Hedef nükleersiz dünya ama…

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Japonya’daki nükleer felaket sonrası dünya genelinde durum karışık. Hem nükleer enerjiden kaçış eğilimi var hem 2030’a kadar yapılması planlanan 149 nükleer reaktör projesi; hem nükleer enerjiden bir anda kurtulmak mümkün değil hem alternatif kaynaklar konusunda baş döndürücü gelişmeler var

Japonya’da yaşanan Fukuşima Nükleer Elektrik Santrali’ndeki felaket sonrası birçok ülke ardarda nükleer enerji konusundaki politikalarını gözden geçirdi. Özellikle Avrupa’nın güçlü ekonomilerinden Almanya’nın ülkedeki nükleer tesislerin kademeli olarak 2022 yılına kadar kapanması yönünde karar alması hem Almanya’da hem dünyada ses getirdi. Merkel hükümeti çevrecilerin tepkilerine rağmen nükleer santrallerin faaliyet sürelerini 2030’a kadar uzatmak istiyordu. Ancak Japonya deneyiminin getirdiği rüzgarla halkın baskısı arttı ve Almanya nükleerden tümüyle vazgeçen ilk sanayi ülkesi oldu. Almanya’daki 17 nükleer santral ülkenin enerji ihtiyacının yüzde 23’ünü karşılıyordu.
Geçtiğimiz mayıs ayında alınan bu kararın ardından eylül ayında Alman sanayi devi Siemens, ülkenin yeni enerji politikasına uygun bir karar alarak nükleer enerjiden vazgeçtiğini açıkladı. Şirketin aldığı karara göre Siemens artık nükleer enerji santrallerinin yapımına da katılmayacak, onun yerine geleneksel enerji tesislerinin teknolojilerine yoğunlaşacak. Siemens bu kararı Yönetim Kurulu Başkanı Peter Löscher’in ağzından duyururken, bu nedenle şirketin maddi kayba uğramasını göze aldıklarının da altı çizildi. İşin doğrusu, vurgulanan bu nokta kararın kendisi kadar önemli. Şirketlerin varoluşlarındaki tek kriterinin kâr olmaması gerektiğine dair saygın bir örnek.
Sadece Almanya’da değil, İsviçre ve İtalya gibi ülkelerde olduğu gibi tüm dünyada Fukuşima felaketi sonrası oluşan aydınlanmanın etkileri elle tutulur durumda. Daha önce beş reaktörünü kapatıp yerine yenilerini yapmayı planlayan İsviçre yenilerden vazgeçip yaşlanmaya başlayan beş reaktörünü de 2034’e kadar kademeli olarak kapatma kararı aldı.
Çernobil felaketinden sonra kapattığı dört reaktörün yerine yenilerini koymayan, nükleer enerjiden bağımsız İtalya’nın başı Başbakan Berlusconi’nin planlarıyla yeniden nükleer enerjiyle bağlanacakken, sözünü ettiğimiz Fukişima etkisi gerçekleşti. Yapılan referandumda oylamaya katılanların yüzde 90 küsuru nükleer enerjiyi ülkelerinde istemedi.

Madalyonun diğer yüzü

Ancak bu iç açıcı örnekler kimsenin yüreğine su serpmemeli. Fukişima etkisi dünyanın dinamiklerini etkileyen tek faktör değil. Son veriler 2030 yılına kadar dünya genelinde 100’ün üzerinde nükleer reaktör inşa edileceğini gösteriyor.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun verilerine bakıldığında, halen 62 nükleer reaktörün inşasının devam ettiği anlaşılıyor. Aynı verilerde 2030 yılına kadar inşası planlanan reaktör sayısı da 149 olarak görünüyor.
Nükleerden medet uman devletler ağırlıklı olarak “yükselen” ekonomiye sahip devletler. Bu konuda dünyada sivrilen Çin’de şu anda 26 nükleer reaktör birden inşa ediliyor, ayrıca 52 reaktör için de planlar yapılıyor. Ancak Çin’den bahsederken her konuda olduğu gibi bu konuda da dilimizi biraz ısırmak gerekiyor. Sonuçta Çin nükleer enerjiyi hiçbir zaman enerji politikalarının ilk sırasına koymadı. Bu konuda birçok alternatifi bir arada değerlendiriyor. Rüzgâr ve güneş enerjisi başta olmak üzere, özellikle yenilenebilir enerji alanında yapılan yatırımlarda dünya ölçeğinde ön sırada yer alıyor. Bugün elektrik enerjisinin yüzde 2’sini nükleerden sağlayan Çin’de yeni nükleer santral başvuruları dondurulmuş durumda.
Çin gibi ekonomik olarak öne çıkan Rusya ve Hindistan’da da 10’u Rusya’da olmak üzere toplam 15 reaktör inşası sürüyor. Yakın gelecekte Rusya 14, Hindistan ise 17 reaktör inşa etmenin planları içinde.
Avrupa’daki duruma gelince… Planlanan nükleer reaktör sayıları şöyle: Belarus 2, Bulgaristan 2, Çek Cumhuriyeti 2, Polonya 6, Romanya 2, İngiltere 4, Ukrayna da 2. Avrupa’da nükleer enerjiye en bağımlı ülkeler olan Fransa ve Litvanya’nın da birer reaktör planı bulunuyor.
Japonya üzerine söz söylemeye ise gerek yok herhalde. Deprem öncesinde varolan 54 reaktörden, dördü yaşanan felaket sırasında hasar gördü. Kalanların ise yaklaşık 20 tanesi çalışıyor ki bunun nedeni teknik değil, kamuoyu baskısı.
Sonuçta dünya genelinde aktif olarak çalışan nükleer santral sayısının hâlâ korkutucu boyutlarda olduğu söylenebilir: 440.
Nükleer konusunda Siemens gibi davranamayan dünya devi nükleer enerji üreticilerinin korkuları ise başka; onlar kârlarını yitirmekten korkuyorlar. Bu alanın önde gelen küresel şirketleri Fransa’dan Areva, Rusya’dan Rosatom, Kanada’dan Candu, Güney Kore’den Kepco, Japonya’dan Mitsubishi, ABD-Japonya ortaklığı General Electric-Hitachi ve Westinghouse-Toshiba yakın zamanda bir araya gelerek emniyet, çevre ve sorumluluk konularında dünya kamuoyunun güvenini “yeniden tesis etmek” amacıyla ortak bir “iyi davranış kodu” imzaladı. Bu anlaşma yılsonu karnesinde iyi davranış hanesinin karşısına iyi bir not yazdırabilir belki, ancak olsa olsa kendi velilerini tatmin edeceği su götürmez. Tabii bir de işbirlikçi siyasetçileri!

