Suriye’ye nereden bakmalıyız?

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Suriye sorununda kamuoyunun dikkati nerede olmalı? Beşar Esad gider mi, gitmez mi tartışmalarının içine sığmayacak bir soru bu. Önemli olan, şu anda hem iktidarın hem muhalefetin yaptığı insan hakları ihlallerinin bir an önce bitmesi

Ortadoğu gündemini belirlemeye devam ederken müthiş bir dezenformasyon içinde kaybolmamak mümkün değil. Tabii gündemin ilk sırasında, zaman zaman rol çalan İran’ı bir kenara bırakırsak daima Suriye var.
Kimi hâlâ Suriye’de yaşananların Arap Baharı’nın uzantısı olduğunda ısrarlı. Kimi Arap Baharı’nın özellikle Libya’daki sonuçlarına bakıp “neyleyim baharı yazı” diyerek bu tanımlamaya karşı çıkıyor ve dolayısıyla Suriye’de “emperyalist bir oyun” oynandığını düşünüyor. Kimi Beşar Esad’ın muhalefeti kanla bastıran bir diktatör olduğunu, kimi muhaliflerin konjonktürden faydalanmaya çalışan fırsatçı grupların güdümünde olduğunu söylüyor.
Her hafta gazetelere konu olabilecek bir gelişme yaşanıyor Suriye’de. Ya Türkiye sınırını geçenlerin sayısı ya sınırdaki kamplarda örgütlenen muhalif subayların faaliyetleri ya Suriye dışındaki muhaliflerin bir araya gelerek ortak karar almaları ya aynı grupların arasında yaşanan çözülmeler…
Birleşmiş Milletler’in Suriye raporları; ABD’nin uluslararası baskı yaratma çabaları; Rusya’nın ABD’nin çabalarına direnişi; Avrupa’dan, Amerika’dan, Arap dünyasından, Türkiye’den açıklamalar, açıklamalar…
Kaç kez en resmi dillerden yapılan açıklamaları okuyanlar gece yatağa yatarken ertesi gün savaş çıkacak kaygısını taşımıştır kimbilir? Sadece Türkiye’deki gazetelere göz atsak “savaş an meselesi” anlamına gelecek çok sayıda başlık bulacağımız kesin… Bunca habere, yazılan çizilenin yarattığı havaya bakılırsa Suriye’de Esad’ın iktidarının çoktan devrilmiş olması gerekirdi. Oysa biliyoruz işte, Esad hâlâ ülkesinde ipleri elinde tutuyor.
Ve gene biliyoruz ki Suriye’de silahlar konuşuyor, insanlar hayatını kaybediyor. Türkiye’ye, Lübnan’a kaçan binlerce insan gerçek… Son olarak Suriye ile hiçbir devletin ya da NATO gibi bir uluslararası kurumun resmen savaş içinde olmadığı da ortada.
O halde bize verilen bilgilerde bir terslik var. Artık herkesin ezbere bildiği psikolojik savaş, kamuoyu yaratma gibi kavramlardan söz etmek yersiz. Mesele sürekli gündemimizde olan Suriye sorununa nereden bakacağımız…

Savaşın acımasızlığı

İnsanların hayatını kaybetmesi ve insan hakları ihlalleri! En önemli, en öncelikli sorun bu.
İnsan hakları ihlalleri konusunda iki önemli rapora göz atmak yeterli gözüküyor:
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) 14 Mart tarihli raporunda, Suriye’deki ayaklanmaların ardından gerçekleşen tutuklama dalgalarına maruz kalan insanların “kabus gibi bir sistematik işkence dünyasının içine itildiğini” belirtti.
“Ölmek İstedim: Suriye’nin işkence mağdurları açıkça anlatıyor” adlı rapor, görgü tanıkları ya da mağdurların Şubat 2012’de, Ürdün’de, Uluslararası Af Örgütü araştırmacılarına anlattığı, güvenlik güçleri, ordu ve hükümet yanlısı Şahiba güçleri tarafından kullanılan 31 işkence ve kötü muamele yöntemini gözler önüne serdi.
Örgütün raporunda çeşitli işkence yöntemleri yer alıyordu… Örgüt yöneticilerine yaşadıklarını anlatan mağdurların birçoğu dayağın tutuklanmalarıyla beraber başladığını, daha sonra gözaltı merkezlerinde sopa, dipçik, kırbaç, yumruk ve örgülü kablolarla ciddi şekilde dövüldüklerini söyledi. Raporda gözaltı aşamasının sonrasında da işkencenin dayaktan çok daha fazlasını içeren çeşitli yöntemlerle sürdüğü anlatılıyor. Burada uzatmaya gerek yok, dileyenlerin Uluslararası Af Örgütü’nün sitesinden istedikleri bilgilere ulaşmaları mümkün.
Bir diğer rapor ise bu rapordan yaklaşık bir hafta sonra yayınlandı. Bu raporu yayınlayan da saygın bir uluslararası insan hakları örgütüydü: İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW). Daha önce yaptığı açıklamalarla yukarıda sözünü ettiğimiz rapordaki gibi Suriyeli iktidar yanlısı güçlerin hak ihlallerine dikkat çeken örgüt bu kez muhaliflerin yaptığı işkenceleri gündeme taşıdı.
HRW’nin verdiği bilgilere göre Suriyeli muhalifler de insan hakları ihlallerinde bulunuyordu: fidye için insan kaçırma, işkence, infaz!
HRW Ortadoğu Direktörü Sarah Leah Whitson en doğru noktadan bakıyordu olaya. “Suriye hükümetinin başvurduğu acımasız yöntemlerin silahlı muhalif grupların ihlallerini haklı çıkarmayacağını” vurguluyordu.
HRW’nin raporu da Af Örgütü’nünki gibi tanıklıkları içeriyordu. “Mazen” lakaplı bir insan hakları aktivistinin ifadesine göre, hükümet için çalışan üç kişi Taftanaz köyünden kaçırılarak işkencede öldürüldü. Kaçırıldıktan sonra kurtulan bir kişi de Mazen’e elektrik verilerek işkence yapıldığını, dövüldüğünü ve bir başkasının ailesinden fidye istendiğini anlatmış.
Bir başka fidye olayını ise bir başka aktivist anlatıyor raporda. “Semih” lakaplı aktivist kaçırılan bir albaya karşılık 15 ve 16 yaşında iki çocuğun kaçırıldığını, çocuklara işkence yapıldığını ve albayla değiş tokuş edildiklerini aktarıyor.
Bu gibi tanıkların anlattıklarından hareketle HRW raporda güvenlik güçleri, hükümet destekçileri ve hükümet yanlısı milislerin kaçırıldığını, rehin alındığını ve bu kişilere işkence yapıldığını açıkladı.
İki uluslararası örgütten birbirini dışlamayan, aksine birbirini tamamlayan iki rapor… Nerede durmamız gerektiğini çok açık gösteriyor olsa gerek.
Son olarak Suriye’deki insanların karşılaştığı hak ihlallerinden birini daha vurgulamadan geçmemek lazım. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 13 Mart tarihli açıklamasına göre, Suriye’de 200 bin kişi yerinden edilirken 30 bin Suriyeli de başka ülkelere kaçmak zorunda kaldı.

