Türkiye’nin yeni dış politikası?

Senem Aydın Düzgit

Türkiye ve Ermenistan arasında imzalanan ve ikili ilişkilerin normalleştirilmesini öngören protokoller, Türk dış politikasının ‘yeni vizyonu’ üzerine yapılmakta olan birçok tartışmayı da beraberinde getirdi. Daha önceki bazı yazılarda da belirttiğim üzere, AKP hükümetinin birçok alanda önceki hükümetlere kıyasla çok daha aktif bir dış politika izlediğini söylemek mümkün. Daha önce Dışişleri Bakanı ve Başbakan Danışmanı olarak görev yapmış olan Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi de bunun en önemli kanıtlarından biri. Davutoğlu’nun Türkiye’yi güçlü bir bölgesel aktör, hatta küresel güç olarak tahayyül ettiği, akademik yayınlarından da biliniyor. Bu kapsamda incelendiğinde, Türk dış politikasının son yıllarda önemli atılımlar yapmış olduğunu söylemek mümkün. Özellikle Orta Doğu’da İsrail ve Suriye arasında arabuluculuğa varan bir aktivizm, Suriye ile vizesiz dolaşıma ulaşan yakın ikili ilişkiler, Kuzey Irak’a karşı benimsenen yapıcı yaklaşım, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliği ve en son Kafkaslarda Ermenistan açılımı ile gündeme gelen yeni dengeler… Tüm bu gelişmeler Batı’da bazı çevrelerde ve Türkiye’deki birçok çevrede yeni Türk politikası vizyonu olarak değerlendiriliyor. Peki bu vizyon ne kadar yeni ve gerçekten ne kadar başarılı?
“Komşularla sıfır sorun” politikası Türk dış politikasında yeni bir yaklaşım değil. Örneğin Türkiye-Yunanistan ilişkileri AKP iktidarından çok önce yakınlaşma sürecine girdi. İsmail Cem ve Papandreu’nun Ramallah’da Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Arafat’ı ziyaretleri şu an unutulmuş olsa da, o dönemde oldukça ses getirmişti. Dolayısıyla tamamen yeni bir dış politika vizyonundan bahsetmek pek de mümkün değil. Öte yandan Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi yönünde atılan adımlar da, daha önceki hükümetlerin cesaret edemediği bir açılım. Bu durumda Türk dış politikasının temel ekseninden çok da uzaklaşmayarak daha aktif bir hale dönüştüğünü söylemek mümkün. Ancak başarı değerlendirmesi yaparken bazı faktörleri de göz önünde bulundurmak gerekiyor.
Türk-İsrail ilişkileri gittikçe daha olumsuz bir havaya bürünüyor. Hükümet bir yandan İsrail’in Gazze’deki politikalarını eleştirirken ve bunu yaparken sık sık Yahudi düşmanlığının sınırlarında gezinirken, diğer yandan soykırımla suçlanan Sudan’ın devlet başkanını 2008 yılından beri birkaç kez ağırlayabiliyor. Bir yandan Ahmedinejad’ın seçim başarısını tebrik ederken, diğer yandan Uygur Türkleri’nin yaşadıkları için ‘soykırım’ kelimesini kullanabiliyor. Son Ermenistan açılımı bile Dağlık Karabağ sorununun çözümüne bağlanmış durumda. Başbakan, çok açık bir şekilde, Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmemesi durumunda protokollerin Meclis’te onaylanmayacağı sözünü verdi. Gerekli uluslararası baskının olmaması durumunda sorunun kısa vadede çözümü, yani Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi de muallâkta kalıyor. Dolayısıyla Türk dış politikası her şeyden önce bir tutarlılık sorunu yaşıyor. Bunun yine en belirgin örneklerinden biri Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanıyor. Fransız ve Alman hükümetlerinin Türkiye’nin üyeliğine karşı olan tutumları malum. Ancak hükümet de AB üyeliği için neredeyse hiçbir şey yapmıyor. Avrupa Birliği hedefi olmayan bir Türk dış politikası, belki yeni bir dış politika anlayışını beraberinde getirecektir, ancak bu vizyonun Türkiye’nin refahı ve demokratik gelişimi için ne kadar yararlı olacağı tartışmalıdır. Tutarsız, aynı zamanda beklenti ve kapasite boşluğu yaşayan bir dış politika, beraberinde içeride otoriterliği ve artan muhafazakârlığı da besleyebilir. ‘Yeni’ Türk dış politikasını, biraz da bu açıdan değerlendirmek gerekir.

Bunu Paylaşın