1974’te Kıbrıs’ın, Yunanistan kontrolüne geçmesini ve Londra Antlaşması ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal statüsünün bozulmasını önlemek ve soydaşlarımızın can ve mal güvenliklerini sağlamak maksadı ile 20 temmuz 1974’te başlatılan Kıbrıs Barış Harekâtı 50’inci yılına girmektedir.
Bu nedenle Ada ile ilgili tarihi gelişmeleri ve son durumu değerlendirmek yerinde olacaktır.
Rum -Yunan tarafı ve onların propagandalarının etkisi altına giren çevreler Kıbrıs sorununun 1974’te Türkiye’nin Ada’yı işgal (!) etmesi le başladığını ileri sürmektedir. Aşağıda inceleneceği gibi bu tarihi gerçeklere tamamen aykırıdır.
Sorunun temelinde Yunanistan ve Kıbrıs Rumları’nın Ada’yı Yunanistan’a bağlamak (ENOSİS) istemeleri ve Kıbrıslı Türkleri azınlık olarak görmeleri yatmaktadır. Bu politika, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına tamamen aykırıdır.
Türkiye’nin Kıbrıs’la ilgili ulusal çıkarları Ada’nın kısmen veya tamamen Rum – Yunan kontrolüne geçmesini önlemeyi gerektirmektedir. Ada, Rum-Yunan kontrolüne geçerse Ege’de başlayan Türkiye’yi denizden kuşatma halkası tamamlanacak; bir savaş durumunda Türkiye, güney limanlarından ikmal yapamaz duruma gelecek ayrıca Doğu Akdeniz’deki zengin hidrokarbon kaynaklarından mahrum kalacaktır.
Rum-Yunan kontrolündeki Ada’ya konuşlandırılacak uçaklar ve uzun menzilli füzeler ülkemizi doğrudan tehdit altına sokacaktır. Kıbrıs, Anadolu Yarımadası’nın ileri karakoludur.
Bunların yanında Türkiye’nin, Kıbrıs Türk halkının güvenliğini ve çıkarlarını korumak gibi moral bir yükümlülüğü vardır.
Kıbrıs sorunu 1925 yılında Ada’nın İngiliz sömürgecilerin yönetimine geçmesi ile başlar. Kendilerini Ada’nın tek sahibi olarak gören Rumlar önce İngilizler’i sonra Türkler’i Ada’dan kovmak için 1955 yılında kurdukları EOKA Terör Örgütü ile terör eylenmelerini başlatmışlardır.
Ada üzerinde Türkiye, Yunanistan, ve İngiltere’nin çelişen çıkarları olmasına rağmen 1959 Zürih Anlaşması ile ortak bir zeminde uzlaşmaya varılmış, Kıbrıslı Türk ve Rum halklarının da katılımı ile aynı yıl yapılan Londra Anlaşması ile Kıbrıslı Türklerin azınlık değil, eşit kurucu ortak olarak kabul edildikleri ve yönetime katıldıkları bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Aynı yıl Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal statüsünün bozulmaması için Türkiye Yunanistan ve İngiltere arasında bir “garantörlük anlaşması” imzalanmıştır.
Ancak Enosis emellerinden vazgeçmeyen Rum tarafı anayasayı bozmak ve Türkler’i azınlık haline getirmek maksadıyla “Akritas Planı” denilen bir plan yapmıştır. Akritas Planı’nın kullandığı güç EOKA denilen gayrinizami kuvvet; kullandığı metot ise terörle Kıbrıslı Türkler’i yıldırmak, yok etmek, çatışmaları Ada’ya yayarak Enosis’i ilan etmektir. EOKA’nın saldırıları karşısında Türkler’i savunmak üzere 1957 yılında Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) kurulmuştur.
Londra Anlaşması ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ömrü kısa olmuş; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Makarios’un 1963 yılında Kıbrıslı Türklerin anayasa ile tanınan yönetime katılma haklarını ellerinden alan ve onları azınlık durumuna getiren anayasa değişiklik teklifi Türk toplumu tarafından reddedilince Akritas Planı uygulamaya konularak Kıbrıslı Türkler’i sindirme ve imhayı öngören geniş çaplı ve şiddetli terör eylemleri başlatıldı. Türkiye’nin garantörlük hakkını kullanarak askerî müdahale girişimi hem teknik nedenlerle yapılamadı hem de ABD Başkanı Johnson’un ünlü mektubu ile engellendi.
Türk jetlerinin Lefkoşe üzerindeki uyarı uçuşu ile Rum tarafı geri çekildi.
1964’te Rumların Erenköy Türkleri’ne saldırıları yine Türk jetleri tarafından durduruldu. Bu operasyonda yüzbaşı Cengiz Topel şehit odu.
1967’de Yunanistan’daki Albaylar Cuntası’nın kışkırtması ile EOKA Örgütü ve Ada’ya gönderilen Yunan askerleri tarafından Türkler’e karşı terör eylemleri yeniden ivme kazandı. Bu kez Türk Hükûmeti’nin kararlı duruşu ve etkili bir kriz yönetimi ve ABD’nin araya girmesi ile Rum tarafı eylemlerini durdurdu ve Yunan askerleri Ada’dan çekildi.
