FEHMİ ÜLGENER

Yeşim Yeliz Egeli

Prof. Dr. Fehmi Ülgener

 

Her kıyısı başarıya açılan derin bir yaşam  FEHMİ ÜLGENER

“Tamamen kendisine bağlı olan ve kendisinin olduğunu söylediği her şeyi içinde taşıyan birisinin son derece mutlu olmaması olanaksızdır.” (Çiçero) Zekâsı kendisine değil, dünyaya ait. İçsel erdemi en önemli değeri. Bütün hayatı boyunca olabildiğince kendisi gibi olmuş ve entellektüel güçleri için yaşamış. Kendiyle kalabilen ve şikayet etmeyen, bu gücün ne kadar kıymetli bir hazine olduğunu bilen derin bir kişilik
[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
Prof. Dr. Fehmi Ülgener İstanbul Üniversitesi Deniz Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve DTO Hukuk Müşaviri. Türk denizcilik sektörünü uluslararası platformda da temsil eden Fehmi Ülgener sadece Koç, K›ran, Turkon, Kaptanoğlu, Ya-Sa, Densa gibi saygın Türk armatörlerinin değil, yurt dışındaki İngiliz, Norveç sigorta şirketlerinin, tekne sigortacılarının da hukuk müşaviri. Altı avukatın yer aldığı Ülgener Müşavirlik deniz hukuku sınırları içinde pek çok farklı davayla ilgileniyor. Bir gemi mühendisinin telif hakkından Deniz İdare Hukuku içinde yer alan çevre cezalarına, finans, kredi, gemi alım-satım sözleşmelerine kadar farklı davalar var ellerinde. Klasik deniz hukuku davalarının yanında korsanlık gibi çok zor konularda da çalıştıklarını düşünecek olursak, Ülgener gibi konusunda uzmanlaşmış, işin akademik ve teorik yönünü çok iyi bilen bir ismin sektör için önemi daha iyi anlaşılıyor.
Fehmi Ülgener’in ünlü iktisat profesörü Sabri Ülgener’in tek oğlu olduğunu bilenler vardır ama dedesinin Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul Müftüsü olduğunu sanırım çok kişi bilmez. 20 Mart 1960’ta Kalamış’ta doğan Ülgener mutlu bir çocukluk geçirmiş. Her ne kadar yaşı çok küçük olsa da, babası Colombia Üniversitesi’ne konuk profesör olarak gittiği için, 4 yaşında Amerika ile tanışma şansı olmuş. İstanbul’da ilkokula başladığında ise bugünlerin servis minibüslerinden çok daha konforlu şekilde, okula faytonla bırakıldığını hatırlıyor. Küçükken mahallenin cephane deposuymuş. İlkokul yıllarını, “Evden bir iki sokak ileride toprak bir sahada oynardık. Tek çocuktum, bir sürü oyuncağım vardı. Herkese silah dağıtırdım. Keyfim yerindeydi. Ama annem ara sıra sahaya süt getirip beni rezil ederdi” diye gülümseyerek anlatıyor. Erenköy’de bahçesinde süs havuzu ve meyve ağaçları olan bir köflkte geçen çocukluk, pembe bir tablo gibi… Dedesi, babası hatta annesinin babası bile İstanbul Erkek Liseli, dolayısıyla İstanbul Erkek Lisesi mezunu olmasına şaşırmamak gerek. Alman Ekolü’nde disiplinli bir lise eğitimi ve oldukça iddialı hocalar… Hatta Bens diye bir hocasının, Hitler’in en güzel kadınlar ve en zeki erkekler arasından seçtiği bir çiftin çocuklarından olduğu rivayet ediliyormuş. Belki de okulun zorluğundan, çok başarılı bir öğrenci değilmiş o yıllarda. Eğitim hayatını, “Benim açılmam, aklımın başıma gelmesi üniversite yıllarında olmuştur; yani ilk perde başarısız, ikinci perde başarılı” diye özetliyor.

