SUAY UMUT

Yeşim Yeliz Egeli

 

Çağını aydınlatan deha SUAY UMUT

Kişiliği, zekası ve işindeki başarısıyla yediden yetmişe saygı ve övgü dolu sözlerle adından söz ediliyor. Yaşam öyküsü bu sayfalara sığmayacak kadar zengin hatıralarla dolu. Karizması ve centilmenliği karşısında her daim hayran olunası ender bir kişi. Başarı hırsı ile atılımcı ve yenilikçi, sempatik tavırlarıyla çok iyi bir iletişimci o… Kararlı ve ilkeli… [membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]Bugün tüm çevrelerde kazandığı saygınlığı yüzde yüz alınteri. Suay Umut; denizden aldığı ilhamla daha çocukken denize tutulmuş bir deha…

Yeni gemi siparişleriyle 1 milyon dwt’ye ulaşan filosu ile bu istikrarlı başarı “Bir çocuğun aldığı ilk deneyimler ömrü boyunca sürermiş” sözünü de doğrular nitelikte.

1935 yılında Kadıköy’de doğmuş. Denizde büyümüş, ondan öğrendikleri yaşamının her alanına nüfus etmiş. “Kalamış’taki derenin ağzında yüzmeyi öğrendim. Suadiye, Caddebostan ve Tünel yolu bütün oralar denize girdiğim, sandalda kürek çektiğim yerler. Büyüdükçe bu sandal merakım yerini yelkenliye bıraktı. Arkadaşlarımızla sabahın erken vaktinden, akşam geç saatlere kadar denizde vakit geçirirdik. Çoğu zaman kaldığımız olurdu. Bu denize olan tutkumuzdan olan bir şey diye tahmin ediyorum, yani denizi sevmemizden çünkü denizde her şeyi yaşayabiliyorduk. Tek eğlencemiz bir deniz bir de Fenerbahçe Kulübü’ydü.”
Ortaokul yıllarından sonra Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olan Umut, üç üniversite birden kazanıyor. Maden Fakültesi onu tatmin etmiyor. Resim yapmaya olan ilgisi onu denizcilik ve mimarlık arasında bırakıyor. Keşfetme ve maceracı ruhu baskın geliyor. “Mimar Sinan, Mimarlık Bölümü’nü kazandım çok iyi resim yapardım. Hala yeteneğim var, oturup sizi çizebilirim. Neden deniz derseniz? Macerayı sevmemden mi, üniforması mı, yurtdışına gitme imkanı mı bilemiyorum. Fakat o devirde deniz daha cazip geldi.”

Ortaköy’de Denizcilik Meslek Yüksekokulu’nu bitirdikten sonra Deniz Nakliyat’ta altı ay çalışıyor. Şirket sefere göndermek isteyince sefer yerine askere gidiyor. “Doktora gittim. Allah razı olsun hiçbir şeyim yokken bana 15 günlük rapor verdi. O sayede sefer yerine askere gittim. 1960 yılıydı, yedek subay olarak Yassı Ada’ya gittik. Üç ay dolmadan 27 Mayıs İhtilali oldu. O zaman askerlik 18 aydı, ama önce 3 ay kadar talebelik vardı. Herkesi farklı yere gönderdiler. Biz altı kişi makineciydik, bizi Heybeliada’ya aldılar. Savarona’nın güverte kısmına verdiler. Geri kalan talebelik kısmını lüks içinde orada tamamladım ve diplomamı aldım. Sonra askeri araba vapuruna başmühendis olarak gittim. Geldik Boğaz’a, Kefeliköy derler Büyükdere’nin açığına bağladık. 7 ay orada balık tutup, yedik. Balıkçılara balık sattık. Aynı Ortaköy’deki mektep zamanında olduğu gibi. Balık çoktu. Kovayı daldırır, balıkları alırdık. Çok eğlenceli zaman geçirdik.” Suay Umut o yıllara ait enteresan bir anısını da anlatmadan geçemiyor. 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ilan edildiği zaman… Suay Umut’un bulunduğu gemi dahil üç Türk ve üç Yunan gemisi Kıbrıs’a yol alıyorlar. Kıbrıs’a vardıklarında İngiliz Donanması’na ait kruvaziyer Ada’yı terk ediyor. Üç gün kaldıkları adada bayram sevinci ile karşılanıyor, ellerde taşınıyorlar. Magosa’ya ait özel şekerlemelere de değinen Suay Umut “ Magaso’nun çok güzel şekerlemeleri vardı. Yani öyle tatlı bir askerlik devresi geçirdik, unutulmayacak…”

