Gelecek; güçsüzler için ulaşılmaz, korkaklar için bilinmezlik, cesurlar için ise şanstır

Deniz Mehmet Irak

dmehmetirak@marinedealnews.com

Ne demişti Napolyon, “para para para…”

Lakin bizim gibi “bir lokma bir hırka” kültürü ile yetişen bir ulus için para kazanmak, ticaret yapmak hep zor oldu. Bu nedenle midir bilmem, ancak kendi topraklarında dahi ticareti Yahudiler’e ve Rumlar’a bırakan bir neslin evladıyız. Bir ülke düşünün ki, Cumhuriyeti ilan ettiğinde sermaye sınıfı olmasın!

Din-Ticaret ilişkisi bu anlamda ulusların genetiklerini hep etkiledi. Bizde sermaye sınıfı yokken, büyük sermaye sahiplerinin Protestan olması tesadüfle açıklanamaz sanırım!

Max Weber “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu” isimli kitabında bu tespiti aşağıdaki cümlesiyle ifade ediyor:

“Almanya’daki Katolik kongrelerinde tartışma yaratan iş önderlerinin ve sermaye sahiplerinin, uzman işgücünün yüksek tabakasındakilerin ve hatta çağdaş girişimlerde çalışan yüksek teknik ve ticari eğitime sahip personelin çok büyük bir kısmının Protestan olduğu gün ışığına çıkmaktadır.”

Ancak bu sürecin tamamlandığı inancındayım. Bugün ülkemizde ticaretle uğraşan ve kendini muhafazakâr İslamcı olarak niteleyen bir sınıf mevcut.

En azından toplumun bir kesiminde tarihten gelen ticarete uzak durma algısı kırılmış durumda!

Ve an itibariyle Türk ekonomisi neoliberal düzenin tam ortasında.

Dünya da bu kapitalist düzen üzerinden yürüyor. Üretmeden kazananların düzeni!

Ancak son yıllarda neoliberal ekonominin baş aşağı dönüşünü izliyoruz. Sermayenin batıdan doğuya kayışını. Bugün Çin dünyaya ilan ettiği “Maritime Silk Road” projesi ile sadece bir tedarik zinciri kurmuyor. Ayrıca bu sürecin içine girecek ülkelerin altyapılarının geliştirilmesi için finans sağlayacağını da beyan ediyor. Üreten Çin’den, tedarik zincirleri kuran Çin’e…

***

Bir de bu kaymayı tuzlu sulardan anlatalım!

Ünlü Deniz ekonomisti Martin Stopford “Maritime Economics” isimli kitabında deniz ticaretinin doğuşunun milattan önce 3000’li yıllara dayandığını ve bu başlangıcın Fırat ve Dicle’de olduğunu yazıyor.

5000 yıllık bir sektör! Neredeyse yazılı insan tarihi ile yaşıt!

Stopford, daha sonra zaman içinde deniz ticaretinin merkezinin Lübnan (Fenikeliler), Yunan Medeniyeti, Roma, Venedik, Hansa Birliği, Hollanda, İngiltere, Kuzey Amerika, Japonya, Güney Kore hattını izleyerek Çin’e ulaştığını anlatıyor.

Ticaretin izlediği bu rotaya da “Westline” ismini veriyor.

Yani ticaret ve sermayenin merkezi, devamlı olarak yer değiştiriyor. Tarih bunun kanıtları ile dolu… Kimilerinin “Asya Yüzyılı” dediği bu süreci, denizlerden tanımlarsak “Westline” diyebiliriz.

***

Başka bir pencereden daha bakalım…

2015 yılında “Hızlı Büyüyen Ekonomilerin” GDP’(gayri safi yurt içi hasıla)ye katkısı yüzde 42 civarındadır. Bu rakam 2000’li yılların başında yüzde 30 seviyesindeydi ve her geçen gün artarak devem etmekte. 2030’da “Hızlı Büyüyen Ekonomilerin” GDP’ye katkısının “Kuzey Atlantik Merkezli” ülkeleri yakalayacağı ve ötesine geçeceği tahmin ediliyor.

OECD’nin 2060 tahmini ise hızlı büyüyen ekonomilerin yüzdesinin, yüzde 70 civarında olacağı!

Peki kimdir bu hızlı büyüyenler? AB Üyesi Ülkeler, İsviçre, Norveç, İzlanda, ABD, Kanada, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda dışında kalanlar.

Yani, Güney Amerika, Afrika ve Asya ülkeleri yeni yönelimin adresi olacak. İşte Çin’in tedarik zinciri hamlesi de bu düzlemde şekilleniyor. Pasifik ve Hint okyanusuna olan askeri yönelişin de temel nedeni bu kayma!

Çin oyunu doğru okuyor. Doğru hamleler yapıyor.

Dolayısı ile şunu görmeliyiz: Vahşi kapitalizm zor durumda. Dünyada dengeler değişiyor. Üretmeyenlerin yok olacağı bir sistem mi geliyor? Göreceğiz. Ancak bu süreç bizim için iyi yönetilirse bir şansa dönüşebilir.

Viktor Hugo’nun sözleri ile özetleyelim:

“Gelecek; güçsüzler için ulaşılmaz, korkaklar için bilinmezlik, cesurlar için ise şanstır.”

Bu süreci doğru okumalı ve hazırlanmalıyız…

Peki bu değişim Okyanus tabanlı ekonomiye nasıl yansıyor?

OECD’nin 2030 tahmini, 2010 itibariyle 1,5 trilyon dolar olan okyanus tabanlı ekonominin 3 trilyon dolar değer üreteceği yönünde. Dikkat çeken alanlar ise yüzde 21 ile Offshore Enerji(petrol ve gaz), yüzde 8 ile Offshore Rüzgar Enerjisi ve yüzde 10 ile Ekipman Sanayi ve yüzde 3 ile Gemi İnşa ve Tamir Sanayi.

Türk gemi inşa sanayinin ilgisi içerisinde olan bu alanın oluşturduğu ekonomi yaklaşık 1,3 trilyon dolar civarında. Ekipman ve gemi inşa sanayi ise yaklaşık 400 milyar dolarlık bir pazar oluşturuyor.

Ve bu pazarın yaklaşık yüzde 75’inin Asya ve Okyanusya ülkeleri tarafından domine edileceği tahmin ediliyor. Offhore enerji platfomu inşası, platfrom destek gemilerinin dizayn ve inşası, bu alanda kullanılan teknolojilerin yeni iş alanları olacağı aşikar.

Bu nedenle gemi inşa pazarını domine eden Çin, Güney Kore ve Japonya’nın gelişim süreçlerini analiz etmeliyiz.

Ve hala bir “Deniz Teknolojileri Merkezi”miz yok!

Bir “Kümelenme Stratejimiz” yok!

Güney Kore’de 3 ayrı deniz teknoloji merkezi mevcut ve bu merkezlerde 1000’den fazla araştırmacı mevcut. Başarı tesadüflerle gelmiyor. Ekonomiyi, inovasyonu, teknolojiyi okuyanlarla geliyor.

Dünya sürekli değişiyor.

Aynı nehirde, elimizi iki defa yıkamamız mümkün değil! Nehir akıyor sular yenileniyor.

Cesurlar için şanş olan gelecek, bizi bekliyor!

Bunu Paylaşın
dmehmetirak@marinedealnews.com