İddialı bir fotoğrafçı
Genç yaşından beri gemilere çok meraklı. Beş yaşındayken plastik gemi maketleri yapıyor. Daha sonra eliyle çizerek özel kartonlardan gemiler yaratmaya başlıyor. Yaptığı gemi maketleri oldukça güzel. Savaş filmlerine, savaş gemilerine ve sonralar› dünya tarihine ilgi duyuyor. Gemi mühendisi olmak aklına geldiyse de matematik, fizik gibi sayısal dersleri hiç sevmediği için daha yolun başında deniz hukukçusu olmayı kafasına koyarak Hukuk Fakültesi’ne giriyor. Sanki her şeyin temelinde gemilere bakmaya olan merakı var. Fotoğrafçılık en sevdiği hobisi. 20 bin tane gemi fotoğrafı çekmiş.
Hukuk Fakültesi’ne girdiğinde başına kendi deyişiyle bir komedi geliyor: İlk yıl iktisat dersinden kalıyor. Türkiye’de iktisat tarihine adını yazdırmış olan babası sinir krizinin eşiğinde! Hemen başına bir doçent veriliyor ve iktisat dersi takviye ediliyor. Zaten sağ-sol olaylarına oldukça mesafeli bir kişilik, iktisatta da güçlenince üniversite yılları rahat geçiyor. Deniz hukuku onun tutkusu. Daha ilk gün, ders kitaplarını alırken, son sınıfta göreceği deniz hukuku kitabını da alıyor sabredemeden… Bazen hayat bazı şeylerin altını çizer ya, deniz hukuku onun için böyle işaretli konulardan biri. Tam mezun olmaya hazırlanırken hayat acı yüzünü gösteriyor. Yıl 1983, son sınav 1 temmuzda. Çok çalışmış. Oysa 30 haziran gecesi hayatında iz bırakacak acı bir olayı, babasının vefatını yaşıyor ve sınava giremiyor. Eylülde bitiriyor okulu. O zamanın Dekanı Orhan Aldıkaçtı ve özellikle akademi dünyasındaki annesi ve babası olarak gördüğü Prof. Dr. Rayegan Kender ve Prof. Dr. Ergon Çetingil’e karşı minnettarlığını özellikle vurguluyor. İkisi de hayatta olan bu kıymetli hocalarımıza Allah uzun ömürler versin dilekleriyle…
Okuldayken akademik kariyer hayali olmayan Fehmi Bey, iş hayatına Koçtuğ’da başlıyor. İlk 6 aydan sonra iş gözüne çok rutin gözükünce, kendisini geliştirememe korkusuyla baba mesleği olan akademisyenliğe dönüşü kaçınılmaz, ama Deniz Ticaret Hukuku Kürsüsü’ne girmek zor; ilk seferde değil ikinci denemede girebiliyor ancak. 1985’te asistanlığa başlayarak 15 yıl içinde prefösürlüğe kadar yükseliyor. Kendi bölümünde, belki de Hukuk Fakültesi’nde, en hızlı profesörlük ünvanı alanlardan biri. Ve bugün Fehmi Ülgener o kürsünün başında. Bu bölümde akademisyenliğe niyeti olanlar anlattıkları ile ilgilenecek: “Bizim Deniz Hukuk Kürsüsü’nün meşhur bir adeti vardır. Asistanlık imtihanları açılır. Deniz Hukuku istediği standartı göremezse, gelecek sefere deyip teşekkür eder. Ben ikinci girişimde asistan olabildim. Şimdi İstanbul Üniversitesi’nde aynı kürsüde Anabilim Dalı Başkanı’yım, ben de aynı adeti devam ettiriyorum.”
Üniversitede doktorluğun ardından Deniz Harp Okulu’nda bir yılda 60 tane 24 saatlik nöbet tuttuğu bir askerlik dönemi geçirir. Ama sabaha kadar uyanık kalıp yazı yazmaya alışkın olduğundan, yazarak ve araştırma yaparak oldukça verimli kullanır bu zamanı. Sonra hemen yardımcı doçent olup Londra’ya gider ve bu şehri çok sever: “Londra benim aşkımdır, çok severim. Birbuçuk sene yaşamak, bir şehri tanımak için yeterli bir süre. Oranın atmosferini çok severim, o imparatorluğun muhteşemliğini severim, kasvetini, yağmurunu, kapalı havalarını severim. Londra’ya işim gereği çok gittim. Şehre girmek için havaalanından çıktığım zaman, sanki evime gelmiş gibi hissederim.” Londra’dan dönüşte sırada doçentlik vardır. Üniversitede full time 5 yıl çalışma zorunluluğunu yerine getirdikten sonra da 1993’ün sonu, 1994 yıllarında, Oğuz Teoman ve Sezer Ilgın ile beraber Beyoğlu’nda tutulan ofiste  çalışmaya başlar. 2000 yılında profesör olur. Çarter Sözleşmeleri kitabı için 5 yıl çalışır. “1995 senesinden beri laptop kullanıyorum, dolayısıyla Türkiye’deki ilk kullanıcılardan biriyim. Ofiste birşey yazardım, kapatırdım laptop’u, deniz otobüsünde açardım, yazmaya devam ederdim, kapatırdım tekrar, eve gelirdim açardım ve yazmaya devam ederdim yani hızlı yazardım. Ama tabii bunun getirdiği sıkıntılar da vardı. Gece gündüz birbirine giriyordu, eşimle, ailemle ilgilenemiyordum. Zaten Çarter Sözleşmeleri de eşim Arzu’ya ithaf edilmiştir. Bunu açıkça söylemem lazım, her şeyde onun da katkısı var. Çok büyük fedakârlıklarda bulundu.” Yüksek lisans tezi “Taşıyanın Muhtemel Sorumsuzluğu (Mesuliyetsizliği)”,  doktora tezi “Sürastarya Süresi ve Ücreti” ve doçentlik tezi “Causo Proxima (Deniz Sigortasında Nedensellik Bağı)” olan Ülgener, “Çarter Sözleşmeleri” takdim tezi ile profesör ünvanını almaya hak kazanır.

