1960’lar…
İsmet İnönü CHP’nin siyasi çizgisini tanımlıyordu: “Ortanın Solu”. Aslında bu slogan dönemin CHP Genel Sekreteri Bülent Ecevit’in izlediği siyasetin, “Ortanın Solu Kalkınmanın Yolu” başlığı altında anlattığı bir ekonomik çizgiyi izah ediyordu. Süleyman Demirel ise bu slogana “Ortanın Solu, Moskof yolu” diyerek muhalif bir karşılık veriyordu. CHP, cevap vermekte gecikmedi ve Demirel’e temsilcisi olduğu Amerikan şirketinin ismi ile seslendi: “Morrison Süleyman“.
Sizce hangisi etkili oldu dersiniz?
Süleyman Demirel anılarında “Ortanın Solu, Moskof yolu” sloganının, Anadolu’da büyük bir karşılık bulduğunu ve seçimde onlara büyük bir güç kattığını anlatır.
“Avrasyacı mısın?, NATO’cu mu?”
Kavramların neyi anlattığından daha önemlisi sanırım neyi çağrıştırdığı. Bu anekdot, 1960’lı yıllarda maruz kalınan ve son yarım yüzyıldır üzerimize çöken Amerikan etkisinin küçük bir özetidir de.
Malum, psikoloji bilimi hem harbin hem de siyasetin en önemli silahlarından. Bu kalıplaşmış düşünce sistemi, çemberinin dışına çıkamayan bir fikri sürekli önümüze getiriyor. “Tek kutuplu’’ düzenden “Çok kutuplu’’ sisteme doğru yol alındığı bu dönemde, gerçeği görmek istemeyen ya da bunu manipüle eden bir akıl, sürekli “Rus genişlemesi“nin artan tehdidinden bahsediyor.
Bu nedenle Akdeniz’de yaşanan gerilimi önümüze getirerek, bizi “Avrasyacı mısın, NATO’cu mu?” denkleminde bir taraf olmaya zorluyor.
“Bağımsızlık benim karakterimdir!”
Oysa Türk Subayı feyzini, Mustafa Kemal’in “Bağımsızlık benim karakterimdir!” deyişinden alır.
Gerçekleri önümüze koyarsak, NATO bakış açısının bu ülkenin milli reflekslerini nasıl kör ettiğini görmemiz gerekir. Öyle ki, senelerce tüm savunma kurgumuz NATO’nun “İleri Uç Karakolu” olduğumuz yönünde bir varsayıma dayandı. Bu akıl bize Rus genişlemesini gösterirken, Akdeniz’deki NATO tatbikatlarını veya güney Kıbrıs’taki askeri üsleri görmez! Rus tatbikatını görür, ABD’nin 6’ıncı Filosu’nu görmez! Biz bu zihniyeti tanıyoruz. Bunlar dün ABD’li askerler için genelev boyatan zihniyetin ta kendisidir.
Ne diyelim, Güneşe bakanlar gölgeleri göremezmiş!
Şimdi bakış açımızı değiştirelim. Son iki yüz yılını Rusya ile savaşarak geçiren bir ırkın evladıyız. Yeşilköy’e dayananları unutmamız mümkün değil. Lakin uluslararası ilişkiler “gerçekliğe’’ dayanır. Duygusallığı kaldırmaz! Ayrıca Türk-Rus jeopolitiği son dönemde hiç olmadığı kadar aynı eksende! Bunu dikkate almalıyız. Evet, Yeşilköy’e dayanan Rus Ordusu hafızamızda ancak Lenin-Atatürk ittifakını ve bu dostluğun milli mücadelemize olan yansımalarını da unutmadık!
Diğer taraftan ister Rus, ister başka bir devletin güneyimizde askeri varlığını artırması elbette bizi memnun etmez. Ancak istikrarlı barış süreçleri denge ister. Belki de Rus varlığı; NATO’nun gözüne kestirdiğine yaşam hakkı tanımayan hoyrat yaklaşımını frenler. Atlantik cephesi yakın döneme kadar Akdeniz’i bir NATO gölü olarak niteliyordu. Bugün aynı görüşü savunabilirler mi?
