Çanakkale Deniz Zaferi’nde düşman kuvvetlerinin ağır bozguna uğrayıp çekilme harekâtına atıfla, bir yabancı bahriyeli askerin o dönem Deniz Kuvvetlerimizce yurtdışı eğitimde olan rütbeli bir asker yetkilimize, “Yeterince gücünüz, askeriniz mi yoktu, çekilme anında düşman unsurlarının tamamını yok edebilirdiniz, niye vurmadınız?” sorusu üzerine Subayımızın cevabı bu yazının başlığındaki özlü sözüdür. Bu anlamlı söz tüm insanımızın vakur duruşudur.
Nitekim Türkün bu mertliğini ilk, İzmir’den kaçan Yunan askeri ve esir düşen Ordu Komutanları Trikopis Atatürk tarafından kibarca ağırlandığında anladı.
Türk subayı, kaçan düşman dahi olsa arkadan vurmaz! Yunanın Anavatanımızı işgale gelip çil yavrusu gibi kaçarken yaptığı onca kötülük de Vatanımıza göz dikip Çanakkale’yi geçmek isteyen onca devlet de bu asil duruşumuzdan nasibini aldılar. Bu asil Türk subayını yetiştiren de onun yetiştirdiği insanlar da esasen biziz. Vicdanı hür ordu milletiz biz…
Özgüvenle, had bilmezliğin; gururla, kibrin keskin ayrımını bizlerin iliğine işlemiş ataların nesliyiz.
Geçmiş geleceğin öğretmenidir. Hatası ve sevabı ile hepsi bizimdir. Geçmiş yaşanmış olandır. Ondan alınması gereken ise derstir. İnsanın manası evrim ve gelişmededir. Bunun ilkeli ve ileri yöne olması ulus devletlerin iyiliğinedir. Ve hiç kimse yasalarımızın üstünde değildir. Türk’ün karakterinin nüvesi bağımsızlık, özü dostluk ve adalettir. Düşmanın onursuzu, evladın hainini tarih affetmez.
Türk Milleti nasıl ki gururla ve övünçle tüm dünyaya “Çanakkale geçilmez!” dediyse, o neslin torunları olarak diyorum ki; Anayasa’nın ilk 3 Maddesi ve bağlısı Maddeler değiştirilemez. Nokta! Bizi biz yapmış, bu kutsal ve değişmez değerler ve Vatan uğruna onca şehit vermiş ecdadın evlatları soruyor; bu değiştirilemez gerçeklerle; kavgası, kutsalımıza itirazı olana arkamızı dönebilir, milli duygularında samimiyetine inanabilir miyiz?
Yazımızda bugünler için kimler neyi istemiş, ne yapmış anlatmaya çalışarak bazı olayları inceleyelim.
Düşünelim…
Atatürk’ü içinde yaşadığı dönemde sevmeyenler, istemeyenler kimlerdi? Niye sevmiyorlardı? O’nun dönemindekilerinin yakın geçmiş ve günümüzdeki türevleri kimler, aralarındaki benzerlikler nelerdir?
Tüm bu büyük oyunların benzerini kendi döneminde askeri, büyük bir siyasi sanat dehasıyla bozan, bizlerin içinden doğup yetişen, Türk’ün öz değerlerine yürekten bağlı, her hamlesinde ulusunun lehine sonuç alan, iyilik ile yürekten bezediği, iğneyle kuyu kazar gibi ilmek ilmek dokuyarak bizlere barış ve huzur içinde yaşanacak bir Vatan ve Cumhuriyet armağan ettiği için mi, liderlerin en şereflisi, erdemli Türk’ün evladı olan Atatürk sevilmiyor? Niye sevilmiyor, niye kurduğu değerler istenmiyor? Bizlerin ataları kurmadı mı bugünleri? Jeopolitik açıdan tüm dengeleri gözetip bizleri bulunduğu yüzyılın da ilerisini hesaplayarak koruma altına alan, 7 düvele meydan okuyan dâhi bir lideri ve bize bugün dahi nefes aldıran manevi eserlerini kim, niye sevmez? Niye tarihimizi saptırır? Gerçek tarihimiz yerine yalanla donatır minik yavrularımızın beyinlerini?
Filmi geri saralım
19’uncu yüzyılda Osmanlı’nın varlığına tehdit sayılan düşmanları hangi devletlerdi? Neler istiyorlardı Osmanlı’dan? Mesela Rusya ile savaş tarihimizi inceleyin ve düşünün…
Ne demiş atalarımız “Sû (asker) uyur, düşman uyumaz.” Buradan belli ki ders çıkarmış, bizleri de uyarmışlar, kıssadan hisseye, “uyumayın, her daim uyanık olun, düşman yüzyıl da geçse vazgeçmez, seni uyutur, kendi uyumaz, fırsat kollar, arkanızı kollayın” diyorlar.
