Küresel risklerin kaynağı ve kurbanları

MDN İstanbul

2018 Dünya Küresel Risk Raporu’nda savaşlar, nükleer silahlanma, siber saldırılar, ekonomik sorunlar arasında küresel ısınma ve sonuçları ilk sıralarda yer aldı. Umalım ki, insanları yok oluşa götüren bu yıkıcı güçlere karşı yapılan uyarılar karşılığını bulsun

Kimin ne kadar dikkatini çekti bilinmez ama her yıl ocak ayında Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yayınlanan Küresel Risk Raporu’nun bu yıl her zamankinden farklı bir özelliği vardı. Bu kez çevre konularıyla ilgili riskler ekonomik kaygıların önünde yer alıyordu. Geçen yıl da çevre konularına değinilmiş fakat en önemli küresel riskler popülizm ve kutuplaşma olarak gösterilmişti. Bu yıl ise çevre sorunlarının etkisi daha ön plana çıktı. Aslında 2017 yılındaki doğal felaketlere, aşırı sıcaklıklara ve artan karbon emisyonlarına bakınca bunda şaşırtıcı bir yan olmadığı düşünülebilir, ancak dünyanın ekolojik sorunlarına küresel karar alıcılar tarafından böyle bir raporda en üst sıralarda yer verilmesi önemli görünüyor.

Raporun 2018 versiyonunda, uzmanların 30 küresel risk arasında olasılık ve etkilerini göz önüne alarak yaptıkları tercihlerde küresel çevre felaketinin unsurları ise üst sıralarda ifade edildi; Olağandışı hava koşulları, biyoçeşitlilikte yaşanan kayıplar ve ekosistemde çöküş, büyük doğal afetler, insan eliyle yaratılan çevre felaketleri, iklim değişikliğinin iyileştirilmesi ve uyum çabaları konusundaki başarısızlık…

Bu yılki raporda, ilk sırada bulunan olağandışı hava koşullarının yarattığı riskleri; deprem, volkan patlamaları, toprak kayması, tsunami, fırtına, sel gibi doğal afetler izledi. Risk listesinin beşinci sırasında iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılmaması ve iklim değişikliğine uyum sağlanamaması durumunda karşılaşabileceğimiz tehlikeler yer alıyordu. Ve en az onlar kadar kaygı verici ve üzücü olan doğanın dengesinin nasıl acımasızca bozulduğunu gösteren biyoçeşitlilikteki geri gidişattı.

İnsan dediğin…

Aslında yeni bir bilgi de değildi bu. 2015 yılında Dünya Doğayı Koruma Vakfı (World Wide Fund for Nature ya da kısaca WWF), Yaşayan Gezegen adlı raporunda, 10 binden fazla omurgalı popülasyonunda 1970 ve 2010 arasında yüzde 52 oranında düşüş yaşandığını bildirmişti. WWF’nin sözünü ettiği canlılar arasında iklim değişikliğinin etkilediği 10 önemli canlı türü şöyle belirtiliyordu: Panda, kutup ayısı, orangutan, afrika fili, mavi balina, yeşil deniz kaplumbağası, yabanarısı, aslanayağı, elkhorn mercanı ve insan. Evet, küresel ısınmanın sebebi olan insan da iklim değişikliğinin kurbanları arasında gösteriliyordu, çünkü öngörülere göre, değişen çevre koşulları insan sağlığının toplumsal ve çevresel belirleyicilerini (temiz hava, temiz içme suyu, yeterli miktarda besin ve barınma güvenliği) de etkileyecek. Ayrıca artık reddedilemez biçimde ortada ki, iklim değişikliği, dünya genelindeki çatışmalı durumların ve gerilimlerin kökünde yatan zorunlu göçlerin önemli nedenlerinden biri. Vanuatu Adaları ve Papua Yeni Gine’deki bazı toplulukların su seviyesindeki yükselme sebebiyle göç etmeye başladığı biliniyor. Tahminlere bakılırsa, 2050 yılına gelindiğinde dünyada toplam 250 milyon iklim göçmeni olacak. Sıcak hava dalgaları ve aşırı su basmaları olağan hale gelecek ve birçok yaşlı, hasta ve yoksul insan sıcaklığa bağlı sebeplerle hayatını kaybedecek. Aşırı yağışların sıtma taşıyan sivrisinekler gibi hastalık taşıyıcı türleri besleyip koruması ve dang humması gibi başka hastalıkları getirmesi olasılığı da sözü edilen tehlikeler arasında. İklim değişikliğinin sebep olduğu doğal felaketlerden; şiddetli kasırgalar, seller, toprak kaymaları, çığlar, orman yangınları gibi tahripkar sonuçlardan insanlığın en az yarısının etkileneceği öngörülüyor.