Kıran’ın bereketi
Sektöre Turgut Kıran ismiyle girmek hayatında önemli bir dönüm noktası. “Önce Turgut Kıran’ın hukuk müşaviriydim. Ve ortaklığımın son zamanlarında, neredeyse haftanın üç günü Kıran’ın toplantı odasında oturuyordum. Tam zamanlı çalışıyor gibiydim adeta. Laptop yanımda, ortamın havasını solumaya başladım. Turgut Kıran’ın bana çok faydası dokunan bir kişi olduğunu söylemeliyim. İlk çalışmaya başladığımızda 1995 yılıydı yanlış hatırlamıyorsam. Üç ay sonra başka bir şirket, 4 ay sonra başka bir şirket derken şu anda biz Kıran’la devam etmenin yanı sıra 21-22 şirketin daha hukuk müşaviriyiz. Bu kadar şirketin ticari sırlarıyla ve diğer şirketlerle de çalıştığımızı bilerek bizi seçmesi bence çok gurur verici bir durum. Biz herkesin sırrını biliriz ama kimseye söylemeyiz. Bizim mesleğimiz zaten güven üzerine kurulu. Yani bana, “akademi haricinde neyi başardın” derseniz, “ben bir camiaya dahil olmayı becerdim” derim. Bence bu büyük bir başarı. Bir camiaya dahil olmak istediğinizde, hem iş hem de özel ilişkilerde, her camianın birtakım kuralları vardır, o kurallara uyum göstermek gerekir. Bu bakımdan bu kadar insanın bizimle çalışmasından gurur duyuyorum. Bizi hukuk müşaviri olarak görmeleri ayrı gurur verici bir olay, ayrıca A firması, rakibi B firmasının hukuk müşavirinin Ülgener olduğunu bilmesine rağmen bizimle çalışıyorsa, bu bize güvendikleri anlamına gelir bence.
Başarılarını bildiğimiz kişilerin nasıl olup da bu noktaya geldiklerini merak ederiz. Genellikle kişiliklerini araştırdığımızda karşımıza iyi hedef koyan, zamanı iyi kullanan, kararlı ve titiz karakterler çıkar. Fehmi Ülgener de aynen böyle biri. “Sinir hastası denecek kadar derhalciyim. Mesela trafikte deliriyorum. Trafik yüzünden karşıya geçmiyorum. Başarılı olmak için de sevmeyi çok önemli görüyorum. Bütün öğrencilerime, stajyerlerime ve çocuklarıma bunu söylüyorum: Başarılı olmak için tek şart işinizi, konumunuzu seveceksiniz. Ben Deniz Hukuku’nu çok sevdiğim için bütün planlarımı başından yapmıştım; iki senede yüksek lisans yapacağım, iki senede doktora seminerleri alınacak, iki senede doktora yazılacak, sonra yardımcı doçent olunacak diye. Yani hafif bir yarış vardı zamana karşı ve ben sırtımda herhangi bir yük olmadan çok zevkle çalışabildiğimden dolayı bu süreleri sonuna bile gelmeden aştım. Hem tezcanlı hem de hırslıyım. 1984 yılında eşimle tanıştım. Ben mezun olduğumda o yeni girmişti üniversiteye. O da hukukçu. Kendisinin bana çok faydası olmuştur. Ayrıca sadık ve muhafazakârım. Her konuda benimsediğim tek bir marka vardır. Yani sadık tüketiciyim.”