Sahi Rusya ne istiyordu Osmanlı’dan?
Osmanlı’yı iki cepheden yani doğudan ve batıdan baskılayarak Balkanlar’daki etkisini daha da artırmak hatta ele geçirmek. Kafkasları kontrol altına almak. Boğazları kontrol altına almak. Akdeniz’e engelsiz ulaşmak. Karadeniz’in güneyini hatta tamamını kontrol altına almak. Ve tabii inanç temelli ideolojik anlamda İstanbul’u ele geçirmek.
Atatürk daha o doğmadan önce, gelişen bu tarihi olguları Osmanlı’dan kalan vatan topraklarını Türk milletinin şeref ve namusunu her şeyin üstünde tutarak “milli mücadelenin” dünya tarihinde görülmemiş örneğini birçok cephede verdi, analitik düşünce metoduyla dahiyane tüm önlemleri aldı. Yaptığı tarihi antlaşmalarla bugünlerimizi ve yarınlarımızı güvence altına aldı. Bugün birileri çıkıp “asil Türk milleti” bile diyemiyor. Neden?
Ne demişti atalarımız “Sû (asker) uyur, düşman uyumaz.”
Filmi biraz daha geri saralım
Atatürk daha doğmadan önce Osmanlı Devleti’nin Avrupa ile ilişkilerindeki duruma bir iki zaviyeden bakıp bir kıyaslama yapmaya çalışalım. Osmanlı mı yüzünü kendiliğinden Batı’ya döndü yoksa tarihi olgular metazori onu Batı’ya mı itti?
Kırım Savaşı’nda (1853) İngiltere ve Fransa Osmanlı’nın yanında yer alırken, Rusya ile gerçekleşen ’93 Harbi’nde (24 Nisan 1877) neden bu iki Avrupa devleti Osmanlı’yı desteklemedi?
Rusya, Kırım Savaşı’nda aldığı hezimeti unuttu mu? Elbette unutmadı ve onur meselesi yaptı. Öyle ki bu savaşın izlerini silip yenilginin intikamını almak artık ulusal bir meselesi oldu. Bakınız Osmanlı zayıflarken Rusya güçleniyordu. Rusya intikam almak için 20 yıl bekledi.
Buna karşın ilk borcunu Kırım Savaşı’nda alan Osmanlı’nın iyi yönetilememesi ve haliyle borçlarının katlanarak büyümüş olması ‘93 harbindeki kayıplarının temel sebeplerinden sayılabilir. Tabii ki iç çekişmeler ve Padişahların dünyada olup bitenden uzak kalması, yanlarına aydınlar yerine ulemaları lider olarak almaları onları gelişmekte olan dünyadan uzak tutuyordu, zira o tarihlerde din adamları ve çevresindeki ayakçıları aydınlanma karşıtı idiler. Yenilik kendilerinin etkinliğini azaltacak yani söylediklerinin hükmü olmayacaktı. Böylelikle veliahtların veya padişahların çağdaş eğitimin gerisinde kalıp daha çok din eksenli hareket etmeleri, atalarının felsefi disiplininden ders almamaları-uzaklaşmaları, dil bilmemeleri, veliahtların tahta çıkacak mıyım, yoksa boğdurulacak mıyım gibi her insanda stres yaratacak endişeleri yani bozuk psikolojileri de bu kötü gidişatı katmerli artırıyordu. İçindeyken anlaşılamıyor zaman. Bir de geçmişten gelen yanlışları düzeltmek basiret sahibi olmayı gerektiriyor. Osmanlı’nın Çöküş Dönemi’ne giriş emarelerinde valideler arası çekişmelerden siyasette etkin olmalarına kadar birçok ders çıkartabiliriz.
Ez cümle; Cihan padişahlarının torunlarının torunları atalarının izinde gitmediler. Kuruluş veya Yükseliş Dönemi’nde olduğu gibi “yapan” olamadılar.
İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’ya karşı ciddi pozisyon değişikliği almalarında, Osmanlı’nın zayıflayan bünyesini kullanıp ticaretin ve siyasetin kendi çıkarları doğrultusunda şekillenmesini istediklerini de unutmamak gerek. Eş zamanlı gelişen bir diğer dinamikse o dönem güçlü Prusya’nın etrafında ortaya çıkan Almanya ve de İtalya’nın birlikte yükselişi Fransa ve İngiltere’yi Osmanlı’ya karşı ciddi makas değişikliğine itmesiydi.