İş hayatına o dönemin en iyi deniz firmalarından olan Koçtuğ’un yepyeni gemilerinde 3,5 sene çalışarak devam ediyor. Bir gün Ankara’dan Petrol Ofisi’ne çağırıyorlar. Suay Umut, “Ben deniz olmadan yaşayamam” dese de ona iki ay Ankara’da kalacağını ardından İzmir veya İstanbul’a atanacağını vaat edip ikna ediyorlar. Ankara’da 7 sene kalıyor. Bu sürede çok sevdiği eşi rahmetli Türkan Hanımla tanışıyor. “Ben çalışmaya başladım. Daha sonra eşimle tanıştım. Eşim Üsküdar Amerikan Koleji’nden mezundu. İngilizcesi mükemmeldi. Petrol Ofisi’nin içinde İpraş Rafinerisi’ni kuran Kalteks’in baştercümanı ve sekreteriydi. Aynı binada çalışıyorduk. Bir iş toplantısında tesadüfen tanıştık ve Ankara’da evlendik.” Ankara’da kaldığı 7 yıl içinde Petrol Ofisi’nde çok hızlı yükselen Umut, genel müdür yardımcılığına kadar ilerliyor.

Denizcilik Fakültesi’nden mezun 28 kişiye de Petrol Ofisinde iş imkanı sağlıyor. Amerika ve Avrupa’ya yaptığı seyahatlerde rafinerilerde, şirketlerde aylarca kaldığı oluyor. Bu arada petrolü, akaryakıtı ve onların ticaretini gayet iyi öğreniyor. “Benim için okul gibi oldu. Petrol Ofisi’nin denizcilik şirketini kurdum. ilk 5 gemisini Hayri Baran’dan satın aldım. Taşkızak Tersanesi’nde gemiler inşa ettirdim. Petrol Ofisi’nin akaryakıt ikmali yapan havacılık şirketini kurdum. Tabii büyük rekabet vardı. Ben sonra oradan sıkılmaya başladım çünkü devlet işi ile uğraşıyordum. İşveren durumundaydık. Bulunduğum dönem boyunca saygıdeğer kişilerle çalıştım. Petrol Ofisi’ni Petrol Ofisi yapan kişilerdi. Daha Ereğli fabrikası yoktu. Kuruluş aşamasında uçakla her hafta Ereğli’ye gidiyorduk. Genel müdürler sürekli değişmeye başlamıştı. Bu durum beni rahatsız etti, önümü göremedim ve ayrılmaya karar verdim. Bakan dediki ayrılamazsın.” Suay Umut, kararından geriye dönmüyor ve attığı bu adımla Dünya Denizcilik’in temeli (1973) atılıyor. Eşiyle bir maceraya atılıp 1 yıllığına Londra’ya gitme kararı alınıyor. Suay Umut, önden gidip ailesi için gerekli imkanları sağlıyor. Tek göz bir oda kiralayıp küçük çapta akaryakıt alım satımı yaparak işini kuruyor. Türkiye’deki ihaleleri o zamanın haberleşme şartlarıyla takip etmeye çalışıyor.  O dönemin zorluğunu anlatırken “Düşünsenize o vakit telgraf yok, teleks yok, hiçbir şey yok hatta telefon yok” diyor. İlk iki işi Petrol Ofisi ile oluyor. Kimi gün saatlerce telefon  hattı bekliyor hatta İngiltere’deki bir grev yüzünden 6 ay elektriksiz bir mücadele başlıyor. Başlangıçta iki kişiler. Mum ışığında çalışıyorlar. Azim ve mücadelesinin meyvelerini zamanla alıyor. Birinci senenin sonunda Esra Umut okula başlıyor. İlk altı ay hiç konuşmuyor ama zamanla uyum sağlıyor. Dönelim mi, dönmeyelim mi derken 25 seneleri Londra’da geçiyor. Esra Umut da üniversiteyi bitiriyor, işte de ciddi bir yol katediliyor. Güçlükler birer birer aşılıyor. Şirket bir göz odadan 4 katlı bir binaya 2 kişiden 40 kişilik bir holdinge dönüşüyor. Otel sahibi olunuyor. Tanker işletmeciliği ile petrol işine devam ederken, maden ve elektrik sanayiine atılımlar yapılıyor. Değişen ve gelişen dünyada yaşam ve çalışma imkanları mesela, haberleşme her yönüyle kolaylaşıyor. İstanbul’a dönme planları 1996 senesinde yapılmaya başlanıyor. “1985 senesinde rahmetli Özal’dan sonra paranın serbest dolaşımı ile bir gemimi Türkiye’ye koyarak nasıl olacağını denemek istedim. Bir hayli mücadele verdim. Kimse üzerinde kredisi olan bir gemiyi Türkiye’ye transfer etmeme müsade etmiyordu. Türkiye’yi tanımıyorlar, güvenmiyorlardı. Ama ben hallettim. Gümüşsuyu’nda bir ofis açıp başına bir arkadaşımızı koyduk. Gemiyi Türk bayraklı çalıştırmaya başladık. Zaman içinde böyle 3 gemimiz oldu. Türk elemanları da ayarlamaya başladık. İki taraflı bir şirket olduk.”

