basma kumaşı giymek gibi… Suyun altı o kadar renkli ve büyülü ki, çektikçe içine çekiyor. Gönüllü bir tutsaklık bu… Denizle ilgilenmek onu özgürleştiriyor. Maviyle buluşup derinlere inerek bu engin iç uzayı keşfe çıkmak ruhunu hafifletip onu mutlu ediyor. Bir gün Amazonlar’da mehtapsız bir gece… Dalışa hazırlanıyorlar, birden binlerce ateş böceği tarlasına düşmüş gibi kendini yakamozların arasında buluyor. Düşünsenize; denizdesiniz, her yer karanlık ve birden yakamozların istilasına uğruyorsunuz. Zifiri karanlık birden yerini romantizme terkediyor. Ne müthiş bir tecrübe! Yoğun iş temposu izin vermese de bulduğu her fırsatta dalışa kaçıyor. Kaçamadığı zamanların çoğunda bir kitap kurdu olarak okuyor, okuyor. Okumak yemek içmek gibi temel bir ihtiyaç. Olmazsa olmazlarından. “Ankara mı, İstanbul mu?” diye soruyorum. İstanbul’u hareketli yaşamı sevdiği için çok renkli buluyor ve itiraf ediyor. “İstanbul çok güzel bir şehir. Yani hiçbir şey yapmayıp, şurada oturup, şu manzarayı izlerken bile kendinizi çok iyi hissedebiliyorsunuz. Ankara tabii bu anlamda çok fazla şey sunmuyor insana. Tabii ki İstanbul’u daha çok seviyorum.” Sohbetimizi Haliç’te bir gün batımında yaptığımız için manzara ve şehrin gürültüsünden arınmış olarak keyifle eski günleri anıyoruz. Zarif bedeni ilk bakışta insanı yanıltıyor, kontrollü, demir gibi sağlam kişiliği öyle kolay geçit vermiyor. O mütevazılığından kendini anlatamıyor, ben daha derinlere inmek için tutsak ediyorum.

Birden kucaklayıp sarılmak geldi içimden
Sayısız ziyaretlerimde ve bulunduğum çeşitli platformlarda sohbet ettiğim kişilere zaman zaman soruyordum, “Sektörde başarılı, kökten gelen denizci iş kadınları kimler?” diye. Sanırım sektörün gelişim yıllarında, şartlar uygun olmadığından işin doğası gereği, sektöre hakim çoğunluk kadınlar değildi. Zaten sektör kendi çabasıyla doğuyordu. Kadın denizcilerle işinin sahibi olarak karşılaşmak pek de mümkün olmuyordu. Cumhuriyetle birlikte kadın gücünün üretime katılmasıyla gelişen Türkiye’de denizcilik de zamanla ilerleme kaydetti ve bu süreçte Türkiye kadın dokunuşunun nimetlerini denizcilikte de bir bir alır oldu. İşte Melek Yavan bu cevherlerden sadece biri. Elbette son yıllarda çalışan kadın sayısı diğer ülkelere ve eskiye oranla küçümsenmeyecek kadar çok, ama ben kökten yetişip gelenleri merak ettiğim için soruyor, tanımaya çalışıyordum. Türk denizciliğine emek vermiş, tarihine şahitlik etmiş, gelişiminde izler bırakacak “denizci kadınları” her sorduğumda işaret edilen isimler arasında Melek Yavan hep vardı. Nereden nereye, epey bir zaman geçti ve bir toplantıda yan yana düşüp tanıştığımızda eski bir dostla karşılaşmışım gibi birden içimden kucaklayıp sarılmak geldi. Tabii heyecanımı bastırıp öyle bir şey yapmadım, çaktırmadan sakin sakin sohbet ettim. Onu yakından tanımak bu yıl kısmet oldu. Birçok değerli isim tarafından başarısı parmakla gösterilen, yaşamının nerdeyse merkezine aldığı işiyle sarmalanan bir yaşam… Başarı grafiğini sürekli yükselten, çalışkanlığı, cevvalliği, araştırmacılığı ile tuttuğunu kopartan güçlü bir kişilik… Ona yöneltilen övgülere imrenip başarısından feyzaldım.
Dilerim, gözlerinde ve gönlünde yanan o “mavi” ışıltı daha uzun yıllar pırıl pırıl parıldar…

[/membership]

Bunu Paylaşın