1963 ve 1967 krizlerinden ders alan Türkiye Kıbrıs’a Çıkarma Harekâtını da içeren müşterek bir harekât için kuvvet geliştirirken Kıbrıs Türk Halkı Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş önderliğinde “Geçici Türk Yönetimi’ni” kurarak egemenlini eline aldı.
1967 Krizi’nden sonra BM Genel Sekreteri’nin girişimi ile soruna diplomatik çözüm bulmak amacı ile 1968 yılında toplumlar arası görüşmeler başlatıldı. Türkiye, Yunanistan, BM, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının temsilcileri ile genişletilmiş olan toplumlar arası görüşmelerden Rum-Yunan tarafının uzlaşmaz tutumu nedeniyle bir sonuç alınamadan 1974 yılna gelindi.
Bir yanda toplumlar arası görüşmeler yapılırken öte yandan Akritas Planı gereği Rum Milli Muhafız Ordusu ve EOKA tarafından Türkler’e baskı ve zulüm sürdürülüyordu. Bu süreçte 30 bin Kıbrıslı Türk 103 köyü boşaltmak zorunda kalmıştı.
1974 Kıbrıs Barış Harekatı:
Bardağı taşıran son damla Yunanistan Albaylar Cuntası’nın girişimi ile Rum Millî Muhafız Ordusu ve EOKA tarafından, Yunanlı Subayların yönetiminde Nicos Samson’un 15 temmuz 1974’te Cumhurbaşkanı Makarios’u devirdiği ve kendisini Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ilan ettiği darbe oldu. Darbenin amacı Enosisi gerçekleştirmekti.
Bu, 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları’na aykırı olduğu gibi Türkiye açısından kabul edilemez bir durumdu. Başbakan Ecevit, Londra Garantörlük Anlaşması’na uygun olarak önce İngiltere’ye birlikte müdahaleyi önerdi fakat olumlu bir yanıt alamadı. Ecevit, 19 Temmuz akşamı Londra’dan döndü. TSK 20 temmuz sabahı çıkarma, hava indirme ve uçarbirlik harekâtını kapsayan Birinci Barış Harekâtı’nı başlattı. İki gün içerisinde Girne Bölgesi’nde kıyı başını tesis etti, Girne Lefkoşa yolunu kontrol altına aldı ve 22 Temmuz’da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ateşkes çağrısına uydu.
Harekât üzerine Türkiye, Yunanistan ve İngiltere Dışişleri Bakanları Cenevre’de bir araya gelerek 30 Temmuz’da Türkiye’nin haklılığını kabul eden “Cenevre Protokolü” üzerinde anlaştılar. Üç bakan 8 Ağustos’ta Kıbrıs’ın anayasal statüsünün belirlenmesi maksadıyla Cenevre’de ikinci bir toplantı yaptı ise de bu ikinci Cenevre Konferansı’ndan sonuç alınamadı.
Birinci Barış Harekâtı’nda birliklerimiz stratejik hedefleri ele geçirmişler ve daha büyük birliklerin çıkmasını mümkün kılacak kıyı başını elde etmişlerdi. Ancak birliklerimizin çoğu Girne etrafındaki kıyı başında sıkışık durumdalardı ve siyasî hedefin elde edilebilmesi için daha geniş bir bölgeyi kontrol etmek gerekiyordu. İkinci Cenevre Konferansı’ndan sonuç alınamayınca 14 Ağustos’ta İkinci Barış Harekâtı başlatılarak iki gün içerisinde Ada’nın yüzde 38’ine hâkim olan bugünkü sınırlara ulaşıldı ve 16 Ağustos’ta Harekât durduruldu. Her iki Harekât’ta zayiatımız 498 şehit ve 1200 yaralıdır.
Her iki Harekat’ta TSK’nın ayrıntılı planlama ve koordinasyonunu gerektiren büyük çaplı müşterek harekâtı başarı ile yapmasının temelinde 1963 ve 1967 olaylarından ders alarak kuvvet yapısı, modernizasyon, teşkilatlanma ve eğitim açısından böyle bir harekata planlı olarak hazırlanması bulunmaktadır.
Harekâtın sonuçları:
- Enosis önlenmiş oldu.
- 1975’te imzalanan nüfus mübadelesi anlaşması ile güneyde yaşayan 65 bin Türk kuzeye geçerek Rum mezaliminden kurtulup TSK’nın güvenliği altına girdi. Aynı şekilde kuzeyde Türk Bölgesi’nde yaşayan 120 bin Rum, güneye geçti. Böylece iki kesimlilik oluştu ve Ada’ya barış geldi.
- Türk Bölgesi’ndeki işgücü açığını kapatmak üzere Türkiye’den 40 bin kişi Türk Bölgesi’ne yerleştirildi. İki kesimlilik pekiştirildi.
- Türkiye, ulusal çıkarları söz konusu olduğu durumlarda bağımsız hareket edebileceğini göstermiş oldu.