Osmanlı Balkanlar’daki ayaklanmaları bastırmakla uğraşırken Rusya batı cephesinde Slav milliyetçilik hareketlerini destekler ve Osmanlı’nın doğal kaynaklarını kontrol altına almaya çalışır. İngiltere ve Fransa ise bu durumu kendi çıkarlarına göre dizayn ederek Osmanlı’ya ayar verirken aslında içeriden kemirir. Osmanlı ise ekonomik ve siyasi olarak zayıflarken parçalanan topraklarını bir arada tutmaya çalışır. Bu Avrupalı ikili ekonomik çöküş ve ortaya çıkan kötü tabloya göre pozisyon alıp ticarette ve siyasette Osmanlı’nın çıkarlarını değil kendi menfaatlerine göre karar alınmasını önceler.
Bildiğiniz gibi, o tarihte Doğu Avrupa’nın tek hâkimi olan Osmanlı’nın içine girdiği dar boğazda “Şark sorunu”, “Büyük doğu krizi”, “Avrupa’nın hasta adamı” Avrupa tarafından ortaya atılan kavramlardı. Osmanlı’nın batı topraklarında yükselen bağımsızlık hareketleri Osmanlı’nın ayaklanmaları bastırmada ön alamaması, gerileyen askeri yapısı ve teçhizattaki eksikler ile keyfiyetçilik, okur-yazar düşüklüğü gibi benzeri zaâfiyetleri parçalanmayı hızlandıran etmenlerin başında geliyordu.
Osmanlı ekonomik ve siyasi olarak zayıflamaya devam ederken sonra ne oldu, masaya oturduk? Tersane Konferansı başladığı gün Kanuni Esasi ilanı gerçekleşti (23 Aralık 1876) ve özetle Avrupa, Konferans’ta, Osmanlı’nın Balkanlar’daki neredeyse tüm topraklarından vazgeçmesini istiyordu. Osmanlı bunu reddetti. Anlaşma sağlanamayınca Rusya Osmanlı’ya savaş açtı.
Buraya belgeli bir tespiti de eklemeli. Osmanlı hâkim olduğu topraklarda varlık mücadelesini sürdürürken, İngilizlerin özellikle 1878 yılı itibarıyla Anadolu’nun değişik illerinde görevlendirdiği Konsoloslarınca yazılan raporları (Blue Books-Mavi Kitaplar) incelenirse İngilizlerin Doğu Anadolu Bölgesi’nde bazı illerimizdeki Ermeni halkıyla nasıl bir ilişki içinde oldukları anlaşılabilir. Batılıların Ermeni meseleleri ile ilgili yazdığı kitap ve makaleleri bu Mavi Kitaplar’da yer alan bilgi ve belgeleri referans aldığı bilinmektedir. Günümüzde dahi düşünülüp ciddiyetle sorgulanması gereken; bu Mavi Kitaplar’ın nasıl, ne durumlarda ve kimler tarafından kaleme alındığıdır. Bu Mavi Kitaplar’da yer alan bilgilerin tamamı, bizzat İngiliz Hükümeti tarafından gönderilen tarafsız(!) kişiler tarafından derlenerek mi rapor haline getirilmişti, yoksa rapora konu olan taraflardan birisinin yardım ve katkılarıyla mı hazırlanmıştı? Tabii bunların hepsinin gerçekte kimler olduğu, ilişkileri, amaçları yapılan tespitler ve incelemeler sonucu akademik çalışmalar ile belgeleriyle ortaya kondu.
Filmi biraz daha geri saralım
Islahatçı olarak tarihe geçen ve en uzun tahtta kalan 30’uncu Osmanlı Padişahı Sultan II. Mahmud en yenilikçi padişah olarak anılıyor kimi tarihçilere göre… Askeri zaviyeden bir sivil olarak bir hususu ele alalım. Nizam-ı Cedid yerine 1808‘de kurduğu Sekban-ı Cedid Ocağı’nı Yeniçerilerin ayaklanmasıyla kaldırdı. Ardından ne oldu? Tarihe Vaka-i Hayriye ismi ile geçen olay gerçekleşti. Yaptığı söylenen “yenilik” ise Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak idi. Bu olayda 40 bin Yeniçeri öldürüldü. Sadece o kadar mı? Yeniçeri zannedilen onlarca genç de birlikte… Soru şu, bu bir hata değil miydi? II. Mahmut’un bu kararı geleceği nasıl şekillendirdi?
