Aşık Veysel, Pablo Neruda, Nazım Hikmet…
Ne demiş Neruda?
Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum Şili Şili…
Yani Neruda, Aşık Veysel’e öykünse böyle diyebilirdi.
Nazım Hikmet ve Pablo Neruda, 1963 Temmuz’unda Şili’de buluşabilseler kimbilir daha ne değerli paylaşımları ortaya çıkabilirdi. Ancak ustamızın Haziran 1963’te daha fazla dayanamayan kalbinin durmasıyla bu tarihi buluşma gerçekleşemedi.
Ustamızın gidemediği ülkeye ben 2013’de gitme şansını buldum. Bu incecik ve upuzun ülkede bir aydan fazla zaman geçirdim. Ülkenin güneyindeki Patagonya’da başlayan maceram kuzeyde San Pedro de Atacama Çölü’nde sona erdi.
Chile Chico…
Şili’deki ilk adımlarımı Şili Patagonyası’nın güneyindeki kasaba, Küçük Şili anlamındaki Chile Chico’da atıyordum.
Derenin kıyısında, yolun hemen yanında, uzaktan gölü gören sımsıcak bir köy evinde kaldım. Evin de kendi gibi çok şirin bir de adı vardı. “No me olvides!”: Beni unutma!
Eve bahçeden mutfağa açılan eski tahta bir kapıdan giriliyordu. Geniş mutfaktaki divan önündeki tahta masa ile üzerindeki küçük kareli örtü ve şeffaf muşamba. Kuzine, üzerinde bir kazan, yandaki ocaktaki çaydanlık, tahta raflarda tencereler, bahçede tavuklar, tahta doğramalar, kaldığım odada beni çocukluğuma götüren tüller, sade, basit komodin. Masanın üzerinde annemlerin de kullandığı marka bir tansiyon aleti. Bana geçmişimden, Anadolu’dan, yaşamımdan çok şeyler hatırlatıyordu.
Bir de yaşlı tatlı bir çift vardı evde konuk olarak. Yarım yamalak İspanyolca ama kalpten kalbe gülümsemelerle sıcak sohbetler ettik. Mütevazı, güleryüzlü, Türkiye’den gelmiş birine meraklı bu fakir insanlarla masa başındaki hâlimiz Şili’de anılarıma kazınan ilk görüntülerdi.
Uzun boylu, sigaradan sesi kalınlaşmış, derisi buruşmuş parmakları, dünya ile verdiği savaşın her türlü izini taşıyan ev sahibemiz Maria’yı da, gezgin kamerama kaydederken heyecandan sözlerini şaşırdığı seyahatimin motto şarkısı “Gracias a la vida!”yı söyleyişini de unutmak mümkün değildi zaten.
Güneyden kuzeye 4000 kilometre…
Bu güzel ülkede, dile kolay, 4000 kilometrenin üzerinde yol katettim.
Chile Chico sonrası Coyhaique, Isla Chiloe, Puerto Varas, Pucon, Santiago, Valparaiso, Viña del Mar, La Serena ve son durağım olan San Pedro de Atacama’da zamanlar geçirdim. İnsanlar, aileler tanıdım. Onların duygularını anlamaya çalışıp, düşüncelerini dinledim.1
Chile Chico’nun tek ve bomboş ana caddesinden kasabaya yürürken üzerimde kazağım olmasına rağmen soğuk kendini hissettiriyordu.
Bir ay sonra ülkenin en kuzeyinde, dünyanın en kuru çölü San Pedro de Atacama’dayken de soğuğa ilave olarak yüksekliğin etkilerini hissedecektim.
Şili üzerine kısa kısa…
Şili, aynı Arjantin gibi Güney Amerika’da konuşlanmış ve bir Avrupa ülkesi bana göre.
Bana Şili deyince ilk aklına gelenleri say deseniz:
Dünyanın en zengin bakır madenleri, 1973 Pinochet Darbesi, Victor Jara, Pablo Neruda, Allende, Güney Amerika’nın sesi “Inti İllimani” müzik topluluğu, yılın 315 günü pırıl pırıl gökyüzüne sahip en kuru çölü San Pedro de Atacama, bu parlak semayı izlemek üzere yükseklerde kurulan, dünyanın en büyük ve bilimsel gözlemevleri, buzullar, gayzerler, akarsular, aslı Peru icadı olan ama ticari lisansı nasılsa Şili tarafından alınmış alkollü içecek Pisco diye uzayıp gider listem…
Zengin kaynakları 16’ncı yüzyıldan beri sömürülmüş Şili’de Avrupa kökenli insanların sayısı oldukça fazla. Yerli köken olarak Maphuche’ler var ama onları da yozlaştırmayı becermişler. Oldukça hızlı konuşulan farklı bir İspanyolca ve sıcak insanlar ülkesi Şili.
