MEHMET TAYLAN

Deniz Mehmet Irak

dmehmetirak@marinedealnews.com

Denizciliğimizde yükseliş dönemini inşa edenlerden biri  MEHMET TAYLAN

Mehmet Taylan Galatasaray Lisesi’nden Amerika’ya uzanan bir eğitim ve başarılı iş hayatı ile sektörün seksenlerdeki yükselişini ve bugününü iyi bilen bir isim. Ayrıca çok iddialı bir aşçı! Denize sevdası büyük ama “En iyi tekne arkadaşının teknesidir” diyerek, balığa çıkacak küçük bir sandalı yeterli görüyor. Çelik Tekne Tersanesi’nin Genel Müdürü ve hissedarı olan Mehmet Taylan’ın hayatını okurken, Tuzla’nın ilk yıllarında otların arkasından kayıp giden yılanlardan, sektörün geleceği hakkında yorumlarına kadar pek çok şey ilginizi çekecek
[membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]
Bugün denizcilik sektöründe saygın isimlerden biri olan Gemi İnşa Mühendisi Mehmet Taylan, 60 yıl önce Tekirdağ’da doğdu. Annesi ve babası, o yıllarda Tekirdağ’a yerleşen pek çok aile gibi, resmi göçü anılarında saklayan bir kuşağın mensupları. Selanik’te doğan babası ve ailesi, 1922 senesinde evlerini barklarını doğdukları yerde bırakıp, devletin verdiği destekle Türkiye’de yerleşmişler. Annesi Tekirdağ’da doğmuş olsa da onun ailesi de göçten nasibini almış. Memur bir babanın oğlu olarak çocukluk günlerini mutlu geçirdiği çok belli… Ülkenin fakirlik içinde olduğu yıllarda evde tarhanalar, kesme makarnalar yapıldığını hatırlıyor. Bayram gibi coşkuyla kutlanan neşeli Hıdırellezlerden bahsediyor. Bir kuzu ve bir de horoz var o günlerden aklında kalan. Kendisinden 14 ay küçük olan kardeşi ile birlikte kuzuyu otlatmaya çıkartıyorlar ama bazen kuzu huysuzluk edip eve dönmek istemiyor, kucaklayıp getiriyorlar zorla. Memur babanın tayini Kırklareli’ne çıkınca ilkokulu burada tamamlıyor. Bu arada Çocuk Haftası Dergisi’nden Yıldırım Kaptan, çizgi bir karakter olsa da uzayda geçen maceraları ile o günlerde en yakın arkadaşlarından biri. İlkokul yılları 27 Mayıs İhtilali ile aynı zamanlara denk geldiği için, anılarında çok sevdiği, değer verdiği öğretmeninin gözaltına alınışı da var. Küçücük çocuklar için Atatürkçü ve çok sevilen bir öğretmenin, üstelik siyasetle de ilgisi olmadığı halde alınıp götürülüşü oldukça etkileyici bir sahne. Liseye gidecek yaşa gelince, ailedeki Kaya Ağabey’in etkisiyle Galatasaray Lisesi sınavlarına girmeye karar veriyor. Yatılı okul yılları ve bütün hayatına yön verecek olan Galatasaray eğitimi elbette hayatında yeni bir perde!
“27 Mayıs İhtilali’nden hemen sonra, 1961 senesinde Galatasaray Lisesi’ne girdim. Sekiz sene orada okudum. Orta ikinci sınıfta parasız yatılı imtihanını kazandım ve yatılı okumaya başladım. Tabii, Galatasaray bambaşka bir kültür! Ben taşradan gelmiştim ama o zaman okul da orta kesimin ağırlıkta olduğu bir okuldu. Gelir seviyesi çok yüksek olanlar vardı ama bir ayrımcılık yaşandığını hatırlamıyorum. Çok iyi kaynaşmıştık. O zamanki grubumuzdan bir arkadaşımız şu anda Galatasaray Üniversitesi’nin Rektörü. Ferhan Şensoy da bizden bir ya da iki sınıf küçüktü. Kültür-sanat bakımından çok güçlü bir okuldu. Arkadaşlıkları da unutmak mümkün değil. Bir ağabey-kardeş hiyerarşisi vardı. Büyükler, ufaklara daima ağabeylik taslarlardı. Bir gün yemekte şaka olsun diye kafama tuz döktüklerini hatırlıyorum. Herkes üzerinde ne kadar para varsa paylaşırdı. Sekiz sene yatılı okuyunca, aramızda kardeşten de öteye çok güçlü bir bağ oluştu.  Eğitim kalitesi yüksek bir okuldu. Bizim mezun olduğumuz sınıftan hiç kimse açıkta kalmadı. Fransızca’yı en iyi şekilde öğrendik. Son sınıfta, üniversitenin birinci sınıfındaki program uygulanıyordu. Bu nedenle sınavlara kendi kendimize hazırlanmamız zor olmadı. O zaman kursa giden yoktu aramızda. Zaten kursa gitmek de arkadaş ortamı içinde ayıp sayılıyordu. Kendi imkanlarımızla sınava hazırlandık. Ben Makina Fakültesi’ni kazandım. Bölümüm uçak mühendisliğiydi. Sonra, Tekirdağ’da doğmam ve denize olan sevgim nedeniyle, gemi inşaatı daha enteresan geldi. O bölümü seçtim. Biz yedi arkadaş Teknik Üniversite’ye girdik ve Makine Fakültesi’nde beraber okuduk. Bizim zamanımızda gemi inşa Makina Fakültesi’nin bölümüydü, sonradan fakülte oldu.”

