Dünya denizciliğinin yaşam fonksiyonları iki temel ihtiyaca dayanır. Birincisi deniz taşımacılığına olan taleptir ve gelişmiş ülkelerin ekonomik güçleri ile doğrudan bağlantılıdır. Bu bağlamda, 1960’lardan bu yana önce Vietnam Savaşı, 1970’lerde Japonya’nın endüstriyel sıçraması, 1980 finansal krizi ve Körfez Savaşı gibi tüm dünya ekonomilerini öyle veya böyle etkileyen birçok olay yaşanmıştır. Ancak, bunların hiçbirisi Çin’in son 10 yıl içinde yaptığı sıçramanın yarattığı etki kadar güçlü olmamıştır. Kısacası, Çin’in bu gelişmesinin dünya denizcilik sektörü için büyük bir ikramiye olduğunu söyleyebiliriz.
İkincisi ise sermaye ve operasyonel maliyetler için sektörün duyduğu finans ihtiyacıdır. Ne var ki son iki yıldır yaşanılan kriz birçok çevrede ve de genelde “finansal kriz” olarak adlandırılsa da, aslında “krizin nedeni” sorusunu tam olarak tarifleyememekte, açıklayamamaktadır. Her ne kadar ABD perakende sektörü için yapılan 2010 yılı analizlerinde bir düzelme olasılığı bekleniyorsa da, gerek finans ihtiyacı gerekse ülke ekonomileri açısından zorluklarla dolu günler hala devam etmektedir.
İnsanoğlu unutur
2000’den bu yana finansal ihtiyaç alanında denizcilik sektörü neler yaşadı, ona göz atmakta yarar var diye düşünüyorum. Bankaların fonlara olan talebi yükseltmeleri ucuz para sağlanmasına imkân tanıdı ki bu para da kredi olarak sektörlerce kullanıldı. Bunun sonucunda navlunlar, gemi bedelleri ile gemi inşası 2006 – 2007 yıllarında inanılmaz şekilde yükseldi ve arz – talep dengesi olumsuz etkilendi. Günümüzde ise çeşitli tartışma ortamlarında, düzenlenen panellerde sektörün ne zaman düzlüğe çıkacağı, hangi tedbirlerin alınması gerektiği gibi konular görüşülür oldu.
Bana göre aslında sorulması gereken soru şu: “Bu günlere neden ve nasıl gelindi?” Bu soruyu karşılamaya yönelik sayısız fikir üretildiğini biliyoruz ve elbette gelecek yıllarda yazılacak ekonomi kitaplarında 2008 krizi çok daha ciddi biçimde masaya yatırılacak, çeşitli analizler yayınlanacaktır. Ben, halen etkisini sürdüren bu krizin nedenlerini, sizleri rakamlara ya da tablolara boğmadan, bir kısım ekonomistin önemle üzerinde durdukları farklı bir bakış açısıyla değerlendirmekte yarar görüyorum.
“Efsane Başkan”ın mirası
Büyük Buhran’da en büyük vurgunu ABD yemişti. En küçüğünden en büyüğüne sayısız şirket iflas etmiş, bankalar batmış, işsizlik alıp başını gitmiş, intiharlar adeta salgın halini almıştı. Krizin temel nedenlerinden birisi bankaların hem yatırım hem de ticari banka işlevini görmeleriydi.
Senatör Carter Glass ve Senatör Henry Steagall’ın çabaları ile 1933’de yine adlarıyla anılan ve ABD bankacılık sistemini temelinden değiştiren “Glass-Steagall Yasası” kongreden geçti. Glass-Steagall; ticari bankacılığı brokerlik/yatırım bankacılığından ayırıyordu. Her iki aktivite içinde bulunan herhangi bir finansal kurum ya iki ayrı kuruma dönüşmeli ya da bir aktiviteyi tercih etmeliydi. İki senatörün de çıkış noktası yatırım bankacılığı (ve sigorta) ile ticari bankacılığın aynı ellerde bulunmasıyla bir kurumun elinde çok güç toplanacak olması, bunun da ABD finans sisteminin belli kurumların güdümüne gireceği endişesiydi. İkincil olarak, yatırım bankacılığı ile ticari bankacılığı bünyesinde barındıran bir banka, eşyanın tabiatı gereği, elindeki değerleri en fazla getiri sağlayacak yatırım enstrumanında kullanacaktır ki bu durum bankacılığın temel ilkelerini ihlal etmek demektir. Lütfen “bu tarih dersine ne gerek var” denilmesin. 77 yıl öncesine göz atmamızın bir nedeni var ve tamamlayıcı bilgi olarak bir ufak bilgi kırıntısı daha aktaracağım izninizle.