Mesele Beşar Esad mı?
Suriye konusundaki dezenformasyonun akılları bulandıran sonuçlarından biri de yakın geleceğin öngörülememesi. Ne olacak Suriye’de? Beşar Esad gidecek mi, kalacak mı? Kalırsa her şey değişecek mi, daha kötü mü olacak? Giderse Suriye parçalanacak mı, daha güçlü bir ülke olarak mı yaşayacak?
Doğrusu, kehanette bulunmamaya dikkat etmek gerek. Yine de hangi olasılığın güçlü olduğuna dair birkaç noktayı vurgulamak mümkün.
Birincisi rejime dair bir memnuniyet anketinden ne çıkar bilinmez ama Suriye Devlet Başkanı Esad’a karşı ülke içinde yurtdışına gösterildiği kadar ciddi bir muhalefet gücü yok. Esad rejiminin muhaliflerinin ne insan sayısı ne de silahlı güç bakımından iktidarın savaş olanaklarının karşısında uzun süre durması, Suriye dışı tüm desteğe rağmen pek de mümkün görünmüyor. Zaten bunu farkında olan Esad da uluslararası baskıların tümüne rağmen ülke içinde silahlı gücüne dayanarak bildiğini okumaya devam ediyor.
Ayrıca ülke içindeki farklı din ve mezheplere sahip insanlar kendilerini rejimin karşısında konumlandırmış değil. İktidardaki Aleviler Müslüman nüfusun azınlığını oluşturuyor ama muhalif güçlerin büyük çoğunluğunu oluşturan Sünni güçlerin onların yerine gelmesini ülkedeki Hıristiyanlar ya da Kürtler veya Dürziler neden istesin? Böyle bir değişiklik olursa şu andakinden daha mutlu olmaları için bir neden yok, tam tersine, tedirgin olacakları çeşitli senaryolar olabilir.
Uluslararası düzeyde ise Çin ve Rusya’nın ABD’nin Birleşmiş Milletler’deki planlarını alt üst ettiği ve Suriye’de kendi çıkarlarına hizmet etmeyecek bir rejime müsaade etmeyecekleri ortada. Üstelik bir de İran desteği var. Yeniden şekillenen Ortadoğu’da ABD karşısındaki güçler için ne kadar önemli olduğunu farkında olan Esad da bunun bilincinde. Bu yazı yazılana kadar geçen süreçte de kozlarını gayet iyi oynadığı söylenebilir.
Tüm bunların yanında ABD’nin asıl hedefinin İran olduğunu ve Suriye’ye yapılan baskıya rağmen aslında bir askeri müdahale konusunda ABD’nin pek de hevesli olmadığını söyleyenlerin tezleri de var. Pek de yabana atılmayacak bir bakış açısı doğrusu.
Sonuçta bu tabloya bakıp rahatlıkla “bu dünyada ABD’nin istediği olur, dolayısıyla Esad gider” demek üstünkörü bir bakış açısı. Komplocu anlayışa teslim olmamak ve kamuoyuna söylenenlere katıksız inanmamak gerek.
Suriye’deki rejimde esnemeler, yerleşik düzende farklılıklar olacak elbette, ancak dengeler dramatik biçimde değişmezse bunların Beşar Esad’ın varolduğu bir Suriye’de gerçekleşmesine şaşmamak gerek.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com