Onun tutkusu fotoğraf, oğlununki Beşiktaş
Fehmi Ülgener hukuk gibi zor bir alanda çalışmanın stresini mutlu bir aile hayatı, spor ve fotoğraf tutkusu ile atıyor. Anlattıklarına bakılırsa, en yakın arkadaşı da evdeki küçük oğlu. İki erkek çocuğu babası olmanın zor olduğunu, çocuklarıyla evde sürekli bir itiş kakış, mücadele ortamı yaşadıklarını söylüyor espriyle karışık. Kaan 20, Emre 12 yaşında. Arabada denize bakarak evlenme teklif ettiği, iyi ve kötü günleri paylaştığı eşi de şu anda avukatlığı sürdürüyor. Küçük oğlu Emre ile hem deniz tutkusunu hem de Beşiktaşlılık ruhunu paylaşıyor. Aslına bakılırsa oğlu babasından daha fanatik. Zaten 3 senedir hafta sonları Beşiktaş Futbol Okulu’nda kalecilik yapıyor. Yılda 7-8 maça birlikte gidiyorlar. Fotoğraf merakı ise ortaokul yıllarında para biriktirip aldığı ilk makinesi Asai Pentax’la başlamış. Üniversite yıllarında Nikon’a terfi etmiş. Dijital makineler işi kolaylaştırdığı için hoşuna gidiyor. Son 4-5 yılda fotoğraf eskisinden de fazla yer tutuyor hayatında. Çektiklerini de photoshop’la yeniden şekillendiriyor. Bir D300, bir D3, bir de Panasonic kullanıyor. Her gün spor yaptığı da düşünülürse, bu yoğun çalışma temposu içinde fotoğrafa zaman bulmak için pratik formüller geliştirmiş. Mesela şoförüyle sabahları yolunu Harem’den geçirip Üsküdar’a inme adetleri var. Böylece hem deniz havası, güneş varsa deniz kenarında bir çay içme fırsatı hem de tankerlerin Boğaz’a girişini fotoğraflama şansı yakalıyor. Hafta sonları ise oğluyla Yoros Kalesi gibi iyi fotoğraf çekilecek yerleri dolaşmaktan hoşlanıyor.

