250 yıllık bir Çınar, çağdaş uygarlık yolunda ATATÜRK ilkelerinde büyüyen, kökleri denizin kumlarına kök salmış bir yuva bir aile evi Deniz Harp Okulu ve Lisesi
Mezunu olmakla gurur duyduğum, 1773 yılından beri çağdaş uygarlık ile paralel yürüyen Deniz Harp Okulu ve Lisesi’nin 1936 yılından itibaren 18 Kasım kuruluş günü olarak kutlanmaktadır. 18 Kasım 2023’te 250’nci Kuruluş yılı kutlanacak. Dünyadaki birçok devletten ABD dâhil eski olan bu köklü okul İmparatorluğun köhnemiş yapısı içinde yeni bir umut ışığı olarak kurulmuştur. Denizlere hâkim olamamanın getirdiği felaketleri ancak bilim ve teknolojiye önem vererek olacağı maalesef bir deniz felaketi sonunda anlaşılmıştır. Dünyanın ilk 3 harp okulu arasında kurulan bu yuva her dönem ülkesine yeniliklerin girmesinde öncü olmuştur. 5-7 Temmuz 1770 yılında İngiliz personel destekli Rus filosu ile yapılan deniz savaşı sonunda Çeşme Limanı’na giren Türk filosu yerli Rumların ateş kayıkları ile yakılmıştır. Bu savaşlarda başarılı olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa uzun süreden beri Donanmanın teknoloji ve bilimden uzak bir şekilde liyakatsız kişilerce yönetilmesinin acılarını bizzat padişah III.Murat’a giderek anlatmış, artık Donanma subaylarının bir okul bünyesinde yetişme gereğini söylemiştir. Kasımpaşa’daki konağını bu okulun öğretimine bağışlamıştır. Okul daha sonra 1851 yılında Heybeliada’ya taşınmıştır.
Ben sizlere yuvamız dediğimiz okulumuzdan bahriye subayı nasıl yetişir konusunu bana verilen sayfada anlatmaya çalışacağım. Sayfalar yetmez bu anlatıma. Okuyan Bahriye Subaylarımdan anlayış göstermelerini arz ve rica ederim.
Bu okulun bir ruhu vardır, Bahriyeli olmak bu ruh içinde oluşur. Deniz onların birinci eşidir. Topluma açık ve öngörü sahibidirler. Görev disiplini ön plandadır. Birbirlerine ölene kadar saygı gösterirler. Asla kin tutmazlar. Sözlerini usul ve adap içinde esirgemeden söylerler. Müspet ilime inanırlar onlar da “bakalım, inşallah, belki, keşke” gibi sözler yoktur. Bilim ve ilmin gerektirdiği kurallara uyarlar. Sert mizaçlıdırlar ancak ilkelidirler. Mert olurlar ama son derece çağdaş muhafazakârdırlar. Hiçbir hususta ödün vermezler. Seyre çıkarken selametle gidilmesi için “Bismillah” ile işe başlarlar ve bitirirler.
Deniz onların hem sevgilisi hem de amansız düşmanıdır. Hata yapma oranları azdır. Şansa bırakılmaz. 14 yaşından itibaren fen kafası ile yetiştirilirler. Denizcilik kültürü bu yaşlarda verilir. Deniz uzaktan seyreden için güzeldir. İçinde yaşadığınızda zalimdir, acımasızdır, sizin hata yapmanızı bekler. O nedenle Bahriye subayları çabuk karar verme yeteneğine kavuşturulur. Zaman önemlidir, yanlış bir karar yüzlerce insanın hayatını 3-5 dakikada yok eder.
Deniz Harp Okulu’nun marşındaki:
Şahlan artık ey deniz şanlı dostlar geliyor
Ummanlara hükmeden Barbaros’lar geliyor
Baş koymuşuz uğruna biz bu çoşkun suların
Ruhumuza dalgasız ölçüler dar geliyor…
Denize hükmediyor, seninle dostsuz, eğer şahlanırsan biz de şahlanırız, gerekirse canımızı veririz mealinde bir meydan okuma ile başlıyor okul marşı.
Bahriye subayları bu kurumsal yapıda kurulduğu 1773’ten beri her zaman ülkesinin önünde giden, yenilikleri ülkesine taşıyan, bu yuvada kendine özgü örf ve adetlerine sıkı sıkı bağlı olarak yetişir. Akademik eğitimin yanında Bahriye subayı olmanın nitelikleri verilir. Gemide görev yaparken doğa, personel, seyir yapma ve taktik durumlar ile aynı anda 4 ana başlığı yürütecek şekilde yetiştirilir. Gemisini deniz şartlarına göre hazırlaması personelinin yaşam koşullarını emniyetli olarak sağlaması, neta bir seyir yapması ve harekâtın taktik kurallarını uygulaması buna bir de deniz hukukunu ekleyebilirsiniz. İşte Bahriye subayı bu nedenlerle müspet ilimi arkasına alarak yetişir. O nedenle 14 yaşında liseye alınır. 6 ay eğitim yaparak Bahriye subayı olmaz.