Benzerlikler…
Şili, ülkemizle birçok açıdan benzerlikler taşıyor. Özellikle son yarım yüzyıl içindeki siyasi hareketler ve gelinen durum itibarıyla da bizimle çok benzer.
Pinochet Darbesi 11 Eylül 1973’de yapılırken, biz onları yedi yıl arkadan takip edip 12 Eylül 1980’i yaşamışız. Emperyalist destekli darbe ardından aydınları ve aydın olma ihtimâli olanların yok edilmesi sonrası o yönetim kademelerine Şili’de kimler geçti bilemiyorum ama 2013 Şili’si, AVM’leri, saçma sapan TV programları, son model otomobillerin yanında dökülen arabaların ortada dolaştığı, popüler figürlerin kültürsüz züppeliği yanında zor şartlarda, öz halkına kendi kaynaklarını sunamaması açısından da bize benziyor.
Benzeyen başka bir olgu da depremler.
Depremler …
Yazının başlığında yer alan “Terremoto” İspanyolca deprem demek. Bu kelimeyi ilk kez Şili’de duymuştum.
Şilili gençlerle sohbet ederken konu “en”lere gelmişti ve dünyanın en büyük depreminin 1960 yılında Concepcion kentinde yaklaşık 10 şiddetinde olduğunu, 10 dakika sürdüğünü ve 3 bin civarında kişinin hayatını kaybettiğini söylemişlerdi.
Bu kadar volkanik dağı, gölü olan jeolojik oluşumuyla, tektonik hareketliliği yüksek bölgelerde depremin varlığı çok doğal. Bu muazzam doğa görüntülerinin içinde dolaşmak ne kadar harikaysa, onların oluşmasına sebep olan tektonik hareketlilik de o kadar doğal aslında, ama yıkıcı, büyük bir enerji.
Deprem sonrası benzer olmayan şeyler…
Şili de, Türkiye de benzer deprem kaderine sahip ülkeler. Ama hayatını kaybeden insan sayısı açısından doğru bir orantı yok. Bizde bu tür depremler sonrası kayıplarımız için onbinler telaffuz edilirken, Şili’de 10 dakikalık 9-10 şiddetinde bir depremde bize göre çok az sayıda kayıplar söz konusu oluyor.
Bunun altında belki de İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçıp hayatını Şili’de kuran Alman uzmanların teknik yeterlilikleri vardır. Bilemiyorum.
Felaket ne?
Büyük depremlerle, çok büyük kayıplar verdik ve acılar yaşadık. “Yıkıldık” manşetleri bana bir sürü çağrışımla birlikte geldi. Acaba biz sadece deprem yüzünden mi bu denli hasar aldık? Deprem olmasaydı her şey normal ve yolunda mıydı?
Bu deprem ilk değildi son da olmayacak.
Yaşadığımız topraklar ve ülkemiz birçok değeri bünyesinde barındırıyor. Çok yıkılıp, çok ölüp, değişik şekillerde çokça da var oluyoruz. Bu her yer için böyle değil.
Deprem evrensel sistem ve madde yasaları içinde doğal bir olgu. Bugünkü dünya da bu doğal olayların eseri. Depremi engellemek mümkün değil ama ondan en az etkilenecek şekilde plan ve uygulamalar yapmak elimizde.
Doğal olmayan felaketleri de önleme şansımız var.
Aklın ve bilimin rehberliğinde çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine göre gerçek ihtiyacı olan çoğunluğa, bir yıldız gibi parlayan, yeterli refah içinde yaşayan mutlu bir ülke olmak için her şey elimizde var.
Belki de felaket deprem değil de akla, mantığa, evrensel değerlere uymayan biçimde dayatılan bir hayatı kabullenmek.
İnsan mükemmel bir şekilde evrim geçirdi deniyor ya, bence yalan. Bilmem kaç milyar yılda ancak bu kadar olabilmiş.
Kafamda ustamızın dizelerinden birkaç cümle uçuşuveriyor.
“kabahat senin,
– demeğe de dilim varmıyor ama –
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”
İnsanlık tarihinde geldiğimiz noktada, dogmalarla, zihinsel kurgularla kendini bunaltmak, işkence, zulüm ve adaletsizliğe maruz kalmak kader değil, olsa olsa ahmaklıktır.
Yaşamak bir sorumluluktur ve bu sorumluluk devredilemez.
Aynanın karşısına geçip gül cemalimize baktıktan sonra neye felaket dediğimizi bir daha düşünmek gerekir.
Sağlık ve sevgiyle kalın.
1 Bu süreçteki adım adım öykümü “Güney Amerika’da 120 Gün” isimli elektronik kitabımdan okuyabilirsiniz.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.