“Karayı ak yapmayız, olmayacak duaya âmin demeyiz”
Hukukla uğraşanlar için adaletin terazisini vicdanında doğru kullanmak mesleğin en hassas noktası olsa gerek. Kimi zaman haksız birini haklı çıkartmaya çalışmak zorunda kalıyorlar mı diye merak ediyorum. “Bu nokta önemli. Birincisi, şimdiye kadar bizim hukuk müşaviri olduğumuz Türk denizcilik firmaları da dahil olmak üzere kimse bize “karayı ak yap” demedi. Gerçeği çarpıtma yolunda bizim üzerimizde baskı kurulmadı. Ama tabii biz müvekkilimizin üzerindeki sorumluluğu azaltmak için elimizden gelen her türlü şeyi kanunları kullanarak yaparız. Bu süreçte hiçbir zaman yanlış yollara başvurulmaz. İkincisi, biz hiçbir zaman olmayacak duaya amin diyerek iş almadık. “Biz bu işi ümitli görmüyoruz, bu işi alamayız” diyerek, kapıdan iş çevirdiğimiz çok oldu. Çünkü böyle bir iş için baştan alacağınız para, davayı kaybettiğiniz zaman alacağınız eleştirilerden daha değersizdir. Dolayısıyla benim ve ekibimin titizlik gösterdiğimiz şeylerden biri de gerçekten adaletli davranabilmek. Mecburen ticari davranmak zorundasınız, bu bir gerçek. Ama bunun sınırları, incelikleri var. Nerede siyaha geçersiniz, nerede beyazda kalırsınız bu çok önemli. Biz kalıcı olmak istiyoruz. İnşallah çocuğum da deniz hukukçusu olacak. Neredeyse torununa kadar uzun vadeli düşünen bir insan olarak, geçici günlük heveslerle iş yapmam mümkün değil.” Her zaman armatör tarafında görmeye alıştığımız Fehmi Ülgener North Bank’ın o meşhur davasında North Bank’ın avukatıydı. Bu davada karşı taraf bir Türk armatörü. Acaba ben iyi iş çıkartırsam, Türkiye kaybedecek diye düşündü mü? Aklımdan geçen soruları paylaştığımda aldığım yanıt, bir profesyonelin işi ile milliyetçilik duygularını birbirine karıştırmadan mesleğini nasıl taşıdığını anlatan bir ders adeta: Ben bu memlekette bayrağa zarar verecek bir davayı alamam. Çünkü ben o bayrağı gemisinin kıçında kullananların avukatıyım. Genel olarak o bayrağa zarar verecek bir şey yapamam. Bu mesleğimin gereği. Öte yandan bütün toplumu, camiayı etkileyecek olumsuz bir işi de alamam.

