Mutlu yıllar, iyi dilekler, hoş laflar, boş umutlar… Beklentilerimizi ilahi makamlara ilettik rüya formatında geri döndü, hayal kırıklıklarını toprağa gömdük zombileşip karşımıza çıktı, iyi dileklerimizi paylaştık kırıntıları kimseyi doyurmadı. Mutsuz ama umut dolu, kararlı ama kaygı doluyuz; peki bu duygularla ne yapacağız?
Ocak ayı… Yeni bir yılın ilk günleri… İçimiz kıpır kıpır, sağımız solumuz sabır ama aslında ufukta heyecan bile yok. Yine de herkesin içinde bir umut. Dayanağı yok ama bir umut işte: Her şey daha güzel olacak. Neden? Kısa süre önce hepimiz birbirimize iyi yıllar diledik diye mi? Doğruları konuşalım. Gerçekleşen dileklerden çok hayal kırıklıklarıyla dolu hayatlarımız. Ama olsun, yine de duygularımıza bir şans tanıyalım.
Hayaller nasıl kırılır
Hayal kırıklığı planlanan, gerçekleşeceğine inandığımız bir şeyin olmaması demek gibi gözükse de kabul edelim ki, aslında daha hüzün dolu bir içerik taşıyor. Tiffany Watt Smith Duygular Sözlüğü’nde, bunu beklenmedik bir örnekle anlatıyor. Hayal kırıklığını en iyi köpek sahiplerinin anlayacağını yazıp Charles Darwin’in köpeğini örnek veriyor.
Bob adındaki bu labrador, her köpek gibi yürüyüşe çıkartılmayı severmiş, Darwin ne zaman Down House bahçelerine doğru yola çıksa uzun bir yürüyüş beklentisiyle takılırmış onun peşine. Ancak Darwin bazen sadece deneysel bitkilerine bakmaya gittiği için seranın kapısında boşa umutlandığını anlar, hayal kırıklığı içinde kulaklarını devirir, vücudu çöker, başı aşağı inermiş. Darwin Ailesi Bob’un bu haline “sera yüzü” adını koymuş. Darwin’e bakılırsa Bob’un hayal kırıklığı büyük ölçüde kafa karışıklığından kaynaklanıyormuş, yani yürümeye devam edip etmeyeceğini bilmemesinden…
Watt Smith de kafa karışıklığı konusunda aynı fikirde. “Hayal kırıklığı sadece üzüntü izleri bırakmıyor” diyor. “Kafa karışıklığı hissettiriyor ve hayatın baştan şekillendirilmesini gerektirecek yorucu bir ihtimal ortaya çıkıyor.” Ancak ne yazık ki biz, genellikle hayatımızı yeniden şekillendirmek yerine, hayal kırıklığımızı sırtımıza alıp onunla yaşamayı seçiyoruz.
Tam bu nedenle umut da hayal kırıklığı ile birlikte anılacak duygulardan biri herhalde. Özellikle yetersizlik ve çaresizlik anlarında ortaya çıkıyor. Bir de geçmişteki tatminsizlikleri telafi etme isteğinin yoğunlaştığı zamanlarda elbette. Yeni yılda, yıldönümlerinde, sonrası belirsiz dönemlerin başlangıçlarında mutluluk dileklerimiz bu nedenle biraz da.
Mutluluk bir his mi, bir hâl mi?
Emile Durkheim “Hep bütün umudunu geleceğe bağlayan ve gözlerini geleceğe dikerek yaşayan insanın geçmişinde şimdinin üzüntülerine karşı onu rahatlatacak hiçbir şey yoktur” diyor. “Çünkü geçmiş onun için alelacele deneyimlenmiş aşamalardan başka bir şey değildir. Onu kendine kör eden, şimdiye kadar kaçırdığı mutluluğu daha ileride bulma beklentisidir.” Durkheim’ın sözlerinin benim zihnimdeki devamı, mutluluğu geleceğe havale etmememiz gerektiği yönünde. Eğer mutluluğu geleceğe dair bir beklenti olarak görürsek bu, ona hiç ulaşamayabileceğimiz anlamına geliyor. Zaten mutlu olmak mevcut dünya düzeninde o kadar zor ki… Mutluluğun peşinden koşup yakalanacak bir şey olmadığını düşünen John Stuart Mill’in sözünü hatırlayalım: Kendinize mutlu olup olmadığınızı sorun; mutlu olmayı bırakırsınız.
