Déjà vu sıkıntısı

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Hollywood yeniden çevrim filmlere meraklı. Ya gerçek hayat? Orada da bize insan haklarından nükleer tehdite aynı filmi seyrettirmiyorlar mı? Yıllardır süren Somalili korsanlarla mücadelede sahne değişse de senaryo aynı değil mi?

İyi gişe yapmış ya da gişesinden bağımsız olarak “unutulmazlar” arasına girmiş birçok filmin yeniden çevrimlerini görmeye alışığız sinemada.
Elbette Avrupa’da hiç olmadığını söylemek mümkün değilse de aslında bir Hollywod geleneği bu. Önümüzdeki sezonlarda daha çok izleyeceğiz onlardan. Bir Yıldız Doğuyor (A Star Is Born) mesela. Barbara Streisand’ın yıldızını daha da parlatan bu filmin yeniden çevrimine soyunmuş durumda Hollywood. Peki ama bu yeniden çevrim mantığı sadece sinemaya mı özgü? Özellikle siyasetteki gelişmeler karşısında sık sık kullandığımız bir ifade değil mi “biz bu filmi görmüştük” sözleri?
O halde fırsat bu fırsat dünyadaki “yeniden çevrim”lerin öne çıkanlarına bir göz atalım.
Mayıs ayının ortalarında Avrupa Birliği (AB) donanmasına bağlı güçler Somali’deki korsan üslerine ilk kez kara operasyonuyla müdahale etti. Bugüne kadar kaçırılan gemilerle birlikte rehin tutulan mürettabata ve yolculara bir zarar gelebilir kaygısıyla hiçbir müdahalede bulunulmuyordu korsan üslerine. Korsanlara yönelik son, karadaki üsleri hedef alan ilk operasyon çerçevesinde, AB’nin korsanlarla mücadele için gönderdiği askerler Haradheere Limanı civarındaki korsan üslerine girdi. Operasyonda çok sayıda tekne imha edildi.
Aslında üslere bir kara harekatıyla müdahale edilmedi. Daha çok bir hava indirme harekatıydı bu. Askeri gemilerden kalkan helikopterler kullanıldı. Yapılan açıklamaya göre, Somali hükümetinin de desteğiyle gerçekleşen korsanların karada güvenli bir üs edinmesini engellemeyi amaçlayan operasyonda AB güçlerinden de Somalilerden de herhangi bir kayıp olmadı.
Korsanlara yönelik operasyonlarda kara üsleri yeni bir “yorum” gibi kabul edilse de dünya “korsanlarla savaş” filmini daha önce izlemişti. 2000’li yılların ortalarından itibaren dünya kamuyoyunun gündemine gelmeye başlayan korsanlık olayları artış gösterdikçe uluslararası toplum önlem almaya çalıştı.
2011 başlarında Chatham House adlı bir İngiliz düşünce kuruluşunun yayımladığı raporda, 2005’ten 2011’e deniz korsanlığının faturasının beş kat arttığı yazıyordu. Raporla ilgili bir başka kuruluşun, One Earth Future Foundation’ın yetkilisi Anne Bowden ise BBC’ye, Somali açıklarındaki donanma operasyonları için yılda iki milyar dolar harcandığını, gemilerin farklı rotaları kullanmasının da 2,5-3 milyar dolar arasında maliyet getirdiğini söyledikten sonra ekliyordu: “Bu maliyetlerdeki artış astronomik boyutlarda. Asıl kaygı yaratan sorun ise, bu harcamalarla sadece ‘hastalığın belirtilerinin’ tedavi edilmesi. Hastalığın asıl nedenini gidermek içinse, hemen hemen hiçbir şey yapılmıyor.”
2008’den bu yana konu üzerinde “hassasiyetle” duran uluslararası örgütlerin geliştirdiği stratejiler Somali açıklarındaki korsan saldırıları azaltmaya yetmedi. Geçen yıl Somali civarında 200’den fazla gemi korsanların saldırısına uğradı.
2011’de Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslarararası Denizcilik Bürosu’ndan yapılan açıklamada, 2011’in ilk yarısında korsanlık olaylarının 2010’a göre üçte bir oranında arttığı bildirilmişti.
Bölge, bugün hâlâ dünyanın en tehlikeli deniz suları arasında gösteriliyor. Son olarak mayıs ayında Somalili korsanlar, Umman Denizi’nde Yunan bandıralı bir tankeri rehin aldı.
Kara üslerine yönelik stratejinin ne derece etkili olacağı daha şimdiden tartışmalı. Kıyı şeridindeki korsan üslerine karşı düzenlenen operasyonların sadece kısa bir süre için avantaj sağlayacağını söyleyen birçok uzman var. Korsanların biraz daha iç bölgelere yerleşmelerinin çok kolay olduğunu savunuyorlar.
Sonuçta, 2012’de yapılanlar da maliyetler de değişmemiş durumda. Bowden’ın yorumu hâlâ geçerli. Galiba bu filmi epey bir süre daha göreceğiz.