“Beni en çok zorlayan korsan işi oldu”
“Hayatımda bir kere ‘bir daha böyle bir iş istemiyorum’ dedim ve o iş korsanlıktı. Görevim gereği ailelerle muhattaptım. O çok zorluyordu, vicdan sıkıntısıyla beraber. Bir de medya ile karşı karşıyaydım ve o günden beri haberlerde ‘Allah birdir’ deseler bile inanmıyorum. Medya çok kalitesiz ve yalancı. Hâlâ “bin tonluk dev tanker” diyen bilgisiz insanlar ortalıkta geziyor. Yani büyük hayal kırıklığı oldu o benim için. Mesela büyük kanallardan birinde, kaptanla konuşuyoruz diye birini çıkarıp konuşturdular. Kaptan o değil, biz biliyoruz. Sabah programlarına çıkardılar, insanları armatör para vermiyor diye ağlattılar. Tam bir trajediydi! Her gün Yasa Holding’deydim. Allah’tan yerleri güzeldi, Kuzguncuk’ta. Boğaz havası alarak o insanlarla uğraşıyorduk. Adeta Amerika gibiydik, hiçbir eksiğimiz yoktu. Sorumluluğumuzun bilincindeydik. O zamanlar eleştirenler oldu bizi, “niye Yalçın Bey vermiyor, pazarlık ediliyor, insan hayatı üzerine pazarlık edilir mi” diye. Oysa diyelim ki 10 istediler, “5-6 verelim ve kurtulalım” deseydik, bunu yaptığımız takdirde korsanlarda imkan çok, “biz bunu peşin ödeme olarak kabul ediyoruz, gemiyi de serbest bırakmıyoruz, devam ediyoruz” diyebilirlerdi. Dolayısıyla sonuna kadar uğraşma taktiğini uygulayıp, ona göre bir yere varmamız gerekiyordu. Buradaki görev gücünün rasyonel kullanılması lazım. Biz gemiyi kurtarınca hemen basına açıklama yapmadık çünkü daha önümüzde 250-300 mil yolumuz ve tekrar kaçırılma riskimiz vardı. Bu 250-300 mili sağ salim çıkabilelim diye NATO’dan yardım istemiştik, kimse yardım etmedi bize. İki-üç gün sonra aradılar “sizin bir işiniz vardı, ne oldu” dediler. Oradaki çarklar da fazla içte dönüyor. BİMCO’da da konuşuldu bu, her yerde konuşuldu. Mesela Marmara Denizi gibi bir deniz düşünün, 10-12 tane muhrip güvenliği sağlayabilir mi burada? Anında yetişirseniz yetiştiniz, yoksa silah dayandıktan sonra bir anlamı yok. Kaçırılmadan önce kurtarmak gerekiyor, kaçırıldıktan sonra kurtuluş ancak bize kalmış. Başımıza her an gelebilir. Allah kimsenin başına vermesin.”
İşini iyi öğrenen ve iyi yapan herkes, bu ülkeye bir katkıda bulunuyor. Ama Fehmi Ülgener gibi bir yandan üniversitede gençleri yetiştiren, bir yandan denizcilik gibi ülkemiz açısından önemli bir camianın içinde kritik davaları yürüten birinin, Türkiye açısından önemini vurgulamak gerek. Fehmi Ülgener hukuk müşaviri olarak şirketlere katkısının yanı sıra DTO ve uluslararası camiada yaptığı çalışmalarla da denizcilerimize faydalı olmaya çalışıyor. Bunca yıl verilen emekler arasında başta BIMCO var. 2003’ten beri Dökümantasyon Komitesi’nde Türkiye’yi temsil etmekte. DTO’da Hukuk Müşaviri olarak Türk bayrağının dünya çapında kredibilitesini sağlamak ve bankalar nezdinde kredi imkanlarını artırabilmek için gerçekleştirilen çalışmalar çok önemli. 2003-2004 yıllarında hazırlanan Türk Ticaret Kanunu Tasarısı üzerinde ekibiyle birlikte 2 yıla yakın çalışan, ilgili birimlerle görüşmeler yapan ünlü hukukçu, tasarının en iyi şekilde çıkması için gerekenlerin yapıldığını ifade ediyor. Bu konuda yakın geleceğe dair tahmini, henüz çıkmayan yasanın, yük taşımada sorumluluk konusunda dünyada kabul gören Rotterdam Kuralları paralelinde hazırlanacağı. Kendi geleceği ile ilgili hayali ise küçük oğlunu deniz hukukçusu yapıp işleri ona devretmek. Dolayısıyla oğlu yetişene kadar, yani 70’li yaşlara kadar emekliliği düşünmüyor. Sonrasında ise daha az işe gidip sadece stratejik konularda ahkam kesmek niyetinde… Kendisi henüz düşünmese de biz bir fotoğraf sergisi de yakışır diyoruz.

[/membership]

Bunu Paylaşın