Hong Kong izlenimleri

Sezin Morkaya Slaats

Sürekli bir ekonomik hareketlilik ve sonu gelmeyen bir devinim. Hong Kong’u anlatmak istediğimde belleğimde canlanan ilk kelimeler bunlar. Özellikle Euro Bölgesi’nin 2012’deki büyüme oranı yüzde 0.5 seviyelerine çekilirken, belki de Hong Kong’daki ekonomik canlılık gözüme daha da çarpıcı geldi. Hong Kong sanki Doğu’da şahlanan Çin’in dikkat çekici ve aynı zamanda Batı tonları da içeren bir izdüşümü. Ekonomik devinimin gitgide Batı’dan Doğu’ya kaymasının capcanlı bir anlatımı.
Gerçi şunu da söylemek gerekiyor ki bu göz alıcı ekonomik devinim, adanın her daim Asya’nın en önemli ticaret ve turizm merkezi konumunda olmuş olmasından dolayı Hong Kong için yeni bir şey değil. Önceleri Britanya Krallığı’na bağlıyken 1997 yılından itibaren Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı özel yönetim bölgesi olan Hong Kong’un belki de en çarpıcı özelliği Hong Kong Limanı’na sahip olması ki Hong Kong Limanı dünyanın en büyük ve en önemli limanlarından birisi. Bu arada Hong Kong’un tekrar Çin’e bağlanmasından kaygı duyan bir kesimin olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Ama Hong Kong sokaklarında dolaşırken kesinlikle bu kaygıyı hissetmiyorsunuz. Kaldı ki Hong Kong’da ekonomik canlılık doğal bir varoluş şekli adeta.
Özellikle benim kalmış olduğum anakaraya bağlı Kowloon yarımadasında, Hong Kong’un doğal durumu olan ekonomik hareketlilik, kendini tam bir ‘alış-verişte sonsuz seçeneklilik’ formuna bırakıyor. Kowloon Yarımadası’nda ‘Tsim Sha Tsui’ ise Hong Kong’un çarpan kalbi sanki. Barındırdığı gökdelen ve alışveriş merkezleriyle kapitalizmin ciddi mabetlerinden de birisi.

Canlılık ve tevazu bir arada
Nüfusun çoğu Çinli olan Hong Kong, Batılılar için de en gözde yerlerden biri. Zaten ülkenin Batı’yla olan tarihsel ilişkisi de gözönüne alındığında bu pek de şaşırtıcı bir durum değil. Benim en çok ilgimi çeken noktalardan birisi Hong Kong’daki Çinli nüfusun her koşulda süreklilik gösteren alçakgönüllülüğü ve saygılı tutumları oldu. Ekonomik aklın hüküm sürdüğü bu bölgede, Hong Konglular’ın adeta kendi doğalarına has tevazuları Hong Kong’da keşfettiğim en etkileyici şeydi benim için. Ekonomik canlılığın yanında tevazu da doğal bir varoluş biçimiydi Hong Kong’da ve işin en ilginç tarafı Batı’dakinin aksine ikisi de Hong Kong’da bir arada bulunabiliyordu. Ekonomik akıl ve tevazunun kohabitasyonu belki doğal, belki tarihsel, belki de kültürel nedenlerden ötürü bir şekilde Hong Kong’da mümkün kılınmıştı. Bu benim Hong Kong’a dair en büyük keşfim oldu. İkinci en büyük keşfim de yine bu tevazu anlayışından olsa gerek, nüfus ne kadar kalabalık olursa olsun, sokaklardaki insan seline rağmen, bu sokaklarda gayet rahat ve mutlu bir şekilde birbirine rahatsızlık vermeden yürümenin mümkün oluşuydu. Demek ki ne kadar kalabalık olursa olsun, doğal bir saygı anlayışı egemen olduğunda kaos oluşmuyordu.
Bu kendi adıma önemli keşiflerle dolu Hong Kong gezimi en cazibeli kılan şey belki de uzun zamandan sonra ilk defa bir yerin algılarımı farklılaştırması olmuştu. Burada elbette Doğu’ya özgü kültürün, mimarinin farklılığının etkisi yadsınamaz ama benim asıl sezgisel düzeyde algıladığım farklılık sanırım dünyanın pek çok bölgesi kendisini hareketsizliğe, durağanlığa ve bundan kaynaklanan varoluşsal krizlere teslim etmişken, Hong Kong’un capcanlı, renkli, parlak ve artık kendi geleceğinin efendisi olduğuna dair bilinciyle karşımda dimdik ve enerjik bir şekilde duruyor olmasıydı.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın