Aklını yitiren dünyadan manzaralar

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

George Steiner II. Dünya Savaşı sonrasındaki yıkımı ve özellikle sa-vaşın insanları nasıl etkilediğini anlattığı Dönüş Yok Artık (Adam Yayınları-2002) adlı uzun eserinde, savaşta bedeni ve kimliği değişmiş bir Alman askerini koyar öyküsünün merkezine. Fransa’nın işgal altında olduğu sırada, emrindeki askerlerle yerleştiği köyde, yanında kaldığı ailenin oğlunu direnişçilere yardım ettiği için idam eden bu asker, savaş sonrasında Fransa’ya, aynı eve geri döner ve ailenin küçük kızıyla evlenmek ister. Steiner savaşın insan üzerindeki etkisini unutulmaz bir biçimde anlatırken insanların ruh halini, tepkilerini, akıl karışıklıklarını, çıkar beklentilerini, nefreti ve yaşama karşı duyulan arzuyu mükemmel bir biçimde okuyucusuna geçirmeyi başarır…
Yakın tarihin travmatik Büyük Savaş yılları geride kaldı ama 21. yüzyılın ilk on yılını deviren uygarlığımız ne yazık ki geçmişin acılarının üstüne yenilerini koymaya devam ediyor. Gücü elinde tutan devletlerin çıkar hesapları, planları, acımasızlığı; iktidarı elinde tutan kişilerin hırsları, doymak bilmezliği dünyamızın en karanlık dönemlerinden birinde her şeyi görünmez kılıyor. Tarihin hiçbir döneminde bu kadar zihin karışıklığı, bu kadar çarpıtma, bu kadar yok sayma görülmemiştir herhalde. Her taraftan, saldırandan da, mazlumdan da, izleyenlerden de içi boşalmış biçimde aynı sesler duyuluyor: İnsan hakları, demokrasi, vs… Herkesin ihtiyacı olan ama kimsenin gerçekliğine inanmadığı kavramlar haline geliyor neredeyse. Büyük devletlerin bu kavramların ardına gizlediği çıkar hesapları giderek daha fazla görünür olmaya başladıkça kavramların da içi boşalıyor o ölçüde.
II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in önemli kurmaylarından olan Joseph Goebbels’in meşhur propaganda oyunları çocuk oyunu gibi gözüküyor bugün yaşananlar karşısında. Dünyanın en ünlü ajansları haberleri otosansürden geçirerek ya da görmezden gelerek bir anlamda tahrif ediyor. Sağlıklı bilgi edinme yolları tıkandıkça tıkanıyor. Çarpık algılama bir yaşam biçimine dönüştü neredeyse. Avrupa’da, ABD’de ve tabii Türkiye’de ana akım medya seri imalat haberleri sürekli aynı formatta, aynı argümanları kullanarak veriyor. En yakın örnek Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlar. Büyük ölçüde tek boyuttan aktarılıyor, haber seçimlerinde birçok kez objektif kriterler kullanılmıyor. Bahreyn’de, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen askerlerin yardımıyla sindirilmeye çalışılan halk, işkenceyle öldürülen protestocular; gündemin, savaş naralarının arasına sıkıştırılıp gözlerden uzak tutuluyor. ABD’nin çıkar ilişkisi içinde olduğu Bahreyn iktidarının yaptıkları küçük haberlerle geçiştiriliyor ya da yok sayılıyor. Yemen’deki isyan bir türlü yeterince duyuramıyor kendini. Senelerdir Yemen’de ABD’nin istekleri doğrultusunda davranan iktidar için makul bir çıkar yolu aranırken ülkede yaşananlar, ölümler satır aralarında küçültülüyor. Oysa İran’la ilişkileri güçlü olduğu için giderek daha fazla sıkıştırılan Suriye her gün dış politika haberlerinin ilk sıralarında. Tüm gözler, büyük siyah hayal kırıklığı Obama’nın gözleri nereye bakıyor, ne görüyorsa onu görüyor sadece.
Dezenformasyon çağı kendi düşüncelerimizi yok etmeyi başarmış, kendi değerlendirmelerimizi yapmamızı sağlayan yeteneklerimizi körleştirmiş olabilir mi?