Türkiye’de yüksek lisans, Amerika’da doktora
İlkokul yıllarında büyüyünce ne olacaksın diye sorulduğunda, makine mühendisi olacağım diyen bir çocuk hayalini gerçekleştirip üniversiteye girer. Galatasaray’dan sonra üniversitede de okul hayatı rahat geçer. Bir yandan okuyup, bir yandan da lisedeki öğrencilere kurslar açarak harçlığını çıkartır. Sene kaybetmeden ilerlerken son sınıfta gemi inşa konusunda tecrübe edinme ihtiyacı duyunca, Galatasaray mezunu Profesör Mesut Savcı vesilesiyle o zaman Sütlüce’de olan Çelik Tekne Tersanesi’nde çalışmaya başlar. Türk Loydu’nda uzun seneler çalışan Savcı tersanenin ortaklarından biridir. Yarım gün çalışarak iş hayatına bir başlangıç yaptıktan sonra yüksek lisans sınavını kazanır. 1973 senesinde okulu bitirip bu kez doktora için sınava girer ve Amerika’ya gitme fırsatını yakalar. Anıları arasında o günlerden ilginç bir tavsiye var. “Çelik Tekne kurulduğu zaman iki ortağı, Recep ve Feyyaz ismindeki ustalardı. Amerika’ya gideceğim zamanlar, tersanede çalışırken, Feyyaz Usta bana nasihat ederek, “Amerika’ya gidince doktoranı gemi bacası üzerine yap” dedi. Çok da doktora yapılacak bir şey değil aslında gemi bacası. Böyle bir hatıram var.” Galatasaray’daki Fransızca eğitimi Amerika’ya giderken bile en büyük avantajı olur. Yabancı dil sınavına Fransızca’dan girip, ardından Amerika’da TOEFL aldıktan sonra Michigan Üniversitesi’ne başlar.
Mehmet Taylan’ın hayatında 1974 yılı aile hayatı açısından oldukça önemli. Çünkü o yıl,  Amerika’ya giderken bir tesadüf eseri tanıştığı kız arkadaşı ile evlenmeye karar veriyor. Müstakbel eşi Amerika’ya dil eğitimi için giden bir sigortacı. Evliliğin ardından hamilelik söz konusu olunca eşi Türkiye’ye dönüyor ve 1976 yılında ilk oğulları dünyaya geliyor. Mehmet Taylan da bir yıl sonra Amerika’dan Türkiye’ye dönüş yolunda… Bugün çok başarılı iki çocukları var. Büyük oğulları Galatasaray ekolünü devam ettirip, makine bölümünün ardından Mariner’de çalışmaya başlamış, küçük oğulları ise bilgisayar üzerinde uzmanlaşıp İngiltere’de master yapmış ve yine bir denizcilik firmasında işe başlayarak sektörle tanışmış.
Bir sene Michigan Üniversitesi’nde okuduktan sonra kısa dönem askerlik için başvurarak 1976 yılında askere gitmek üzere Türkiye’ye dönen Mehmet Taylan, eşinin ve etraftakilerin ısrarlarından da etkilenerek Amerika’ya dönmeme kararı alıyor. Bunun tazminatını ödemek adına Marmara Tersanesi’nde çalışmaya başladığı 1976 yılında, tersanenin müdürü Türk Loydu’ndan tanınan bir isim olan Ali Eser. Burada 1978’e kadar çalışıp ayrılıyor. Yeni işinde ise herkesin tanıdığı bir başka isim olan Aydın Doğan’la kesişiyor yolu. Aydın Doğan o dönem, Tekirdağ’da sebze ve meyve konsantresi işiyle ilgilenmekte. Mehmet Taylan müdür yardımcısı gibi güzel bir pozisyonla işe başlasa da, kısa süre içinde fabrikanın başarılı olmayacağını anlayarak Aydın Doğan’a durumu rapor ediyor. “Orası, yeri yanlış seçilmiş bir fabrikaydı. Tekirdağ ve bölgesi İstanbul’a çok yakın olduğu için taze sebze ve meyveyi İstanbul’a göndermek, değerlendirmek kolay. Bu yüzden biz fabrika olarak etrafta uygun fiyatlı sebze meyve bulamıyorduk. Aradığımız ürünleri Niğde taraflarından getirmeye kalktık ama o kadar pahalıya mal oluyordu ki, iş yapmak mümkün değildi. Ayrıca ürünler taşırken bozuluyordu. Bu durumu Aydın Bey’e rapor ettim, “Bu işle burada para kazanmak mümkün değil” dedim. O da, “Seninle aynı şeyleri düşünüyorum, al sana 6 aylık maaş, başının çaresine bak, ben bu fabrikayı satacağım” dedi. Böyle bir maceramız oldu Aydın Doğan Bey ile…”

