Gerçekleri gelecekten gizleyemeyiz

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Ne gelişmiş toplumlarda bile giderek artan ayrımcılığın, ne savaşlara dev bütçeler ayırırken göz önünde olmayan ülkelerde yaşanan açlığın hesabını verebileceğiz gelecek kuşaklara. Sorarlar mı? Öyle umalım.

Henrietta Mccall, orijinali The British Museum Press’ten yayımlanan Mezopotamya Mitleri adlı kitabında (Phonix Yayınevi, 2011) British Museum’daki ve Louvre’daki muazzam rölyeflerden “zafer, düzen ve hakimiyeti anlatmaktadır” diye söz eder.
“… savaş hazırlıklarını, mücadeleleri, kuşatmaları, savaş arabalarını ve görkemli aslan avlarını göstermektedir. Rölyeflerin koruyucuları, tam da onlara yaraşır şekilde muazzamdır: beş bacaklı, mükemmel bukleleri olan ve dizginli devasa kanatlı boğalar ve aslanlar. Bu antik medeniyetler hakkında bildiklerimizin çoğu, uzun yıllar önce orada yaşayanların bilmemizi istedikleri şeylerden ibarettir. Büyük ölçüde propagandadır.”
Bu sözler bugün bizim coğrafyamızda yaşayanların ileride tarihi nasıl resmedeceklerini düşündürtüyor insana. Ortadoğu’da bütün dünyayı ilgilendiren dengelerin yeniden oluşumuna şahit olurken yaşanan acıları nasıl dile getireceğiz gelecek kuşaklara?.. Suriye’de yaşanan savaşı hangi gerekçelerle açıklayacağız? Daha önemlisi hangi gerekçe savaşı, insanların öldürülmesini meşru kılabilir?
Açıklamak da güçlük çekeceğimiz soruları çoğaltmak mümkün. Gözümüzü Suriye’den dünyanın diğer ülkelerine çevirmek yeterli bunun için.

Bitmeyen ayrımcılık
Avrupa mesela… Avrupa’nın 21. yüzyılda hâlâ nasıl olup da etnik ve dini ayrımcılık konusunda bir arpa boyu yol alabilmiş olduğunu anlatmak kolay mı?
Hatırlayalım… Uluslararası Af Örgütü bu yılın nisan ayının sonlarında açıkladığı raporda, Avrupa’da yaşayan Müslümanların sık sık ayrımcılığa uğradığını bildirdi.
Özellikle Belçika, Fransa, Hollanda, İspanya ve İsviçre’nin mercek altına alındığı raporda, Müslümanlara yapılan ayrımcılığın eğitim kademelerinden iş yaşamına uzandığı belirtiliyordu. Keza, İsviçre’deki minare yasağı ve İspanya’da cami yapımına getirilen kısıtlamaların da İslam karşıtlığını körüklediği raporda yer aldı.
Avrupa İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks aşağıdaki sözlerini ise temmuz ayın sonunda sarf etti:
“Artık Müslümanları Avrupa toplumlarının bir bütünü olarak görmenin zamanı geldi. Irkçılık ve hoşgörüsüzlüğün eski ve yeni biçimlerinin kökünü kazımak için bir ‘Avrupa Baharı’na ihtiyacımız var.”
Avrupa Baharı! Ortadoğu’da taşları yerinden oynatan, diktatörlükleri deviren Arap Baharı teriminden esinlenen muhteşem bir “tarif.”
Avrupa’da Müslümanlara yönelik ayrımcılık politikalarının tehlikesini fark eden Muiznieks’in derdini Batı’nın ürettiği bu tartışmalı terimle anlatması, modernizmin çelişkilerle dolu tarihinin köklerinin bulunduğu kıtaya yönelik çok önemli bir uyarı.
1990’lı yıllardan bu yana Avrupa Birliği üzerinden sınırları yok edebilmek için dev adımlar atmış, birarada yaşama kültürünü yerleştirmek için çaba sarfetmiş bir kıtanın ayrımcılıkla savaşta ne denli yetersiz kaldığını gösteren bir uyarı.
Elbette, 11 Eylül saldırılarının ardından oluşan güvenlik paranoyası da besledi bu süreci. Ancak bu paranoya Müslümanların Avrupa’daki konumunu tek başına açıklamak için yeterli değil. Giderek daha tehlikeli bir biçimde Müslümanlar aşırı sağcı ve popülist siyasi partilerin hedefi haline gelmeye başladı.
Nils Muiznieks Avusturya, Belçika, Danimarka, Fransa, İtalya, Hollanda, Norveç ve İsviçre’nin isimlerini sıralayıp bu ülkelerdeki sağcı popülist siyasetçilerin seçim hesapları nedeniyle Müslümanları hedef almasını eleştiriyordu.
Avrupa Birliği Temel Haklar Ajansı’nın verilerini de hatırlatıyordu: Avrupa Birliği topraklarında yaşayan her üç Müslümandan biri son 12 ay içinde “ayrımcılık kurbanı” oldu.
Bir başka veri ise Avrupa’da yaşayan Müslüman kadınlarla ilgiliydi. Bu kadınların içinde bulundukları toplumun kendilerine getirdiği dinsel simgelerdeki sınırlamalar nedeniyle iş bulma şanslarının çok azaldığını söylüyordu Muiznieks.
Hemen hemen aynı zamanda, bu görüşü teyid eder nitelikte bir başka haber de Hamburg’dan geldi. Haber Hamburg’da Müslümanlarla bir “Hak Eşitliği Antlaşması” imzalanacağı yönündeydi. İlk kez gerçekleşecek bu antlaşmayla Müslümanların hukuki açıdan diğer dini topluluklarla eşit bir statüye kavuşması amaçlanıyor. Müslüman kadınların kılık kıyafetinden dolayı mesleklerini yerine getirmede kısıtlamaya uğramayacakları antlaşmanın maddelerinden sadece biri…