İncelememiz gereken asıl konu ise Akdeniz’deki Rus varlığının nasıl genişlediği. Aslına bakarsanız Lazkiye’deki Rus varlığı 1956 Süveyş Kanalı Krizi sonrası ortaya çıkan Sovyet-Arap yakınlaşmasına dayanıyor. Rus diplomatlar tarihi şansları kaçırmıyor! Bakınız “Kırım Krizi’’. Bazı krizler yüzyıllık jeopolitik kazançların önünü açıyor. Lazkiye’de elde edilen üs de bu anlamda çok önemli. Evet Lazkiye’nin bir geçmişi var ancak burada dönüm noktası 2000 yılından sonrası. Rusya 2001 yılında “RF Denizcilik Doktrini’ni” açıkladı. Bu doktrin, coğrafi esaslara dayanarak hem donanmanın hem de ticari filonun büyütülerek lider bir denizcilik gücü oluşturulması vizyonuna dayanıyordu. Tarih derslerle dolu. Dünyada hegemonya mücadelesi veren uluslar hep denizlerin farkında olmuşlardır. Portekiz, İspanya, Fransa, İngiltere ve ABD ne zamanki denizlerde güçlü oldular, o dönemlerde dünya üzerinde söz sahibi oldular. Bu denizcilik yöneliminde de devlet, hep başat rolde oldu. Dolayısıyla Putin de tarih okumuştur herhal; Deli Petro’nun Rus denizciliği ve jeopolitiği üzerindeki etkilerini bilir sanırım. 29 sene Kuvvet Komutanlığı yaparak Rus Donanması’nı dünya çapında bir deniz gücü haline getiren Amiral Sergey Gorshkov’u da okumuştur. Okumuş olmalı ki, 7 Haziran 2013 günü “Akdeniz Bölgesi Rusya’nın birinci derece çıkar alanıdır” diyebilmiştir.
Bu vizyon ile olayları analiz eden Rusya; Kırım ve Suriye Krizlerini fırsata çevirerek donanmasını ivmelendirdi. Karadeniz Donanması’na bakarsak son dönemdeki yapısının çok ötesinde. Son dönemde ikisi fırkateyn, altısı konvansiyonel denizaltı olmak üzere toplam 15 gemi ile takviye edildiği biliniyor. Kalibre güdümlü mermisi burada oyun değiştirici bir güç. ABD Tomahawk’ının muadili diyebiliriz. Ki firkateynlerinden ve denizaltılarından Suriye’deki terörist unsurlara atıldığı da bilinmekte. Suriye için Doğu Akdeniz’de varlık göstermek hayati bir öneme haiz.
Karadeniz’e ulaşabilecek tehdidin önden karşılanması, Akdeniz’deki enerji trafiğinde yer edinme ve Suriye üzerinden devam eden hegemonya mücadelesinde mevzi kazanma gibi önemli nedenler ile Rusya’nın Akdeniz’deki askeri varlığını azaltacağını düşünmek hayalcilik olur. Bu yorumu yazıyorum çünkü Rus Donanması; inşasını planladığı nükleer denizaltıları, hipersonik güdümlü mermileri ile belli ki yeniden okyanus donanması olma yolunda ilerliyor.
Rus coğrafyası genişliği nedeni ile kuvvet koordinasyonu ve odağı için handikap teşkil etse de, denizcilik vizyonu ve savunma sanayi hamleleri ile bu zafiyeti gideriyor. Yaptığı liman ziyaretleri bu anlamda önemli bir işaret. Rus Donanması son dönemde tüm okyanuslarda varlık gösteriyor. 2017 yılında Asya-Pasifik’te, Afrika’da, Güney Asya’da, Akdeniz’de toplam 27 ülkeye liman ziyaretinde bulundu. 6 adet uluslararası tatbikata iştirak etti.
Eylül ayının başında 25 gemi ve 30 uçak ile 10 ayrı sahada aynı anda varlık gösterdi. Bu çıkış; soğuk savaş sonrası dönemdeki en büyük askeri tatbikat olarak tarihteki yerini aldı. Rusya, istersem “Akdeniz’de deniz kontrolünü sağlarım,” diyor.
Ayrıca literatürde “Denizden Darbe-Naval Strike” olarak adlandırılan gemilerinden atacağı güdümlü mermiler ile karalara angaje olabilme yeteneği önemli bir askeri etki! Hem Atlantik yapıyı denizde frenlerken, hem de kara gücünü destekleyebilecek vaziyette. Bu tatbikattaki mesajlarını 300 bin Rus askerinin katıldığı Vostok-2018 Tatbikatı ile de devam ettirdi.
Diğer taraftan NATO da ekim ayında Ukrayna’da büyük bir tatbikat yapmaya hazırlanıyor. Ayrıca geçtiğimiz günlerde Kırım Krizi’nden sonra ilk defa iki askeri gemisini Kerç Boğazı’ndan geçirerek Azak Denizi’ne gönderdi. Bu hamle de NATO’nun stratejik planlamasının taktik sahadaki bir hamlesi olabilir.
Tüm bu gelişmeler hem kuzeyimizde, hem de güneyimizde gerçekleşiyor. Bu coğrafya öyle bir yerde ki “ateş ve kan ile imtihan” edilmeye alışkınız, lakin harbin her türlüsünü düşünerek ağırlık merkezimizi ve geri bölgelerimizi planlamak zorundayız. Rus deniz gücünü de, NATO deniz gücünü de takip ederek barışın tarafında kalmaya devam etmeliyiz.
“Ne Morrison’un, ne de Moskof’un… Tam bağımsızlığın yanındayız!”
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.