Sıradışı akıl kaymaları
Dünyadaki algılama bozukluğunu bir yana bırakıp bir başka konuya odaklanalım. Türkiye’de, fark edemediğimiz, fark edip de üzerinde duramadığımız rutin hayatın içinde gizlenen gelişmeler çok rahatsız edici…
Yıllardır tek çatışma üzerinden, laik-antilaik gerilimi üzerinden görmeye zorlandığımız Türkiye’de sokaklarda akıl almaz olaylar yaşanıyor. Siyasetin büyük oyunlarından söz etmiyoruz, sokaktaki insanın hayatından, günlük yaşamın akışından bahsediyoruz. Yoksulluğa, eşitsizliğe karşı direnemeyen, eğitim, sağlık gibi temel haklarından mahrum kalan ya da bunları kullanmakta güçlük çeken insanlar kimliklerini kendilerine sunulan alternatifler üzerinden bulmak zorunda kaldı; sorgulayamadan, yeterince anlamlandıramadan giyiverdiler önlerine konan giysileri, formaları, üniformaları.
80 darbesi sonrası, muhtemelen 80’lerin sonlarına doğru, Ferhan Şensoy’un tiyatrosunun oyuncuları İstanbul’da, kentin ortasında, en işlek caddelerden birinde Nazi üniforması giyip insanlara kimlik sormuş, üzerlerini aramış; kimseden tepki, direniş görmemişlerdi. Yaklaşık 30 yıl sonra, en az simgesel bu örnek kadar acı ama bir o kadar absürd olaylar yaşanıyor Türkiye’de. Takımları şampiyon olunca formasını giyerek sokaklarda sevinen insanlar rakip takımın taraftarları tarafından soyunmaya, formalarını çıkarmaya zorlanıyorlar. Laf atmadan, küfretmeden bahsetmiyoruz, sokakta başka birinin üzerindekileri çıkarmadan, kendinde bu hakkı görmekten, faşizmin gündelik hayatın içine yerleşmesinden söz ediyoruz. Gazetelerin kanıksadığı faşizmden, basit bir taraftar tepkisi gibi gösterilen olaylardan söz ediyoruz.
Toplumun içinde büyüttüğü, beslediği faşizmin daha vahim örnekleri de var. İzmir’de bir avukat, insanların haklarını koruyan mekanizmanın olmazsa olmaz dişlilerinden biri, deli saçması bir girişimde bulundu mesela. Karşıyaka Emniyet Müdürlüğü’ne elektronik posta gönderen bu avukat, araç sahiplerine ”KCK” harf sıralı plaka verilmesinden rahatsızlık duyduğunu bildirmiş. Neymiş; KCK harfleri PKK’nin şehir yapılanmasının kısaltmasıymış. Edebiyat tarihinin kara mizah örneklerine taş çıkartan bu akıldışı olay burada da bitmiyor, dahası var. ntvmsnbc. com internet sitesinde yer alan habere göre, “İlçe Emniyet Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bu talepler doğrultusunda ‘KCK’ harf sıralı plakaların bundan böyle verilmemesi, verilenlerin ise müracaatta bulunulması durumunda değiştirilmesi yönünde karar aldığını duyurdu.” En hafif tabiriyle “saçmalık” diz boyu diyeceğim ama görülen o ki, akıl durması bu toplumun boyunu çoktan aşmış. En iyisi sorunu kökten halletmek: Alfabeden çıkaralım bu harfleri ya da pek sevdiğimiz yönetmeliklerden birini daha yayınlayıp iki K bir C’nin “scrabel” oyunu dahil, hiçbir şart altında beraber kullanılmayacağını dosta düşmana duyuralım. Sıralı ya da sırasız fark etmez, riski göze almamalı; neme lazım, bir klavye hatası, yazanın bir anlık dalgınlığı sonucu toplumun bağrına dinamit koyulur gibi olur sonra…
Böyle korkunç örneklerle karşılaşınca ister istemez, ABD tarihinin karanlık bir devrini, Mc Carthy dönemini hatırlıyor insan. Birçok kişinin yanı sıra zamanın ünlü sinema oyuncularının, yönetmenlerinin ve yapımcılarının yargılanmasına da neden olan saçma suçlamalar o dönemin tarihe cadı avı benzetmesiyle girmesine neden olmuştu. Akıldışılık faşizan uygulamalara yol açmıştı o zaman da. Bir filmin Sovyetler Birliği’nde geçen bir sahnesinde fonda gülen köylüler var diye Sovyet propagandası yapıldığı iddia ediliyor, aksi ispat edilemezse hüküm giyiyordu insanlar…
Şimdi bir an düşünelim: ABD’nin o trajik yılları bugünün Türkiye’sine benzemiyor mu? Akıl tutulmasının toplumsal deliliğe dönüşmesine az kalmış gibi!

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com