Dünya haritasına baktığımızda bölgemizin Finikelilerden Mısır’a Helen site devletlerinden Roma ve Osmanlı Türk İmparatorluğu’na kadar ekonomik paylaşım yollarını hâkimiyetini almak için uğraş verilen bir coğrafya görmekteyiz. İngiltere, Fransa, Rusya ve Almanya hayat alanlarına ulaşmak için bu coğrafya kullanılmıştır. Roma ve Osmanlı Türk İmparatorluklarının güçlü olduğu dönemi hariç tutarsak Fransa ve İngiltere’nin Hint ticaret yoluna hâkim olmak için hem kendi aralarında hem de Osmanlı Türk İmparatorluğu ile yaptıkları güç mücadelesine Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Rusya Çarlığı da girmiştir. En sonunda da Almanya müdâhil olmuştur. Gerek İpek Yolu ve Hint ticaret yolu gerekse enerji kaynaklarının kullanılmaya başlaması ile bu coğrafyanın önemi daha da artmıştır. Bu coğrafyanın üç önemli kapısı yani stratejik noktaları Süveyş Kanalı, Türk Boğazları ve Kafkasya’dır. Bu stratejik noktaları kontrol eden iki ülke vardır; Türkiye ve Mısır.
Ancak tüm bu bölgenin kontrolü merkez ülke konumundaki Türkiye’dir. Bugün Kıbrıs Adası’ndaki İngiliz üslerinin varlığı, İsrail devletinin bu stratejik amaç olarak bölgede kurulması ve BOP projesi. Bu coğrafyaya hâkim olmak için yapılan uygulamalardır. Bu amaca ulaşmak için önce Mısır zayıflatıldı. İsrail ile yapılan savaşlar sonucunda bölgedeki SSCB’nin gücü kırıldı ve Mısır yüksek borçlar ile ABD’nin kontrolünde bir ülke oldu. BOP projesi ile İsrail devletine sorun çıkaran Libya, Suriye, Irak parçalara bölündü. İran’ın üçe bölünmesi için çalışmaların yapıldığı ve Suudi Arabistan ile Körfez ülkeleri yönetimleri ABD’ye bağlı kılındı. Aslında esas amaç İsrail’in güç kazanıp bölge coğrafyasında başaktör olmasıdır. Başta ABD desteği ile sınırımızın güneyinde bir terör devleti kurmak ve bu devletin Suriye, Irak, İran ve sonunda güneydoğu bölgesi ile birlikte kurulacak olan sözde Kürdistan devletini İsrail’in sadık müttefiki yapmaktır. Türkiye’nin gücünü kırmak için de ekonomik sıkıntılar ile halkı ayaklandırmak ve bununla iç içe olarak mezhep ve köken kargaşası yaratarak bir iç savaş çıkarma olasılığı mevcuttur. Belirtiğimiz gibi Suriye’de ABD destekli alternatif bir ülke kurulmaktadır. YPG terör örgütünün devletleşmesi ile öncelikle Akdeniz’e çıkmak Araplar arasında tampon olmak ve İsrail ile birlikte tüm enerji kaynaklarını hem kontrol etmek hem de alternatif enerji hatları ile Avrupa’yı Rusya tekelinden kurtarmaktır. Yapılacak alternatif boru hatlarına güvenli bölgeler yaratmaktır. En önemlisi ise Çin devletinin ihtiyacı olan petrolü kontrol altında tutmaktır. Bunun yanı sıra İsrail’in Aden Körfezi’nden Gazze’ye doğru yapmayı düşündüğü kanal projesi ile Süveyş Kanalı’nı ikinci plana atarak hem geçiş güvenliğini hem de kontrolü elde tutmak ve emniyeti sağlamak düşüncesindedir. İstanbul Kanalı projesi de sanki Montrö Anlaşması’nı delerek Karadeniz’e geçişin serbest olacağı bir geçiş yolu olarak düşünülme olasılığı vardır. ABD ve emperyal ülkeler, Hindistan’dan Tunus’a kadar Türkiye ve İran hariç istedikleri politikaları uygulamakta ve parçalanmış bu devletleri kontrol etmeleri de kolaylaşmıştır. Şimdi öncelik İran’dır. Bu ülkeyi bir savaş içine sokma projesi Hamas-İsrail çatışması ile başlamıştır.
Şimdi asıl mesele Türkiye’dir. Türkiye’yi komşu ve yapay terör devletleri ile sorunlar çıkararak bölgesel bir güç olma durumunu zayıflatıp bölge üzerindeki etkinliğini kaybettirmek, ekonomik dar boğaza sokarak bağımsız dış politika yapmasını önlemek mi, yoksa parçalamak mı önceliklidir? Bugünkü durumda bu ilk durum yapılmaktadır. Ancak Türkiye’nin gücü ve potansiyeli hâlâ yüksektir. Her türlü ekonomik ve siyasi sorunlara rağmen baş edebilme olasılığı yüksektir. Bu gerçeği başta ABD olmak üzere tüm emperyal Batı dünyası ve NATO bilmektedir. Peki neden NATO; Soğuk Savaş’tan sonra başta terör olmak üzere her türlü ayrışma hareketlerine mânî olacak güç oluşturacak bir stratejik anlayışa döndü? Ama ne yazık ki ABD ve NATO ülkeleri sadece Türkiye’nin aleyhine çalışmaktadır. Tüm bu uğraşlarda başarılı olmadıklarında Türkiye’yi parçalamak senaryosu hiç de gizli bir durum değildir. Yunanistan’a verilen aşırı destek, Türk Hava Kuvvetleri’ni zayıflatmak, mezhep ve etnik çatışmalar çıkarmak ve bunları koz olarak kullanarak siyasi baskı ile isteklerini kabul ettirmek ve Rusya Fedarasyonu ile ilişkilerimizi zora sokmaktır.