Silah bütçesi
Daha doğuya gidelim… ABD’nin kurmaya başladığı füze kalkanına etkili bir yanıt vereceğini daha önce açıklamıştı Rusya. Dediğini de yaptı, nükleer başlık taşıma yeteneğine sahip İskender-M füzelerinin seri üretimine başladı. 17 fabrikada birden yapılacak üretim için ayrılan kaynak, Rusya Başbakanı Medvedev’in sözlerine bakılırsa, yaklaşık 750 milyon dolar.
Rusya Devlet Başkanı Putin, birkaç ay önce, Rossiiskaya Gazeta’da bir makale yayınlamıştı. Rusya’nın önümüzdeki on yıl içinde 400 kıtalararası balistik füze, 600 savaş uçağı, nükleer denizaltılar ve S-400 füzesavar sistemleri için 23 trilyon ruble (772 milyar dolar) harcamayı planladığını yazıyordu makalede.
Bu bitmez tükenmez silahlanma yarışı Sovyetler Birliği parçalanmadan evvelki iki kutuplu dünya düzeni içinde “dehşet dengesi” gibi ifadelerle anılırdı. Ne yazık ki görülen, bu denge adı altında sunulan çılgınlığın tarih kitaplarına Soğuk Savaş dönemine ait bir özellik olarak geçmeyeceği.

Mülteci dramı
Rusya’dan çıkıp Afrika’ya, Sudan’a uzanalım. Orada da hesabı gelecek kuşaklara verilemeyecek bir dram yaşanıyor.
Geçen yıl ayrılan Sudan ve Güney Sudan arasındaki sınır bölgesinde mülteci krizi ciddi seviyelere ulaşmış durumda. Save the Children adlı kuruluş sınırdaki çatışmaların çok sayıda insanın iltica etmesine yol açtığını duyurdu. Vakfa göre, Güney Sudan’daki kalabalık ve berbat koşullardaki mülteci kamplarına her gün iki bin çocuk ekleniyor.
Örgütün Güney Sudan müdürü Jon Cunliffe’nin sözleri trajediyi anlatmak için yeterli: “En kötü tahminler dediğimiz şeyler, artık gerçeğe dönüştü. Dünyanın en uzak noktalarından birinde, tam anlamıyla bir insanlık krizi yaşandığına tanık oluyoruz.”
İsmini Türkiye’de de duyurmuş olan Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü ise mülteci kamplarındaki kötü yaşam koşulları nedeniyle mülteciler arasında hastalıkların yayıldığını açıklamıştı.
Bir başka yardım örgütü olan “Médecins Sans Frontières” Güney Sudan’daki bir mülteci kampındaki ölüm oranının “acil durum tanımı için kabul edilen eşiğin neredeyse iki katı olduğunu” söylemişti.

Hesap belli
Basit bir akıl yürütmeyle, dünyadaki gelişmiş ekonomiye sahip ülkelerin yapacağı yardımlarla mülteci kamplarındaki koşulların düzeltilebileceğini tahmin etmek zor değil. Yardım sağlandığı takdirde, Batı ülkelerindeki genç insanların bugün ismini bile bilmediği, tedavisi de nasıl önleneceği de bilinen hastalıklar nedeniyle yaşanan ölümleri durdurmak mümkün; ama ne yazık ki gerçekleşmiyor işte.
Oysa Suriye’deki savaşta Esad rejimine karşı savaşan muhaliflere akan paranın haddi hesabı yok. Esad hükümetinin askeri olanakları karşısında muhalifler babadan kalma beylik tabancalarıyla savaşmadıklarına göre büyük meblağlara denk gelen silah yardımı yapıldığı ortada.
Daha geçen nisan ayında Kanada Dışişleri Bakanı John Baird muhalif gruplara “demokrasi yanlısı faaliyetlerde kullanılmak üzere” bir milyon dolar yardımda bulunulacağını açıklamıştı. Eksik yazmayalım, Kanada “Suriye’deki acil insani ihtiyaçlar için” de 7.5 milyon dolar vaad etmişti. Sadece Kanada’dan söz ediyoruz. Birincil çıkarları olan ABD ya da İngiltere’den değil.
Bu örnekler Suriye’de herhangi bir tarafı haklı göstermek için değil, bugünün sıcak gündeminden örneklerle savaşa ayrılan paranın ne denli yüksek olduğunu vurgulamak için.
Bir yanda dünyanın göz önünde olmayan yerlerinde yaşanan açlık, salgın hastalık gibi sorunlara ayrılan sınırlı yardımlar, bir yanda savaşa ayrılan devasa bütçeler… Gelecek nesillere hesap veremeyeceğimiz ortada. Tek umut onların bu hesabı soracak bilinçte olması.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com