Dalga dalga enerji
Tabloyu böyle görünce birçok yerde karşımıza çıkan çevreci zafer naralarının atıldığı yazılar anlamsız gelebilir. Ancak zafer ilan etmek için çok erkense de umutsuzluğa kapılmak için de hiçbir neden yok. Alternatif enerji kaynakları alanında öyle hızlı gelişmeler oluyor ki bunların yakın zamanda hem ekolojik hem ekonomik karşılıklarının görülmesi kaçınılmaz.
Rüzgar, güneş enerjisi, biyokütle gibi ilk etapta akla gelen ve yatırımların öne çıktığı enerji kaynakları bir yana, onlar gibi dünya çapında kesintisiz enerji sağlayabilecek başka alternatifler de değerlendiriliyor. Mesela deniz dalgaları…
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin verilerine bakıldığında heyecan verici gelecek yansımalarıyla karşılaşıyor insan. Bu verilere göre, dile kolay, dünyanın enerji ihtiyacının yüzde 30’unu deniz dalgalarından karşılamak mümkün. Elbette yarın gerçekleşecek bir olasılık değil. Ancak teknolojinin göz alıcı hızı ve ekonomik getirinin cezbedici gücüne yakın geleceğin doğal zorunluluklarını da eklersek pek de uzak bir olasılıktan söz edilmiyor doğrusu. Nitekim daha şimdiden bu yönde harekete geçen ülkeler umut verici sonuçlar alıyor. İspanya bu konuda iyi bir örnek…
İspanyollar dünyanın ilk ticari dalga enerjisi santralini açtı ve üretime başladı bile. Adı daha çok siyasi alanda duyulan İspanya’nın Bask bölgesindeki santral, şimdilik mütevazı ölçülerde hizmet veriyor. Temmuz ayında üretime başlayan santral Atlas Okyanusu’nun kıyısında bulunan bir köyün, Mutriku köyünün enerji ihtiyacını karşılıyor. Topu topu 600 kişi; hayli mütevazı ama çok heyecan verici bir gelişme!
Santralin nasıl bir sürecin başlangıcı olduğu, Bask bölgesinin enerji dağıtım kuruluşu EVE’nin yenilenebilir enerjiler bölüm başkanı Javier Marqués’in Almanya’nın ünlü medya kuruluşu Deutsche Welle’ye yaptığı açıklamada gizli: “Yaptığımız araştırmada elimizdeki teknolojiyle teorik olarak Bask bölgesinin enerji ihtiyacının yüzde 10’unu karşılayabileceğimiz sonucuna vardık.”
Bugünün teknolojisiyle yüzde 10! Hiç de yabana atılır bir oran değil. Projenin finansmanında yenilenebilir enerji için ayrılan çeşitli kaynaklardan faydalanılmış, yedi milyon euro’ya mal olmuş. İlk bakışta bu yüksek bir maliyet olarak gözükebilir. Ancak tek maliyet hesabının bu şekilde yapılamayacağı da bugün kabul edilen bir gerçek. Bu tip projeler hem enerji alanında dışa bağımlılığı azaltıyor hem yeni pazarlar açılmasına imkan tanıyor hem süresiz bir kaynak olarak uzun vadede değer biçilemez faydalar içeriyor hem de çevreye ve insana zarar veren enerji üretiminin önüne geçiyor. Zaten meselenin en önemli boyutu nasıl bir dünyada yaşamak istediğimiz ve/veya dünyayı nasıl yaşatacağımız değil mi?
Çocukluğumuzdan beri belleğimize kazınan ifadeyle söylersek “üç tarafı denizlerle çevrili” ülkemizde, nükleer gibi korkunç riskleri olan seçenekler yerine hiçbir risk taşımayan bu tarz doğal enerji kaynaklarına yatırım yapmak daha doğru, sağlıklı ve akılcı olmaz mı?

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com