“Buenos Aires, İspanyolca “Güzel Havalar” demek. 10 Şubat 2013 günü, THY ile İstanbul’dan havalandıktan yaklaşık 17 saat sonra Güney Amerika sergüzeştinin başlangıç noktası “Ministro Pistarini” Havaalanı’na indiğimizde gece yarısına çok az kalmıştı. Türkiye’deki buz gibi kış şartlarının ardından, daha ilk anda “Hoşgeldin!” diyen tatlı, sıcak yaz havası bile mutlu olmama yetmişti. Dört ay sürecek macera başlıyordu. Okuduğum tehlike hikâyelerinden sonra havaalanından şehre geliş, kafamdaki ilk büyük sınavdı. Valizlerin geçtiği kocaman X-Ray cihazlarına giden sırada, Brezilyalı Ricardo ve eşiyle yavaş ilerleyen kuyruktaydık. Ricardo, şehre gidecekleri rezervasyonlu bir taksinin onları beklediğini, birlikte merkeze gidebileceğimizi söyledi. 42 Amerikan Dolarlık ücreti yarı yarıya paylaşacaktık. Havaalanının dışında taksiye yürürken içim kıpır kıpırdı. Yaklaşık bir saatlik taksi yolculuğu sonrasında, Ricardo ve eşini bırakmak üzere “Avenue 9 de Julio” nam-ı diğer 9 Temmuz Caddesi’ndeki Republica Oteli’ne geldik. Kıtadaki ilk anı fotoğrafından sonra, taksici Pablo ile Couchsurfing üzerinden beni kabul eden Graciela’nın beklemekte olduğu, Sarandi Caddesi’ne ulaştık. Yolda Pablo ile konuşmaya çalıştım. Çalıştım diyorum çünkü temel İspanyolca bilgim olmasına karşın sahada nutkum tutulmuştu. Bir iletişim kurmuştuk ama bu, konuşmaktan ziyade pantomim, jest, mimik ve insani sıcaklık bazındaydı.”1
Dört ay geçirdiğim Güney Amerika gezimin ilk adımlarını attığım Buenos Aires’e indiğimdeki durumu kitabıma1 yukarıdaki şekilde yansıtmıştım. Buenos Aires yani adı üzerinde “Güzel Havalar” çok heyecan verici bir başlangıç olmuştu. Güney Amerika’da kurulmuş bir Avrupa kenti gibiydi Buenos Aires. Kendimi zaman zaman Fransa ve İtalya’da geziyor sanmıştım, ki bu hissi doğuran İtalyan ve Fransız kökleri yoğun bir kent olmasıydı. Zira bir göçmenler ülkesi olan Arjantin’in ağırlıklı nüfusu bu ülkelerden gelmiş.

“Porteño” (Portenyo)…
Buenos Airesliler kendilerine “Porteño” diyorlar. “Limanlı, limanın insanı” demek geliyor benim içimden. Sözlüğe baktığınızdaysa “Porteño, Arjantinliler için, Buenos Airesli demek. Kendilerini genelde ayrı bir konuma getiren bir niteleme sanıyorum. Hoşlanıyorlar bu farklılıktan. Konuşmaları da farklı telaffuza sahip bir İspanyolca. Normal İspanyolcayı da bu Porteño konuşmasını da seviyorum ben. Güney Amerika’yı işgal edenlerin İspanya’nın Kastilla Bölgesi’nden olmaları nedeniyle bu kıtada konuşulan dile “Castellano” (Kasteyyano) deniyor. Bolivya ve Peru’da konuşulan dil, doğru ve temiz bir İspanyolca. Castellano’da LL, YY okunurken, “Porteño”lar aynı LL’yi ŞŞ olarak söylüyor. Yani Türkçe söylenişi ile “Kasteyyano” iken burada “Kasteşşano” dediklerini duyacaksınız. Aynı mantıkla tavuk demek olan pollo’yu “poyyo” değil de “poşşo” olarak telaffuz etmez veya bu anlayışta dinlemezseniz, ilk anda anlatma ve anlamada sıkıntı yaşayabilirsiniz. Benim bu güzel kenti öylesine sevesim varmış ki konuşmasına, tavırlarına takılmadan ruhuma sıcak hisler veren bu kentte güzel günler geçirdim.
Buenos Aires denince aklıma ilk gelenlerin başında Tango oluyor tabii ki.
Buenos Aires ve Tango…
Tango harika bir müzik ve buna eşlik eden özel bir dans. Buenos Aires tangonun 19’uncu yüzyılda doğduğu iki kentten biri. Yeni ve daha iyi bir hayat arayışı ile Avrupa’dan göçmüş değişik kökenlere sahip kederli insanların müziği tangonun filizlendiği diğer kent ise Uruguay’daki Montevideo şehri.
Bu iki kentte eş zamanlı olarak doğan tango, o dönemde bir parça eğlenmek isteyen, görece alt seviyedeki insanların hayatı çekilir bir hâle getirmek için sarıldıkları bir oluşum. Özellikle Buenos Aires’in liman bölgesi Boca’nın barlarında bir tür akordiyon olan bandaneon’un önderlik ettiği bu yeni müzik, kadın ve erkeği fazlaca yaklaştıran dansıyla önceleri halk arasında pek kabul görmese de zamanla dünya çapında bir duygu, tutku müziği olmuş. Carlos Gardel’den Astor Piazzola’ya uzanan bir yelpazede adeta Buenos Aires’in tarihini tangolarla izlemek mümkün.
Tabii ki tangonun doğuş noktası Boca deyince günümüzün bu turistik mekânına da bir göz atmamız gerekiyor.

La Boca, El Caminito ve Boca Juniors…
İspanyolca “La Boca”, “ağız” demek. Canlı, rengârenk, fotoğraflanması keyifli, fakir, futbol ve tango ile özdeşleşmiş turistik liman mahallesi. Buenos Aires’in en öncelikli turistik noktası.
El Caminito, Boca’da kısacık fakat dünyaca ünlü bir sokak. Buenos Aires’e ilişkin rengârenk evlerin göründüğü bir fotoğraf hatırlıyorsanız, işte orası kesinlikle burasıdır. Sokağın başında her daim turistlerle tango kostümleriyle fotoğraf çektiren sokak performansçıları bulunuyor, sokak boyunca tezgâhlarda birbirinden renkli resimler satılıyor. Buradaki tuğlalar bile klasik renklerine bırakılmamış, sarıya, maviye, beyaza, kırmızıya boyanmış. Sağda solda eski liman bölgesini hatırlatan heykeller var. Bazen yakın, bazen uzaktan size ulaşan bandoneon ağırlıklı tango melodileri ve köşede bir falcı. Buenos Aires’e gelenler tarafından en fazla ziyaret edilen ve fotoğraflanan bölge El Caminito.
Boca deyince tangonun yanına bir de futbol ekleniyor. Çılgın taraftarlarıyla “Boca Juniors” bu mahalleden çıkmış bir takım. Boca’da El Caminito’nun hemen arka sokakları rengin ve coşkunun hızlıca yok olduğu, apayrı virane görüntüsünde. Kırık dökük camlı evler, terk edilmişe yakın görüntüler. Evsizlerin dolaştığı, pejmürde, sefil bir hayat başlıyor. Zaten El Caminito’dan uzaklaştıkça kendinizi çok güvende hissetmiyorsunuz. Terk edilmiş izlenimi veren, bakımsız yerler bu arka sokaklar. Boca semtinin ünlü takımı “Boca Juniors”, yani “Boca Gençlik” o asi ruhunu buralardan alıyor. Takımın efsanevi stadı “La Bombonera”ya bu ara ve arka sokaklar dan yürünerek ulaşılıyor.
Yakın tarihe gelindiğinde ise iki mekân Buenos Aires’in kalbi niteliğinde. Bunlar Mayıs Meydanı “Plaza del Mayo” ve orada Eva Peron’un balkonundan “Arjantin bana ağlama!” konuşmasını yaptığı devlet başkanlığı konutu Pembe Ev “Casa Rosada”.
Mayıs Meydanı “Plaza del Mayo” ve Pembe Ev “Casa Rosada”…
1800’lü yıllarda, şimdiki Arjantin, Uruguay, Paraguay ve Bolivya topraklarının tümünü kapsayan “Rio de Plata Genel Valiliği”, İspanyol bir genel vali tarafından yönetiliyormuş. Tüm Güney Amerika ülkelerinin bağımsızlıklarının yolunu açacak süreç; Arjantin’de kurulan “Birinci Cunta İdaresi”, ardından diğer ülkelerin bağımsızlıklarını ilân etmesiyle başlamış. Mayıs Meydanı, Arjantin politik tarihinin şekillendiği ve kritik gelişmelerin yaşandığı bir bölge. Zaman zaman liderlerin halkla buluştuğu, halkın orduyla karşılaştığı bir yer olmuş. Baskı dönemlerinde evlatları ortadan yok olan annelerin her cumartesi seslerini duyurmak için bir araya geldikleri, Buenos Aires’in en merkezi buluşma noktası Plaza del Mayo’ya Arjantin İspanyolcasıyla “Plaza del Maşo” diyorlar. Yerlerde “Cumartesi Anneleri”nin başörtüsü figürleri, genelde bir gösteri veya protestonun gerçekleştiği, sürekli slogan panolarının bulunduğu, sizlerle birlikte dolaşan güvercinlerin eksik olmadığı, her zaman yaşayan önemli bir meydan “Plaza del Mayo”. Buenos Aires’in Taksim’i diyorum ben. Yaşananlarla da özdeş. Meydanın etrafındaki tarihi görünümlü, Avrupa mimarisi binalar bugünün devlet daireleri.

Meydan çevresinde bulunan banklardan birine oturup etrafı, gelip geçenleri seyrediyordum. Tarihin ortasında, Buenos Aires’in merkezinde, geçmişin ruhunu hissetmemek mümkün değil. Yolumu sık sık bu meydandan geçirip oturduğum banklarda etrafı incelemek her seferinde hoşuma gidiyordu. Zaten çok merkezi olduğundan, birçok yere buradan gidiliyor ya da yollar Plaza del Mayo’ya çıkıyor. Bir seferinde burada gün batımına yakın bir saatte bayrak törenine rast geldim. Anıtkabir’de gördüğüm törenleri düşününce oldukça yumuşak çizgili ve sade bir askerî seremoniydi. Eva Peron’un hastalığının son evresinde, “Benim için ağlama Arjantin!” halka veda konuşmasını yaptığı “Casa Rosada” da bu meydanda.
Tarihi, kültürel ve sportif özellikleriyle daha birçok mekânı var Buenos Aires’in. Fırsatınız olursa gezilmesi ve görülmesinin heyecan vereceği bir kent burası. Buram buram 19’uncu yüzyıl Avrupa mimarisi içinde ve tarih içinde adım atar hissiyle zevkle dolaşacağınız bir gezi noktası olacağına eminim.
Sağlık, huzur, mutluluk ve sevgiyle kalın.
(E-kitap, Gürcan Elbek)
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.