Sonraki Padişahlar duraklama devrine niye girdi? Niye Çöküş Devri’ne girildi? Ertuğrul Gazi'yi, Fatih'i, II. Bâyezîd'i, Kanuni'yi takip edememeleri mi sebepti, yoksa değişen dünyayı mı okuyamadılar?
Atatürk hem Osmanlı’nın borçlarını ödüyor hem tüm kutsallarımıza sahip çıkıyor hem de… Yaptıkları saymakla bitmez ve yaptıklarının ne olduğu değerlerimize bakınca net anlaşılır.
Şimdi sormazlar mı siz neyi biriktirdiniz, ne yaptınız diye?
Ancak şunu samimiyetle yazalım ki anlaşılalım. Binlerce yıllık mirasımızı kendi çağından, bugünden de öteyi hayâl edip, uygar çağı tasarlayıp bize, yüzyıl net yetecek, dahası için de onca fikirler ile cennet bir vatan, dahası onurlu bir yaşam bırakmış.
İtilâf Devletleri tüm bunları kıskanıyor tabii yenilgileri de cabası… Neydi asırlık çınar gibi olan söz, “Sû (asker) uyur, düşman uyumaz.”
Şunu soralım zira yeridir: Atatürk mü yıkmış Osmanlı’yı? Atatürk, tüm değerlerini, şerefini korumuş atalarının. Lütfen dürüst olunsun. Artık yeter!
Torunlar vatansever, akıllı, başarılı dedelerinin, ninelerinin izinden gitmemiş, değerlerin ucunu kaçırmış olabilir. Çağın gereklerini yerine getirememiş olabilirler. Halkına, askerine, hekimine, sanatçısına, aydın âlimine değil ulemaya kulak kabartmış olabilirler. Ne diyorum hep optimum denge sağlıklı yaşatır, kötü bakterileri ümmin sistemini tehlikeye atacak şekilde artırmamalı. Türk’ün fıtratındaki laikliğin özünden kopup endazeyi bozmamalı. Ha belki de dost ile düşmanı ayırt edememiş de olunabilir. Koynunda dost diye yılan beslenmiş de olabilir.
Neden ömrünü milletine adamış, önce Devletim demiş şerefli Türk subayları kumpas davalarla görevlerinden uzaklaştırıldı? 15 Temmuz 2016 hainlerin darbe girişimi sonrası şerefli Türk Komutanları neden pasif görevlere atandı veya emekli edildi? Pırıl pırıl Öğretmenlerimiz neden neslini yetiştirmek için can atarken görevlerine atanmıyor? Niye Atatürk gibi sadece milletini sevenler, neslini düşünenler görevlerinden uzaklaşsın diye baskı görüyor? Milletimizin efendisi Köylümüz neden en basit taleplerine ulaşamıyor? Neden en iyi hekimlerimiz tırpanlanıyor? Niye milletimin sesi duyulmuyor? Niye Zaferlerimiz olan Bayramlarımız yıllardır kutlanmıyor? Bunların cevaplarını aramalı.
Bunlar olmasın diye ne yapıyoruz dönüp tarihimize bakıyoruz. Ve ne yapıyoruz. Uyanık oluyoruz…
Benim canım milletim. Büyük oyunu anlamak lâzım. Bugünle geçmiş arasında mekik dokumaya çalışan bu yazıyla amaç, geçmişin geleceğin öğretmeni olduğu idi. Umarım anlaşılabilmişimdir.
Tarih hain Ali Kemalleri gördü. Gereken dersi verdi. Elbet tarihte yeni Ali Kemaller de haber(!) olacaktır.
Bozarız biz ‘y, z, w’ olarak bu ‘a, b, c’lerin kokuşmuş, senaryosu eskimiş oyunlarını.
Türk milletinin vatansever hakimine, yiğit askerine, öğretmenine, köylüsüne, hekimine, asil milletine selam olsun. İyi ki varsınız.
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimiz kutludur. Her daim kutlu kalacak. Bu sözümüz, gelmiş geçmiş tüm Kahraman Şehitlerimize, ecdadımıza andımızdır. Daima bu kutlu Zaferleriyle bizlerle nesilden nesile var olacaklardır.
Bu makalenin bazı bölümlerinde; Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, Kaynak Yayınları / Musa Şaşmaz, İngiliz Konsolosları ve Ermenilerin Katliamı İddiaları (1878-1914), Atatürk Araştırma Merkezi, 2013 / Hüseyin Özbek, Utancı Anıtlaştırmak, Doğu Kitabevi, 2021 kitaplarından istifade edilmiştir.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.