Ancak yanlış anlaşılmasın; söylemek istediğimiz bugün mutlu olmak adına geleceği umursamamak değil. Bugün de mutlu olmanın yollarını bulmak zorunda oluşumuzdan bahsediyorum sadece. Mutluluk sadece gelecekten beklenecek bir şey olmamalı.
Sara Ahmed’in Mutluluk Vaadi adlı kitabında söylediklerini anmak lâzım burada. Ahmed, P. D. James’in romanından uyarlanan, 2006 yapımı meşhur bir filmin, Türkiye’de Son Umut adıyla oynayan Children of Men’in analizini yaparken şöyle diyordu. “Film… bize hem geleceğin kaybedilebileceğini hem de geleceğin kaybedilecek bir şey olduğunu düşünmezsek geleceği kaybedebileceğimizi gösteriyor.” O halde gelecek için bugün savaşmalıyız. Umudumuz yarına dair olmamalı, bugünü kapsamalı.
Tiffany Watt Smith’e bakarsak, mutluluk, son 200 yılda, diğer duygular gibi, bazen hissedilen bazen hissedilmeyen bir durum ya da hâl anlamında kullanılıyor. Hatta her zaman tercih edilmediğini de söylemek mümkün. Duygular Sözlüğü’nde “Journal of Happiness”a referans veriliyor. Araştırmacıların her kültürün mutluluğu kayıtsız şartsız tercih etmediğini belirlediği anlatılıyor. Mesela, Yeni Zelandalıların her çıkışın bir inişi vardır ilkesi nedeniyle mutluluğa dair “gergin” olmaları bu yüzden. O halde kendimiz ve sevdiklerimiz, halkımız ve diğer toplumlar için temennilerimize dikkat edelim. Hiç olmazsa Yeni Zelanda için dileklerimizi dile getirmeden önce gözden geçirelim.
Kaygılıyım, demek ki varım
İlk bakışta Woody Allen filmlerinden fırlamış bir karakterle aynı histe olmak keyifli gözükebilir ama biliyoruz ki daimî kaygı içinde yaşamak hiç de hoş değil. Geleceğe baktığında sürekli en kötü senaryoyu görüp karanlıkta kaybolmaktansa olası güzellikleri görmek daha iyi. Fakat günümüzün dünyasında sürdüğümüz hayat bir kaygı fabrikası sanki, üretiyor da üretiyor. Psikiyatrinin tanı koymaya yarayan kutsal kitabı DSM V’te 12 farklı kaygı biçiminden söz ediliyor. Kaygı bozukluğu günümüzde en fazla koyulan psikolojik teşhislerden biri.
İnsanı içten içe yiyen bu meseleye filozof Soren Kierkegaard’ın gözünden bakmak durumu ne kadar kurtarır bilinmez ama denemekten zarar çıkmaz. Yine de bu önerimizi Watt Smith duymasın. Ona bakılırsa, Kierkegaard’ın Türkçeye Kaygı Kavramı adıyla çevrilen kitabı “o kadar labirent gibi ki okumaya çalışmak bile insanda kaygı yaratıyor”.
Bununla birlikte “Sadece en ruhsuzlar kaygısız yaşar” diyen Kierkegaard’ı görmezden gelmiyor. Ona göre bu ünlü filozof kaygının “seçimlerimizde tamamen özgür, sonuçlardan da tamamen sorumlu olduğumuzu fark edince gösterilmesi uygun olan tepki olduğunu” savunuyordu. “O nedenle muhtemelen, bugün özgürlüğün kanıtı olarak görmek yerine, kaygıyla, kurtulunması gereken bir şey olarak başettiğimizi görse endişelenirdi.”
Duygular gelecekten önce gelir
Tarih duygularımızı yorumlayan, tanımlayan filozoflar, bilim insanlarıyla dolu. İstediğimize göz kırpmak, istediğimizin düşünceleriyle yolumuzu açmak elimizde. Sonuçta mutluluk, hayal kırıklığı, kaygı hep hayatımızın içinde olacak elbette. Ama işte, onları bize dayatılan biçimiyle kavramak, yaşamak zorunda değiliz.
İşin doğrusu şu ki, hayallerimizin neresinden kırıldığını tespit etmezsek, kaygılarımızı dönüştürmezsek, mutluluğu beklemekten yaşamaya fırsat bulamazsak o çok istediğimiz “umut dolu geleceğimiz” gelse ne olur gelmese ne olur!
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.