2024 ve sonrasında yaşanacak gerçeklere yakın senaryolar altında Türkiye ne yapmalı, neleri öngörmelidir?
Öncelikle bu bölge kaynakları Çin’den Avrupa’ya kadar tüm ülkelerin hayat alanıdır.
Öncelikle ulusal bütünlüğümüze ve Anayasamızın ilk 4 maddesine sadık kalınarak özgür demokrasi kuralları içinde iç cephe barışının sağlanması gereklidir. İç cephede huzur olursa dış cephedeki mücadelemiz daha güçlü olur. Atatürk’ün veciz sözüne dönmek zorundayız, “Yurtta sulh cihanda sulh”.
Ulusal bütünlüğümüzü koruyacak, kamuoyunun iç ve dış tehditleri açık ve net olarak bilmeleri sağlanmalıdır. Bunları iç siyasi malzeme olarak kullanılmasına izin verilmemelidir.
Ülkemizin nüfus yapısı iltica ve göçlerle ileride yeni bir sorun yaratacak duruma getirilmemelidir. ,
Millî menfaatlerimiz iyi saptanmalı ve stratejik hedeflerimiz bu esasa göre tespit edilmelidir. Milli güç unsurlarını bu hedeflere göre yönlendirilmelidir.
Bölge coğrafyasını kendi menfaatlerimiz ve hedeflerimize göre kullanmalıyız. Yapmadığımız takdirde başka devletlerin menfaatlerine hizmet ederiz. Stratejik öngörü devletin tüm kurumlarında yapılmalıdır.
Önemli stratejik hat ve noktalara sahip ülkemizin bu avantajını koruması için başta Deniz Kuvvetleri olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri güçlenmelidir.
Komşularımızla ilgili sorunları kesin çözmek zorundayız aynı iç cephe sorunları gibi siyasi malzeme olarak kullanmamalıyız. Özellikle Yunanistan ile daha kararlı ve kararların arkasında duran ve eylemsel bir politika izlememiz gereklidir.
Türk Devletleri Teşkilatı ile ilişkilerimiz kültürel ve sosyal boyuttan öte bir çerçevede olmalı, ortak menfaatlerimizin doğrultusunda dış siyaset yapma aşamasına gelinmelidir.
Rusya Federasyonu ile ilişkilerimiz karşılıklı menfaate dayalı denge politikası çerçevesinde Batı dünyasına alternatif seçenek olarak değerlendirilmelidir.
NATO’nun anlaşma şartları Türkiye’nin menfaatlerine karşı gelen uygulamalara karşın yeniden düzenlenmelidir Batı dünyasının bu anlaşma çerçevesinde hâlâ bize ihtiyacı olduğunu unutmamak gereklidir.
Montrö Anlaşması şartlarından asla taviz verilmemeli ve Karadeniz’in bir “barış denizi” olarak kalması için sahildar ülkeler haricinde ne maksatla olursa olsun kullanılmasına izin verilmemelidir.
Karşılıklı menfaatler düzeyinde yeni siyasi ve askerî anlaşmalar yapılarak yeni müttefikler aranmalıdır.
Türkiye bölgesel bir güç olduğunu ve rızası olmadan hiçbir oldubittiye ayak uydurmayacağını ifade eden politika uygulamalı ve başka ülkelerin değil kendi çıkarları ön plana alan bir politika izlemeli ve gerekirse askerî gücünü anında kullanmalıdır.
Suriye devletinin istikrarı korunması için diplomatik temasların kurulması ve güçlenen Suriye’nin ayrılıkçı güçlerle uğraşmasının sağlanması gereklidir.
Türkiye sınırlarını sınırından korumalı sınırı aşan hangi ülke olursa olsun misli ile harekât yapacak bir politika izlemelidir.
Suriye ve Irak’taki Türkmen soydaşlarımız her yönden güçlendirilmelidir. Bu bize güney sınırlarımızı korumada güvencedir.
Kıbrıs’ta kesin olarak deniz ve hava üslerimiz süratle kurulmalıdır.
Savunma sanayimiz daha çok desteklenmeli ve taarruzi bir güce kavuşturulması için çalışılmalıdır.
Özellikle Deniz Kuvvetleri’nde yapay zekâ, insansız deniz araçlarına uygun hâle getirilmelidir.
Değişen jeopolitik şartlara uyum gösterecek kuvvet yapısına gidilmelidir. Denizaşırı harekât tamamen Deniz Kuvvetleri’nin kontrolünde olacak bir komuta yapısına dönmelidir.
Ve deniz alaka ve menfaatlerimizi korumak Türkiye’nin bekasını korumak demektir. Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’de güçlü bir deniz gücüne sahip olmamız barışı korumaktaki en önemli unsurdur.
Yukarıda bir bölümünü yazdığım hususlar gerek Devletimizi yönetenler ve gerekse kamuoyu tarafından bilinmektedir. Ancak bilmek yetmiyor zira yıllarca biliyorduk ama aktif eyleme geçmeden sorunların nasıl çözülemez bir duruma geldiğini de zaman içinde gördük. Türkiye’nin artık bölgedeki gücünü ve kilit stratejik noktaları olan merkez bir ülke olduğunu kamuoyu dâhil her kurumun bilmesi gereklidir. Bu özelliğimizin kendi menfaatlerimiz doğrultusunda kullanılmasının gerekli olduğunu değerlendiriyorum.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.
Dünyayı ve Türkiye’yi 2024 yılında neler bekliyor?
ozhanbakkalbasioglu@www.marinedealnews.com