Suay Umut’la okul yıllarına geri dönüyoruz. Denizcilik Meslek Yüksekokulu’nun İTÜ’ye bağlanması için onun devresinde çok mücadele veriliyor. Hatta o dönemki sınıf hocası Fahrettin Bey, Tuzla’da hala ders veriyor. Sonrasını ben soruyorum o anlatıyor. “Düşünün o vakit ben talebeydim, o benim sınıf hocamdı. O vakitler mühendislik hakkını bize tanımıyorlardı. Şimdi şartlar değişti. Bugün Teknik Üniversite’nin Makina Bölümü’nden mezun olanlar dışarıda iş bulamayıp bize geliyorlar. Gemi makina işletmeyi ayrıca öğrenip gemilerde çalışmaya gayret ediyorlar. Onlar kitap üzerinde okudular. Biz pratiğini yaptık. Hakiki denizcilik disiplini vardı. Şimdi okullar yatılı olmaktan çıktı. Mevcut fakültede, 9 Eylül’de, TÜDEV’in kurduğu Piri Reis Üniversitesi’nde yatılılık yok. Halbuki bizler yatılıydık. Bir abi-kardeş yani ast-üst ilişkisi vardı. Denizcilikte riayet çok mühimdir. Emir almak emiri takip etmek gerekir. Bugün denizcilik ileri bir meslek. Dünya Denizcilik olarak biz her sene Fakülteden 15-20 mezun alırız. Tecrübeli kaptanlarımız, yeni mezunlara gemilerimizde ve ofisimizde ciddi bir eğitim verirler. İçlerinden başarılı olanları seçer gemilerimize koyarız .” Başarılı olmayı tanımlıyor Suay Umut “Bir kere çalışmak şart ama çalışırken inanarak ve severek çalışmak lazım. Risk her zaman hayatta vardır. Taşıyabileceğiniz kadar risk alırsanız kötü şartlar altından kalkabilirsiniz. Denizcilikte çok zor dönemler geçirdik, ama Allah’a şükür altından kalkıp bugünlere geldik.” Uluslararası alanda  saygın bir isim olan Suay Umut’a soruyorum “Bu derin sevgi ve saygıyı sizce neye borçlusunuz?” diye yine mütevazı oluyor. Ticari hayattaki prensiplerine, iş yaptığı kişilere olan saygısına bağlıyor. “Türkiye’deki arkadaşlarımın böyle düşünmesi iyi bir şey, ama asıl dışarıda çok iyi imaj yarattım. Kendimi övmek için söylemiyorum, ama bugün her kapıyı açabilmemi çok büyük çalkantıları bile rahatlıkla geçmemize bağlıyorum. Piyasa iyi deyip 10 gemi almak yerine 4 gemi aldık. 100 gemim olsa ne olacak? Öyle bir hedefim yok. Hırslı biri değilim, kontrollüyüm. Hayatı, gezmeyi, eğlenmeyi, para harcamayı da severim. Ama içkim, kumarım yoktur. İçki içmem mi? İçerim ama kararında.”