Deniz Harp Okulu ülkemizde hep ilklerin öncüsü olmuştur. 1954 yılından sonra 4 yıllık bir eğitim sistemine girmiş, 2 yılını diğer Harp okul öğrencileri gibi öğrenci olarak tamamlamış ama kıtaya çıkmamış, 2 yılda subay olarak okuyarak mezun olup Donanma’ya çıkmıştır. Yine bir ilk olarak dal sistemine 1967 yılında başlanmıştır. Diğer Harp Okulları 1970 yılında 4 yıllık eğitime geçmişlerdir. Şu kadar ki okuduğumuz dersler, İTÜ’de okunan derslerin yanına meslek dersleri ve siyasi tarih gibi birçok dersin olması eğitimin ne kadar ağır olduğunu göstermektedir. Örneğin ben, 1968 yılında subay çıktım ve 1970 yılında gemi inşa dalından mezun oldum.
Bahriye subayının diğer bir özelliği de sosyal hayatının değişik mekânlarda farklılık göstermesidir. Dış temasınız çok olduğundan yemenizden içmenize kadar nasıl davranılacağının eğitimleri verilir. Beyaz renk Bahriye’nin her şeyidir masa örtüsüne yemek damlatılmaz, ceza alırsınız. Çatal, bıçak kullanımından başlayarak her şey öğretilir. Dans etmek bile. Kız okulları ile sosyal hayata uyum sağlamak yönünden sık temaslar kurulur, çay partileri organize edilir. Müzik öğretmenimiz teneffüshanede öğrencilere klasik müzik dinletir ve nerede alkışlanacağını gösterirdi. Edebiyat öğretmenimiz 25 kişilik sınıfta 2 sömestrede 50 dünya ve Türk klasik eserleri dağıtır ve onları yorumlamamızı sağlardı. Bir seferde her öğrenci 50 kitap okumuş gibi olurdu. Örneğin bana Cervantes’in Don Kişot ve Dante’nin İlahi Komedyası verilmişti. Her ay sınav ve sözlü olurduk. Yemekhane ayrı bir saygı yeriydi, selamlayarak girer ve çıkardık. Yemeğe üst sınıflar gelene kadar ayakta bekler, sonra hep birlikte “buyur” komutu ile otururduk. Tam sessizlik sağlanınca nöbetçi öğrenci komutu ile Yemeğe “Tanrı’nın adıyla” diyerek başlar “çok şükür” diyerek bitirirdik. Akşam “yat” taburunda mutlaka marş, marşlar söylenirdi. Gemicilik operatı en güzeli ve en zoruydu. Alman besteci Leon Jasssel tarafından bestelenmiş “Schwarz wald Nacdel” operasından seçilen parçanın adaptasyonu Emrullah Nutku tarafından yapılmıştı. 1924 yılından itibaren söylenmeye başlandı. Tavsiye ederim dinleyin, Youtube’ta yüklü. 1920’den beri ananevi marşımız “Karadeniz”, 1850 yıllarına dayanan “Cenk sanatımız”, Aida operasında zafer marşı “Biz Türk gemicisiyiz” ve diğerleri. Her gün tepeden tırnağa kadar sınıf subaylarımız bizleri muayene ederdi. Bu tabiri kullanıyorum çünkü bu tabura geçmenin adı “Muayene Müraacat”tı. Gerektiğinde yarı çıplak kalacak şekilde her yerimize bakarlardı “Kulak” muayenesi gibi… Bahriyeli olmaya ve nasıl yetiştiğine dair bir halatın yüzlerce fılasası içinden ancak birkaçını anlatabildim.
250’nci yılını kutlayacağımız bu şanlı yuvamızın Atatürk İlke ve Devrimleri’ni koruyacak Bahriye subaylarını yetiştirmesi dileği ile daha nice 250 yıllara ulaşmasını temenni ediyorum. Mavi Vatan akla, ilme, bilgiye önem verildiğinde korunur. Satırlarıma son verirken bizleri bu günlerin aydın kişileri olarak yetiştiren komutan, idareci ve öğretmenlerimize şükranlarımı sunuyorum, onları minnetle anıyorum.
Alesta funda 250. Bakla 18 Kasım’da…
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.