6 Mart 1926’da, yani Büyük Buhran’ın patlamasından üç yıl önce, New York’ta yaşayan Macar bir ailenin çocuğu oldu; Alan Greenspan. ABD ekonomi dünyasının çeşitli basamaklarını başarıyla atlayan Alan Greenspan, 1987’de Başkan Ronald Reagan tarafından ABD Merkez Bankası (FED) başkanlığına atandı. Dünyanın hemen hemen tüm ekonomi kariyeristlerince “Efsane Başkan” olarak tanımlanan Greenspan’in her sözü 19 yıl yürüttüğü başkanlığı sırasında bankacılar, brokerler vb. için adeta tanrı kelamı gibiydi.
“Efsane Başkan” ABD bankalarının dev firmalar ile rekabet edebilmesi için serbest pazarın kendi kendini düzenleyebileceğini, devletin ya da merkez bankalarının müdahalesinin gereksiz olduğu temel görüşüne sahip bir başkandı. Yukarıda adı geçen iki senatörün aksine, dev finansal kurumlar yaratılmasını benimsiyordu. Greenspan 66 yıldır uygulanan, çeşitli tarihlerde 12 defa kaldırılmasına teşebbüs edilen “Glass-Steagall Yasası”nı Başkan Clinton zamanında, 1999’da uygulamadan kaldırılmasında en etkin isimdi.
Buyurun cenaze namazına
Yasanın kalkmasıyla birlikte ticari bankalar ve sigorta şirketleri yatırım bankalarının geleneksel işlerine girerek yatırım bankacılığındaki rekabeti artırdılar. Artan rekabet ile yatırım bankaları yeni yatırım ürünleri yaratmak zorunda kaldılar. Borç/sermaye oranları gözardı edilerek yüksek olan yatırım araçlarının kullanımına yöneldiler. Ancak uygulamada yatırım bankaları yalnızca kendi risklerini hesaplayacaklar ve olası bir çöküşten etkilenecek diğer kuruluşların karşılaşabilecekleri risklere gözlerini kapatacaklardı.
Bütün bunların ötesinde, ABD Merkez Bankası’nın sürekli faiz indirimi ticaret erbabının ve tüketicilerin ucuz kredi kullanmalarına olanak veriyordu. Dolayısıyla, artan borçların ödenmesi için kısa dönemdeki karlılık daha fazla önem kazandı ve yüksek ticaret hacmine bağlı olarak büyük karlar elde edildi. Öte yandan, eş zamanda denetimi az olan tezgahüstü piyasadaki (OTC) işlem hacmi artışa devam etti. Öyle ki, OTC’de yapılan işlemler günlük dünya ticaretinin 20 katına kadar çıkması zararın paketlenerek sürekli el değiştirmesine neden oluyordu. Kısaca söylemek gerekirse; borçlar sermayeyi yemeye başladı.
Krize giden yıllarda ABD sisteminin rekabetine dayanamayan birçok AB ülkesi de aynı yolu izlemeye başlayınca sonun başlangıcına gelindi. İnsanoğlunun aç gözlülüğü mantığı da, tedbirli olmayı da, ekonominin olmazsa olmazlarını uygulamayı da yenmeyi başarmıştı. İnsan ister istemez ünlü ABD’li yatırımcı Warren Buffett’ın “Başkaları tamahkâr olduğunda korkak ve sadece korkak olduğunda açgözlü ol” sözünü hatırlıyor. Buffett’ın “karsız iş yapın” demesi mümkün olamayacağına göre, para piyasalarını yönetenlerin tamahkâr değil, hesaplı hareket etmeleri gerektiğini iki yıldır yaşanılan küresel kriz bir kere daha gösterdi diyerek noktayı koyalım.