Hep aynı korku
Devletlerin dönüp dolaşıp güvenlik bahaneleriyle silahlanmayı sürdürmeleri ise bitmeyen bir korku filmi gibi.
Mayısta Viyana’da yapılan “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması 2015 Gözden Geçirme Konferansı” hazırlık toplantısından çıkan sonuçlar, toplantının ismi kadar uzun değil. İşin aslı, elle tutulur bir sonuç yok ortada. Bu da devletlerin riskli politikalarının sürdüğünün işareti. Katılımcılar toplantıda ne ellerindeki nükleer silahların hangi sürede, nasıl yok edileceğine dair somut bir plan sundu ne de daha önce belirlenmiş planlara dair bir gelişmeden söz edilebiliyor.
Her ay çeşitli vesilelerle dünya basınında yer alan gelişmeler nükleersiz bir dünyaya ulaşmada daha çok yol kat edilmesi gerektiğini gösteriyor. ABD’nin tüm dünyanın gözünün içine baka baka “tehdit değil, tehdite karşı“ diye yalan söylediği füze kalkanı bunun en açık delili.
Birçok uluslararası politika uzmanı ve silahsızlanma konusunda çalışan sivil toplum örgütlerinin uyarısı gerçek oldu işte. Rusya sürekli karşı olduğunu açıkladığı füze kalkanına karşı yeni nesil kıtalararası balistik bir füze denedi. Taşıyabileceği nükleer başlık sayısı ve menzili açıklanmayan füzenin başarısı sonrasında Rusya mutlu görünüyordu. Ama ABD’nin füze kalkanı nasıl huzursuzluk yarattıysa bu da insanlar da aynı etkiyi yarattı.
Oysa füze kalkanı gibi sistemlerin Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi nükleer silahlanmayı artıracağı uyarısında bulunmuştu uluslararası sivil toplum örgütleri, defalarca.
Kısaca söylersek, tüm dünya nükleer savaş tehditiyle yaşamaktan bıktı ama başta ABD ve Rusya olmak üzere nükleer silah sahibi devletler silansızlanmayla ilgili her toplatıda aynı yalanı söylemekten vazgeçmedi. İki ülke de bu tip uluslararası toplantılarda silahların sınırlandırılacağını belirtiyor, ama bunu hangi takvimle ve nasıl bir denetim mekanizmasıyla yapacaklarını açıklamıyor.

Hak ihlalleri sürüyor
İnsan hakları ihlalleri ise maalesef hâlâ yüksek düzeyde seyrediyor. Ortadoğu eksenli yayımlanan son rapor mayıs ayında Uluslararası Af Örgütü’nden geldi. Rapora göre, 2011’de bölgede birçok ülkede, devletlerin yapılan protesto gösterilerini bastırmak adına güç kullanması beraberinde sayısız insan hakları ihlalini getirdi. Devrilen hükümetlerin ardından oluşan yönetimler için de geçerli bu durum. Onlar da sokakları, meydanları dolduran insanlara karşı orantısız güç kullandı, bastırma yöntemleri insan hakları ihlallerini doğurdu.
Son bir yıldır birçok rapora konu olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde değil sadece, Çin’den İsrail’e, Türkiye’den Sudan’a, Afrika’dan Amerika’ya dünyanın her yerinde farklı hak ihlalleri yaşanıyor.
Sadece bir iki örnek durumu özetlemeye yetmeyecek elbette ama bir fikir vermesi açısından anlamlı olabilir.
İlki 2011’de yaşanan bir olayla ilgili. Yaklaşık iki ay kadar önce Avrupa Konseyi açıkladı: Mayıs 2011’de NATO tarafından yapılan bir dizi hata yüzünden küçük bir teknedeki 63 Libyalı mültecinin hayatı kurtarılamadı.
Sadece dokuz kişinin sağ kalabildiği olayda, mülteci teknesi 15 gün Akdeniz’de beklemiş, yakıtı bittikten sonra Libya’ya geri sürüklenmişti. Oysa o sıralarda bölgede bir dizi faaliyet yürütülüyordu.
Avrupa Konseyi’nin raporunun BBC’de yayımlanan bir bölümü insanların nasıl pisi pisine öldüğünü gösteriyor: “Aşırı kalabalık, çok az yakıtı ve suyu kalmış tekneden 18 saat denizde kaldıktan sonra uydu telefonuyla İtalya’da yaşayan Eritreli bir rahibe imdat telefonu ulaştı. Bu bilgi İtalyan sahil muhafaza güçlerine bildirildi. Onlar da uydu telefonunun yerini saptamak suretiyle teknenin yerini buldular. Fakat bu bilgi bölgedeki hiçbir gemiye ulaştırılmadı. NATO burasının kendi kontrolündeki bir askeri bölge olduğunu bildirdi ama hiçbir kurtarma harekatına girişmedi. Birkaç saat sonra bir askeri helikopterden gemiye su ve yiyecek atıldı ama bu helikopter bir daha geri gelmedi. Tekneden iletişim kurulan iki balıkçı teknesi yardıma gitmeyi reddetti. Teknedekilerin yaklaşık yarısının zaten öldüğü onuncu gün büyük bir askeri tekne yaklaştı ama durumun feciliği açıkça görülmesine rağmen yeniden uzaklaştı.”
Uzatmayalım, ister denizde ister karada, ister ulusal ister uluslararası arenada, ister doğrudan ister dolaylı olarak, ister savaşta ister barışta devletler kendi çıkarları için insan hakları ihlallerini meşru kabul ettikleri sürece bu korkunç tabloda bir değişiklik beklemek zor gözüküyor. Hak ihlalleri bir yeniden çevrimden çok “devam filmleri”ni andırıyor, ne yazık ki.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com