Nasrettin Hoca’nın “Bilenler bilmeyenlere anlatsın” deyişini örnek alalım ve “Bir olayı veya bir objeyi daha önce görmüş olmaya eloğlu Dejavu demiş” diyerek bir hatırlatma yapalım. Dünyanın önde gelen güvenilir ekonomist ve analistlerine göre; 2015’e kadar ikinci bir “1929 dünya krizi” yaşanacak. Beklenen krizin, ’29 Krizi’nden de beter olacağı tahminleri bile yapılıyor
Şimdi diyebilirsiniz ki “Hani 2008 krizinden sonra işler yavaş yavaş yoluna giriyordu, hani tüm dünyada ortalama yüzde 5-yüzde 6 bir kalkınma hızı bekleniyordu? Nereden çıktı bu yeni kriz senaryosu?”
Sayın okurlar, bu kriz senaryosunun aniden ortaya çıkmadığını söylemek isterim öncelikle. Resmi veya özel kuruluşların dünya ekonomisi ile ilgili analizlerini dikkatle ve de objektif olarak değerlendiren herkes gidişin iyi olmadığını uzun zamandır biliyordu. Dilerseniz hafızamızı şöyle bir yoklayalım…
1929 yaz aylarında, ABD Merkez Bankası, hisse senedi fiyatlarının aşırı yükselmesi ve finansal gerçeklerden koparak, giderek artan spekülatif artışı durdurmak için faiz oranlarını yüzde 7’den yüzde 15’e yükseltti. Hisse senetleri dorukta iken satışlar başladı ve önce New York Borsası sonrasında da bankalar çöktü. New York Borsası’ndaki bu sert düşüşlerle önce ABD ekonomisi sonra da dünya borsaları krize girdi ve bankalar iflas etmeye başladı. Toplam tüketim ve yatırımlarda hızlı düşüşler meydana geldi.
1920’li yıllarda yapılan vergi indirimleriyle artan yüksek servet yoğunlaşmasının doruk yaptığı ABD ekonomisinde bankacılık sistemindeki riskli krediler 1929’da önemli düzeye ulaşmış; var olan durgunluğu bunalıma dönüştürmüştü. Verilen spekülatif kredilerin geri dönmemesi, oluşan güvensizlik ortamında yoğun mevduat çekişleri nedeniyle bankalar krize girince, ABD ekonomisinde önemli bir para stoğu açığı ortaya çıktı. ABD’deki bu gelişmeler kısa sürede tüm dünya ekonomilerini etkiledi ve 1929 sonunda uluslararası ticaret hacmi 5.350 milyon altın dolar’a kadar düştü. Kriz bir türlü atlatılamıyordu. Uluslararası ticaret hacmi 1930’da 4.850 milyon, 1931’de 3.260 milyon, 1932’de 2.135 milyon altın dolar’a ve 1935 yılında da 1.785 milyon altın dolar’a kadar geriledi.
80 yıl sonra, yine ABD ekonomisindeki spekülatif yatırımların patlamasının yol açtığı, 2008’de yaşanılan krizin etkileri hepimizin hafızasındaki tazeliğini koruyor. ABD ekonomisi hâlâ dünya ekonomilerinin başını çekiyor. (Yeni oyuncu Çin’in yükselişi ve aldığı pozisyonla ilgili geçmiş yazılarımızda değerlendirmeler yaptığımızı hatırlatmak istiyorum.) Yani ABD hapşırırsa dünya ekonomileri nezle olabiliyor hâlâ. Ne var ki, bu kez işler değişik. Bu kez hapşıracak başkaları da var ve nezle olacak olan da ABD… Bu noktada elimden geldiğince sizlere bilgi aktarmaya çalışacağım…
Dörtnala mali krize doğru…
ABD’nin “Federal Borçlar”ı, malî sermayeyi kurtarma operasyonları nedeniyle 14 trilyon dolar’ı geçti ve yasal tavana dayandı. Başkan Obama’nın istediği tavan yükseltilmesi operasyonu 2 Ağustos’a kadar Kongre’den geçmezse; Federal Hükümet teknik olarak yeniden borçlanamayacak, kasasında para olmayacak. Gelecek yıl yapılacak seçimler için Cumhuriyetçiler kılıçlarını çektiler ve Obama’ya bedel ödetmeye kararlılar. Cumhuriyetçiler bu kez ABD’nin zengin sınıflarını da hedef alan tüm Federal harcamalardaki görülmemiş kesintiler getirecek olan vergi paketine karşı çıkıyorlar. “Kriz olsun, işsizlik artsın, faturası Obama’ya çıksın, biz de seçimleri kazanalım” mantığındalar. İflas çanlarının çalmaya başladığı ABD için önce Moody’s, ardından da Standart&Poors “AAA” olan kredi notunu sorgulamaya başladı. Durum ciddi. Gelişmeleri yakından izleyenlerin açıklamalarına göre Obama, Federal harcamalarda bu yılın sonuna kadar her ay 100 milyar dolar azaltmayı sağlayacak tedbirler alarak Federal Hükümet’in temerrüde düşmesini önleyebilir. Ancaaak! Başkan Obama’nın ve de Federal Hükümet’in derdi yalnızca Cumhuriyetçiler’in anlamsız direnmeleri değil. Bir de kendi içinde “ölüm kalım savaşı” veren AB’nin getireceği yükler var.
Ölüm kalım savaşındaki AB…
Birbiri ardından gelen kurtarma paketleri; Yunanistan, İrlanda, Portekiz ve İspanya’nın borç yüklerini artırdığı gibi ekonomik durgunluğa da yol açtı. Kredi kurumları öncelikle İrlanda ve Portekiz bonolarının kredi notunu “Junk” (işe yaramaz) olarak nitelerken, analistler sıranın İspanya ve İtalyan bonolarında olduğunu, hatta Belçika bonolarının bile tehlikeli olarak değerlendirilebileceğini açıkladılar. Bir yoruma göre “Euro için kıyamet günleri yaklaşıyor”du.
En tehlikeli gelişme İtalya’da yaşanıyor. ABD ve Japonya’dan sonra üçüncü büyük bono piyasasına sahip olan Euro Bölgesi’ndeki toplam üretimin yüzde 20’sini gerçekleştiren İtalya’nın devlet borçları tam tamına 2.45 trilyon dolar’a ulaşmış durumda. Ve en önemlisi İtalya’nın tüm uluslararası borçlarının yüzde 84’ü Alman ve Fransız bankalarına olan borçlar. Daha da önemli bir durum var ki ABD’yi çok yakından ilgilendiriyor.
Bank of International Settlements’in geçtiğimiz haziran ayında yayımladığı rapora göre; ABD bankaları CDO (Kredi Sigortası Türevleri) yoluyla AB ülkelerinin devlet borçlarını sigortalamış durumdalar. Yani; AB ülkeleri temerrüde düştükçe CDO satmış olan ABD bankaları ödeme yapmak durumundalar. Yukarıda belirttiğimiz gibi bu kere galiba AB hapşıracak ve ABD şiddetli şekilde nezle olacak gibi görünüyor.
Buraya kadar aktardıklarım pek iç açıcı gelişmeler değil. İlginç olan durum, tüm bu olumsuz beklentilere karşılık dünya ticaretinde bir numaralı aktör olan denizcilik sektöründe sıradışı gelişmelerin olması. Sizi biraz meraklandırmak için yazımı burada noktalıyorum. Dünya denizciliğindeki gelişmeler gelecek ayki yazımızın ana konusu olacak. Yazımı sonlandırırken dünyadaki olumsuz ekonomik gelişmelerden etkilenmemenizi diliyorum.