1974 Sonrası:
Barış Harekâtı sonrasında Kıbrıs Türk halkı, Rum egemenliğini reddederek kendi egemenlik hakkını eline almış, bu maksatla 13 Şubat 1977’de Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni (KTFD); 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) kurmuştur. İki toplum liderleri arasında ikili görüşmeler ve BM Genel Sekreteri aracılığı ile dolaylı görüşmeler yapılmış ancak Rum tarafının Türkleri azınlık olarak görmesi, iki kesimliliği kabul etmemesi ve kendsini tüm Ada’nın egemeni olarak görmesi nedeniyle bir sonuç alınamamıştır.
1977 tarihli Denktaş- Makarios ve 1979 tarihli Denktaş- Kipryanu Zirveleri’nde anlaşmaya varılmakla birlikte bu anlaşmalara Rum tarafı uymamıştır.
BM Genel sekreteri de Ccuellar’ın 1986 yılındaki çözüm önerileri Türk tarafınca kabul, Rum tarafınca reddedilmiştir.
Yine BM Genel sekreteri Butros Gali’nin 1992’de sunduğu çözüm önerileri de Türk tarafınca kabul, Rum tarafınca reddedilmiştir.
Rum-Yunan tarafı, konuyu uluslararası platformlara taşıyarak Türkiye ve KKTC üzerinde baskı yapılmasına çalışmıştır.
Bu dönemde soruna kalıcı ve adil bir çözüm bulmak maksadıyla yapılan görüşmelerden de Rum tarafının uzlaşmaz tutumu neden ile bir sonuç alınamamıştır. 2002 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın planı da aynı şekilde Türk tarafınca kabul, Rum tarafınca reddedilmiştir.
Rum-Yunan tarafının Türkiye aleyhindeki en önemli kazanımı GKRY’nin 2004 yılında anlaşmarlara aykırı olarak tüm Ada’yı temsilen AB üyesi yapmasıdır. AB’yi arkasına alan Rum- Yunan tarafı bu tarihten sonra daha uzlaşmaz bir tutum takınmış, tüm Ada’nın temsilcisi olduğu iddiası ile Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarını diğer kıyıdaş ülkelerle paylaşma anlaşmaları yapmış ve Kıbrıs Türk halkının haklarını hiçe sayarak kendi deniz yetki alanı olarak iddia ettiği bölgelerde arama ve sondaj faaliyetlerine girişmiştir.
Sonuç ve Değerlendirme:
Yukarıda incelendiği gibi Kıbrıs sorunu 1974’te başlamamıştır. 1950’li yıllara dayanmaktadır.
Kıbrıs sorunu Rum-Yunan ikilisinin Enosis idealinden vazgeçmemesi ve 1959 anlaşmalarına rağmen Kıbrıslı Türkleri eşit kurucu ortak değil de azınlık olarak görmeleri nedeniyle 1974’ten bu yana adil ve kalıcı siyasi bir çözüme ulaşamamıştır. Ada’daki mevcut hukuki statü ateşkes durumudur.
Kıbrıs Barış Harekâtı işgal değil, Kıbrıs Türkleri’nin can güvenliğini sağlamak ve Ada’ya barış getirmek maksadıyla uluslararası anlaşmalara dayanan müdahale hakkının kullanılmasıdır.
Barış Harekât’ının siyasi hedeflerinden birisi olan Türk toplumunun güvenliği garanti altına alınmış, 1974’ten itibaren adaya barış gelmiştir.
Türkiye ve Kıbrıs Türkleri’nin çözüm bulma yönündeki iyi niyetli çabaları sonuçsuz kalmıştır. Uzlaşmaz taraf Rum-Yunan ikilisidir.
BM Genel Sekreterleri’nin (Cuellar, Gali, Annan) tüm çözüm önerileri Türk tarafınca kabul, Rum tarafınca reddedilmiştir.
ABD ve AB’ni arkasına aldığını değerlendiren Rum-Yunan tarafı daha uzlaşmaz bir tutum içine girmiştir.
Kıbrıs’ta Türkler ile Rumların ortak bir devlet kurmaları imkânsız hâle gelmiştir.
Gelinen noktada KKTC’nin uluslararası alanda tanınması ve Türkiye ile yakın işbirliği halinde Kıbrıs Türkleri’nin güvenliklerinin ve egemenlik haklarının korunması en iyi çözüm olacaktır. Bu maksatla Ada’da lehimize bir askerî denge tavizsiz sürdürülmelidir.
Güney kesimden Türkiye’ye yönelebilecek tehdit caydırıcı diplomasi ile önlenmelidir.
Kıbrıs politikamız hükûmetten hükûmete değişmeyen istikrarlı ve kalıcı bir ulusal politika olmalı. Bu aşamada KKTC’nin tanınması için çaba gösterilmelidir.
Bu konuda Dışişleri Bakanlığı’nın deneyimli diplomatları, başta Millî Güvenlik Kurulu ( MGK) olmak üzere askerî çevreler, istihbaratçılar ve bilim insanlarının görüşleri doğrultusunda kapsamlı bir strateji ve eylem planı yapılmalıdır.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.