
Canlıların hayatını umursamayan, hayatla inatlaşan düzenimizi gözden geçirmeliyiz. Şimdi muhterislerin bakışıyla, muktedirlerin dayatmalarıyla değil, evrimin içimize sakladığı kadim bilgilerle hareket etme, aklımızın doğayla uyumunu yeniden bulma zamanı
Rutin hayatımızdaki işleri yapmanın, hayatı alışageldiğimiz biçimiyle sürdürmenin zor olduğu bir dönem… 6 Şubat’tan bu yana…
Aslında gücümüz yetse, yaşamak üzerine, daha doğrusu, nasıl yaşamamız gerektiği üzerine düşünmenin şimdi tam zamanı. Bu toprakları evi, üzerindeki canları yakını bilmiş birçok kişi için mevcut yaşam düzeniyle yüzleşmenin son fırsatı belki… Ama önce sorumlularla hesaplaşmak gerek tabii. Sorumluları sorumsuz kılan yapısal bozukluklarla, yapının kendisiyle…
İnsanların doğayı anlamadığından, güçlü görünen muktedirlerin acizliğinden, yanlış seçimlerin ölümcül bedelinden, gösterişin vurdumduymazlığından, yalanların trajik sonuçlarından söz etmek lâzım belki de…
“Yalan asla masum değildir”
Philippe J. Dubois ve Elise Rousseau Kuşların Felsefesi kitabında, kuşların kralı gibi görülen kartala, insanların çarpık gözlemlerinden sıyrılarak doğal bir bakış atar. Birçok devletin ve siyasal partinin ya da kendini güçlü göstermek isteyen kurumsal yapıların kartalı amblem veya simge olarak seçtiğinden söz eder. Kartalın uçuşunun görkeminin, benzersiz görüşünün ve sarı gözlerinin sertliğinin hakkını teslim ettikten sonra “ancak” diye devam eder, “mucize gagasını açıncaya kadar devam eder: Çıkardığı sesle anca dişsiz birininki kadar zariftir.
(…) Kartal avını yakalamada gücüne ve silahlarına (ürkütücü gaga ve pençeler) güvenir ama bölgesini savunmak söz konusu olduğunda pek cesur olduğu iddia edilemez. Kartalın tabansız olduğunu söylemek biraz abartılı olacaktır ama bu dünyanın muktedirleri tarafından kendisine bu kadar değer biçilmesi ve bayrakları bu kadar çok süslemesi şaşırtıcıdır. Eğer gaye gerçek cesaretin simgesini bulmak, savaşçı bir kuş seçmekse kızılgerdan da bir o kadar işlerini görürdü. Zira onun bahçe sevdalısı havalarının ardında tam bir kavgacı yatar. (…) Ama bir bayrağın veya kılıcın üzerinde yer alan on dört santimlik bir kızılgerdanın, iki metreden fazla kanat açıklığıyla krallara yaraşır bir kartal kadar havası elbette yoktur.”
Yazarlar “Fransa’nın ulusal amblemi” olan horoza yiğitlik üzerinden baktıklarında da benzer bir algı hatasından söz eder; mesele eşini ve yavruları savunmak ise erkek kazın bu işi çok daha iyi yaptığını anlatır. “Horozunsa korktuğunda, kümeste göğsünü kabartırken sergilediği cihangir edanın tam aksi çığlıklar atarak sıvıştığını görürüz. Fakat doğrusu, vatanın simgesi olarak kazdan yana tercihte bulunmak, gayet düzgün bir aile yaşantısı olan -zira bir dişiyle bir erkek ömür boyu birleşir- biraz hantal, biraz yağlı bir kuşu seçmek olurdu.”
Parlak tüyleri ve fiziğinin verdiği dik duruşuyla, tavukların arasında dolanan “Don Juan horoz”un tırsıklığı ile ürkütücü, sert bakışlı kartalın bölgesini savunmada küçük bir kuş kadar olamayışı durmadan kendini olduğundan büyük gösteren, içi kof bir toplumsal kurumu hatırlatmıyor mu? Haddini fütursuzca aşan, kifayetsizliğini boş bir hamaset edebiyatıyla gizlemeye çalışan bir muktedir hâli çağrıştırmıyor mu?
O halde Camus’nun Caligula’sının ağzıyla konuşalım: “Yalan asla masum değildir (…) işte bunu affedemem.”
Geleceğin inşası
“Tarihteki her an bir dönüm noktasıdır. Geçmişten bugüne tek bir yol gelir, ancak bugünden geleceğe giderken çatallaşarak sonsuz sayıda seçenek sunar” diyor Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens adlı meşhur kitabında, Yunan tragedyalarında kaderinden kaçamayan kahramanlara taş atar gibi…
Doğayı küçümseyen, aldırış etmeyen insanların açgözlülüğünün, hırsının neden olduğu yaşadığımız yıkım bir Yunan tragedyasını andırıyor. Sadece muktedirlerin hırsları ve işbirlikçilerin vicdansızlığıyla şekillenen ve sonunda kaçınılmaz sona yenik düşen bir hikâye oluşuyla değil, aynı zamanda, mesela, Kral Oedipus’taki gibi öngörülmüş, gerçekleşmeden önce söylenmiş olmasıyla da…
Fakat şimdi Harari’ye paralel düşünme zamanı. Bütün bu yıkımın nasıl olduğunu anlamanın yanı sıra neden olduğunu da bulmalıyız. “Nasıl’ı tarif etme, birbirini izleyen belirli olaylar dizisini yeniden kurmaktır. ‘Neden’i açıklamak ise, diğer bütün olayları hariç tutarak bu olaylar dizisinin meydana gelişindeki sebep sonuç ilişkilerini bulmaktır.”
2023 Şubat’ından sonra umarız, bugüne kadar olduğundan farklı düşünmeyi, farklı yaşamayı beceririz, ki hiçbir şey eskisi gibi kalmasın.
Zararı önlemenin yolu bilindiği halde bu ölümcül sonuçlara katlanmak zorunda kalışımız hepimize dert, o dert geleceğe umut olsun; değerini bir kez daha kanıtlamış toplumsal dayanışma da kesintisiz gücümüz…
“Bir yonca, bir de arı yeter bir çayır yapmaya,
Bir arı, bir yonca,
Bir de hayâller.
Sadece hayâl de yeter,
Arılar azsa eğer.”
(Emily Dickinson)
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.