Nükleer silah tehdidi

Tekrar 2018 Dünya Küresel Risk Raporu’na dönersek; raporda, mevcut durumda karşı karşıya olduğumuz risklerin yanı sıra gelecek on yıl içinde büyük etkisi olacağı düşünülen tehlikelerden de söz edildiğini belirtmek gerek. Kitle imha silahları, yani nükleer, kimyasal, biyolojik silahların yıkıcı etkisi bu tehlikelerin başında geliyor.

2017 Nobel Barış Ödülü’nün kısaca ICAN olarak bilinen Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Kampanya’ya verildiğini hatırlarsak, bu konudaki haklı endişelerin giderek arttığını görebiliriz. ICAN’in geçen yılki en büyük başarısı, tam da bu kaygıların beslendiği süreçte gelmişti. Birleşmiş Milletler 122’ye karşı 1 oyla, nükleer silahların geliştirilmesini, üretimini, stoklanmasını, satın alınmasını ve nükleer testleri yasaklayan Nükleer Silahların Yasaklanması Anlaşması’nı kabul ederken bu sonuçta ICAN’in payı çoktu. ICAN’in İcra Direktörü Beatrice Fihn ödül sonrasında verdiği bir söyleşide riskleri “çok gerçekçi” diye nitelendiriyordu:

“Her gün, nükleer silahlı denizaltılar denizlerimizin etrafında geziyorlar. Nükleer füzeleri belirgin hedeflere çevrilmiş üsler var.

“ (…) Açıkçası pek çok farklı nükleer silah türü olduğunu düşünüyorum, bu biraz bölgenin nerede ve ne kadar nüfusa sahip olduğuna bağlı. Fakat uzun vadede her şeyi mahvedebilecek büyük bir nükleer patlama var. Hiroşima ve Nagasaki’yi gördük, insanlar hala sonuçlarından dolayı acı çekiyorlar. Çevre zehirlendi. Dünyanın dört bir yanındaki nükleer test yerlerini gördük. Buralarda kadınlar doğum yapmakta güçlük çekiyor ve kanser olma derecesi çok daha yüksek. Zaman içerisinde kontrol altına alınamayan silahlar bunlar, tüm nesilleri etkileyebiliyor. Ve hava… Radyasyon tüm havaya yayılıyor.’’

“(…) Örneğin Kuzey Kore’de bir nükleer savaş olursa, bu, Çin, Japonya ve Güney Kore’yi radyasyonla etkiler. Şu an Amerika Birleşik Devletleri ve diğer tüm nükleer silahlı devletler de bu tehlikeye sahip. Bu nedenle nükleer bir denizaltısı olan Amerika Birleşik Devletleri’ni örnek olarak alıyorum. Nükleer denizaltı İkinci Dünya Savaşı’nda kullanılan patlayıcılardan yedi kat daha fazla güce sahip. İkinci Dünya Savaşı’nda altmış milyon kişi öldü. Şimdi sürekli dünyayı devriye gezen bu denizaltılardan 10 tane var. Dolayısıyla, yetmiş kere İkinci Dünya Savaşı patlayıcı gücünde devriye geziyor.”

Merkezi İsveç’te bulunan Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) nükleer güç verilerine ilişkin yayımladığı 2017 raporunu hatırlarsak Beatrice Fihn’in vurgusunu daha da anlamlandırmak mümkün. Bu rapora göre, nükleer silahların yüzde 93’üne sahip ABD ve Rusya ile yüzde 7’sini bulunduran Birleşik Krallık, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore’nin 2016 başında toplam 15 bin 395 nükleer başlığı vardı, bu sayı geçen yıl 14 bin 935’e düştüyse de yapılan yatırımlara bakıldığında sadece niteliğin niceliğin önüne geçtiği anlaşılıyordu.

Seçenek yok

Yapılan araştırmaların ve öngörülerin işaret ettiği tehditler pek de iç rahatlatmıyor. Belki bu tehditlerin Küresel Risk Raporu gibi devletleri yönetenlerin reddedemeyeceği belgelerde yer alması önemli ama bununla birlikte, hükümetlerin ve ilgili kuruluşların iklim değişikliği ya da kitle imha silahları gibi küresel tehditlere karşı hâlâ beklenen zorunlu girişimlerde bulunmadığını da biliyoruz. Yine de beklenen düzenlemelerin yapılması için çok geç olmayabilir, en azından bunu umut etmekten başka çaremiz yok. Sonuçta ayakta kalmak ve geleceği inşa etmek zorundayız.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın