Şiddet bir kere meşru kabul edildi mi ne kendisi ne etkisi hayatımızdan yok olmaz. Martin Luther King Jr. ne demişti: Bugün artık yapılacak seçim şiddet ile şiddetsizlik arasında değildir. Şiddetsizlik ile varolmayış arasındadır
Darren Olridge İnsanlığın Garip Tarihi kitabında, bir kurtadama dönüşmek için ne yapılması gerektiğinin “Bite Me” (Isır Beni) adlı dergiden öğrenilebileceğini söyler. Derginin Mayıs 2001 sayısında insanın kurda dönüşme süreci anlatılırken söz konusu dönüşüm için en güvenilir yollar yazılmıştı. Şeytanla anlaşma yapmak gibi eskiden beri bilinen yöntemlerin yanı sıra kesinlik içeren bir öneri daha vardı: Bir kurtadam tarafından ısırılmak. Bir mizah dergisi olan Bite Me’den Olridge’ın iğneleyici kalemiyle aktaralım: “İnsanlık durağından kalkıyor, sonra kurtluk üzerinden kana susamışlığa, oradan da insanlığa, sonra kana susamışlığa! Evet kalkıyor, dışarıda yolcu kalmasın lütfen!”
Kurtadamlara mantıklı bir açıklama arayan eski dönemlerin aydın insanları arasında, bu tip vahşi dönüşümlerin “uygar insanın içinde saklı olan hayvani isteklerden kaynaklandığını” iddia edenler olmuştu. Ancak insanın da diğer etoburlar gibi öldürme güdüleri olduğunu, vahşetin buradan kaynaklandığını söylemek o devirlerde bile ne derece tatmin ediciydi bilinmez.
Keza, cadılık ve cadı avına büyük ilgi duyan, İskoçya ve İngiltere’nin krallarından VI. James gibi meseleyi bir tür taklit olarak açıklamak da akla pek uygun değil. Jameslerin altıncısı insanların kurda dönüşmediğini, bazı insanların kendilerini at ya da başka hayvanlar olarak görmesi gibi, bunun da doğal bir melankoli hâlinden kaynakladığını düşünüyormuş. “Bu durum bazılarının hayal güçlerini ve hafızalarını o kadar karıştırmış ki o kişiler zamanı geldiğinde kendilerini gerçekten birer kurtadam olarak görmüş ve hatta kurtların hareketlerini taklit etmişlerdir.”
Olridge sözünü ettiğimiz derginin kurtadamlara dair “modern” bir görüşü olduğunu savunur kitabında mizahi bir vurguyla. Ona göre Bite Me dergisi, insanların hayvana dönüşmesinin olanaksız olduğunun farkındadır.
Evet, insan hayvana dönüşemez. Peki ama cümleyi farklı kurarsak da aynı noktaya ulaşabilir miyiz? Cümledeki insan kelimesini sabit tutup hayvanları azat edelim ve şöyle soralım: İnsanların insanlıktan çıkması mümkün müdür? Ne yazık ki tarih bize olumlu bir cevap vermek için çok sayıda kanıt sunabilir.
“Savunma hakkı”
O halde, Orta Çağ’da fantastik yaratıklarla uğraşır gibi düşünmekten uzak durmalı, şiddete mantıklı ve meşru gerekçeler aramamalıyız. Aksine, insanlıktan çıkmanın yıkıcı sonuçlarının önünü almak için ısrarla sormaya devam etmeliyiz: İnsanların bir kısmı neden öldürmeyi, yok etmeyi, savaşları ve ölümcül sonuçlarını kabul edilebilir bulur? Byung-Chul Han Şiddetin Topolojisi isimli kitabında, başka düşünürlerin fikirlerini değerlendirirken “küresel kapitalistneoliberal sistem gerçekte insan soyunun kendisine karşı savaştığı çatışmacı bir iç mekânıdır dünyanın” der. “Savaş her bir insanın ruhuna doğru uzuyor, genişliyor. İnsan yalnız ötekilerle değil, özellikle kendine karşı savaşmaktadır.”
Han’ın sözleri vesilesiyle dünyadaki mevcut düzenin savaşları ve dahi katliamları beraberinde taşıdığını hatırlamanın zamanı. Tabii şiddet yanlıları ve/ veya herhangi bir nedenle şiddet biçimlerini meşru görenleri ikna etmek zor. Onlar kendilerini inandırdıkları, inanmak istedikleri argümanlara neredeyse adanmış hâldeler. Günümüzde şiddete mazeret olsun diye hâlâ yutturulmaya çalışılan “savunma hakkı” gibi ifadeler mesela…
Bilim dünyasının bilinen isimlerinden Profesör Jared Diamond’ın ünlü kitabı Üçüncü Şempanze’de verdiği örnekteki tavır hâlen geçerliliğini koruyor maalesef. Avustralyalıların “kanlı tarihlerine karşı tavırları” farklılık gösterir der Diamond. Birçok beyazın Aborjinlere yönelik sempatisine rağmen çok sayıda beyazın da soykırımın sorumluluğunu almak istemediğini anlatır. 1982’de, ülkenin başlıca haber dergilerinden birinde, The Bulletin’de yayımlanan, beyaz yerleşimcilerin Tazmanyalıları yok ettiğini öfkeli bir biçimde inkâr eden bir mektubu örnek verir… Patricia Cobern mektubunda, beyaz yerleşimcilerin barışsever insanlar olduğunu iddia etmekteydi. Ona kalırsa katliam yapanlar Tazmanyalılardı. “Tazmanyalılar hain, kanlı, savaş yanlısı, iğrenç, açgözlü, parazitli ve frengi yüzünden şekilleri bozulmuş insanlardı. (…) Bu kötü sağlık uygulamaları ve ölüm arzuları nedeniyle öldüler ve dini inançları yoktu. Binlerce yıl orada var olduktan sonra, tam da yeni yerleşimcilerle çatıştıkları zaman ölmeleri yalnızca tesadüftü. Yerleşimcilere katliam yapanlar Tazmanyalılardı, tersi söz konusu değildi. Ayrıca yerleşimciler sadece kendilerini savunmak için silahlanmışlardı, yoksa silahlara yabancıydılar ve bir kerede kırk bir Tazmanyalıdan daha fazlasına ateş etmemişlerdi.”
Kendini üreten şiddet
Şiddetsizliğin Gücü adlı çalışmasında Judith Butler, şiddetin sadece geçici bir taktik ya da alet olduğunu iddia edenlere sorar. “Aletler kullanıcılarını kullanabilirse ve şiddet de bir aletse, şiddetin kullanıcısını kullanabileceği sonucu doğmaz mı? Alet olarak şiddet, daha biri onu alet etmeden dünyada işler haldedir…”
Butler şiddet kullanımının şiddetsiz bir amaca ulaşmada araç olabileceği gibi davranmanın dünyaya sadece daha çok şiddet getireceğini anlatır. “Herhangi birimiz şiddet edimlerinde bulunduğumuzda, bu edimler itibarıyla ve sayesinde daha şedit bir dünya inşa ediyoruzdur.”
Bugün Orta Doğu’da yaşanan savaştan yıllar önce yazdığı “Yasın ve Şiddetin Gücü” alt başlıklı Kırılgan Hayat kitabında Butler, mağdur konumunun kimsenin tekelinde olmadığından söz eder. “Mağdur çabucak yer değiştirebilecek bir terim, dakikadan dakikaya intihar bombacıları tarafından bir otobüste gaddarca öldürülen bir Yahudi’den İsrail askerlerinin açtığı ateşle gaddarca öldürülen Filistinli çocuğa geçebilir.”
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.