Kalp ameliyatından sonra yaşam kalitesinin ne yönde değiştiğini merak edip soruyorum.
(Gülüyor) “Biraz daha kontrollü bir hayata geçtim, ama çalışma hayatında bir fark yok. Daha evvel başarılı olmak için çok çalıştım. İngiltere’de sıfırdan başlayıp bir yere gelmek kolay iş değil. Çeşitli sıkıntılar varken petrol ticareti yaptım. Türkiye’nin üç kuruşu yokken ben Türkiye’ye senelerce kredi ile akaryakıt verdim. Tabii her şey oturdu. O dönemde harcadığım enerjiyi artık sarf etmiyorum. Türkiye’deki çoğu bankanın genel müdürlerini tanırım. O devirlerde ben akreditif açarken Hüsnü Bey (Özyeğin), Akın Bey (Öngör) gibi dönemin banka genel müdürleri ne olur bize akreditif açın diye rica ederlerdi. Çünkü buraya dövizi yollarsam 7-8 milyon doların bir iki gün kalması avantajdı. Tüpraş’la devamlı işler yaptım. O zamanlar Türkiye’ye kredi ile mallar verdim. Rahmetli Ecevit’in zamanında çok imkanlar yarattım.

Rahmetli Özal’la gayet yakın oldum. Türkiye’de Bodrum’daki hava meydanını kuruyorduk. Otel kuruyorduk. İngiliz havayollarının oradaki bütün tesislerinin sahibi olan British Airways Operatives ile benim şirketim Ganmount müşterek bir ortaklık yaptık. Türkiye’de bir inşaat şirketini de yanımıza aldık. Devlete de bir yüzde verdik. Projeyi imzaladık. Bodrum’daki hava meydanının inşaatı için o devirler sürekli Ankara’daydım. İnşaata başladık, ama 8 ay sonra iptal ettik. Neden derseniz, aynı zamanda İstanbul’da da düzgün bir hava meydanı yoktu. Bristish Airways Operatives bu projeyi de yürütüyordu. Yunanlıların düzgün bir hava meydanının olmayışı ve Margeret Thatcher’a baskıları ile rahmetli Özal mecbur oldu ve geri çekildi. Onlar hava meydanına başlasınlar diye bu proje geriye atıldı. Sonra bugünkü Ritz Otel’in karşısındaki alanda bir otel projemiz oldu. Bedrettin Dalan müsaade etmedi. Rahmetli Özal, Dalan’a söz geçiremedi. Üçlü toplantılar yaptık, defalarca ama olmadı. Ondan sonra karar verdim Türkiye’de hiçbir bir yatırım yapmayacağım diye ama bak seneler sonra geldik, yat inşa işine başladık. Türkiye kazansın diye Türk tersanelerine  gemi sipariş ettim. Aynı problemler yine var. Bir Uzakdoğu’ya bakın bir buraya bakın, karmakarışık bir yapılanma.

Türk gemi sanayiini bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kişilerin piyasadan daha fazla nema almak için kapasitelerinin üzerinde işlerin altına girmesi ve yeterli insan kaynağının olmaması. Kendilerini iyi organize edemedikleri için birçoğu kötü isim sahibi oldular. Üzülüyorum tabii. Gemi sipariş ettik, çoğu gecikti. Bazıları çok iyi organize oldu, ama diğerleri eski sisteme devam ediyorlar. İnsana yatırım yapmaktan kaçıyorlar. Halbuki muvaffak olmak için insana yatırım yapmak şart.

Allah bana hayat verirse, koltuğumu torunum Murat’a kendi ellerimle devretmek,en büyük arzum.

Başarısından veya büyümesinden keyif aldığınız bir kişi veya şirket söyleyebilir misiniz?
Ben istiyorum ki bir tane değil on tane şirket olsun. Büyük şirketler girsin yani. Eski tip armatörler çıksın devreden. Şu anda memnun olduğum en büyük şey olarak gençleri görüyorum. Onlarla konuşmaktan keyif alıyorum. Bilinçliler, görgüleri var. Yurtdışındaki toplantılara gitmeye başladılar. Eskiden her gittiğim toplantı Yunanlılarla dolu olurdu. Tek Türk ben olurdum. Şimdi bakıyorum bizim gençleri de görüp memnun oluyorum. Daha çoğalalım istiyorum.

Sektöre yeni girenler veya hiç kriz görmemiş gençler bir kriz olursa nasıl karşılarlar?
Konusu denizcilik olmamasına rağmen yukarıya doğru giden bir grafiğin içinde sektöre girdiler. Son derece memnunlar. O tecrübe mühim! Biz yaşadık dersimizi aldık.

Uluslararası Swedish Club üyesi ve Intertanko “Executive Board”ta da  14 üyeden biri olarak yönetimdeki ilk Türk oldunuz. İlk Türk işadamı olarak nasıl karşılandınız?
Uluslararası arenada tanınmamdan dolayı seçtiler, istediler ben de peki dedim. Daha evvel gemilerimin sigortasını yaptırıyordum. Zaman içinde demek ki kendi menfaatlerini de düşünerek beni davet ettiler. Sonra yönetime girdim. Belki bir iki sene sonra istifa ederim. İntertanko yine aynı şekilde, “Associate Member”dım daha sonra “Counter Member” oldum. Sonra “Executive Board”a biri gerekti. Senelerdir tanıyanlar sanırım beni teklif etti. Bir de Yunanlı aday gösterildi. Hatta o konuda bir başka Yunanlı ile bayağı olaylar, tartışmalar oldu. (gülüyor). Yunanlıya nazaran sanırım benim huyum daha tatlı çıktı, beni seçtiler. Yunanlı kızdı ayrıldı. Ama oluyor böyle şeyler.

Gurur verici olsa gerek…
Evet ilk Türk olarak girdim. Şimdi başka arkadaşları çekmeye çalışıyorum. İntertanko’ya Tuğrul Bey’i (Tokgöz) “Council Member” olarak aday gösterdim. Dolayısıyla seçildi. Arkasından aynı şekilde Swedish Club için de girişimde bulundum, yönetim kuruluna seçildi. Bu sene istiyorum ki, bir iki tane daha Türk olsun. Çünkü ben ayrılacağım. Ömür boyu gidip gelecek değilim ya… Türkler çoğalsın istiyorum.

Yeni adaylarınızı öğrenebilir miyiz?
Şu anda birşey söyleyemem, ama Tuğrul’la değerlendiriyorum bunu. Sen de yardım et birkaç arkadaş daha sokalım.

Türkiye’yi bugün ekonomik ve siyasi açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ekonomik açıdan son derece kuvvetli hiçbir endişesi yok, ama politik açıdan yarınımı göremiyorum. Yabancı firmalar Türkiye’nin istikbaline güveniyorlar, ama politika ürkütüyor.

Sevgili torununuz Murat’ı gelecekte nerede görüyorsunuz?
Hiç boş günü yok. Çok çalışıyor. Başarılı bir talebe. Allah bana hayat verirse, koltuğumu ona kendi ellerimle devretmek, en büyük arzum.

[/membership]

Bunu Paylaşın