“Genel müdürlük gibi ünvanlara itibar etmedim”
Gemi inşa alanında ilk önemli tecrübeyi Reşit Kalkavan’ın tavsiyesiyle girdiği Beykoz Tersanesi’nde ediniyor. Eskiden Hayri Baran’a ait olan Beykoz Tersanesi’de işletme müdürlüğü biriminde. Almanya’ya Türkiye’de inşa edilen ilk kimyasal tankerleri yapıyorlar. Vinç bulmanın bile zor olduğu o günlerde, üç tane deniz, altı tane de nehir tankeri yapmak gerçekten önemli bir deneyim. Türkiye’de yapılan ilk tanker ihracatını gerçekleştirmenin gururu bir yana Almanlar’a yapılan nehir gemilerinin teslim işlemlerini Rotterdam’da bizzat yapması, Taylan’ın sektörde hızlı adımlarla ilerlemesi açısından önemli bir basamak. Ayrıca Beykoz Tersanesi aynı yıl çalışanlar için de adeta bir okul. Mehmet Taylan, Atilla Balık, Erkan Taşer, Ömer Yaveri gibi isimlerle birlikte Beykoz Tersanesi’nde pek çok şey öğrenerek 1979 yılında ayrılıyor. Yeni adresi İrfan Erdem’in büyük ortak olarak bulunduğu Kök Tersanesi; ki bu tersane günün koşullarında Türkiye’nin en büyük tersanesi. Mehmet Taylan ise 30 yaşında, genç bir genel müdür. Tersanede aynı anda 4-5 tane gemi yapılıyor. Bunlardan biri Morgül. Bu gemi de 12 bin tonluk büyüklüğü ile o zaman ülkemizde yapılan en büyük gemilerden biri olarak dikkat çekiyor. Tek başına genel müdür olarak büyük bir sorumluluk alsa da işin gidişatı, serbest çalışma şansını da beraberinde getirmekte. “O zamanlar imkanlar çok sınırlı. Gemiler tamamlandı. Bu arada Martı’nın İrfan Erdem ile ufak problemleri oldu. Martı’nın gemisi yarım kaldı. Ben de bir firma kurup o gemiyi tamamlamak üzere Martı ile anlaştım. Bu şekilde 1980’ler civarı ilk kez kendi firmamızı kurduk. Gemar olarak o işleri tamamladık, ondan sonra da taşeronluk yaptık. Şirkette dizayn da yapıyorduk. Doğan Özdemir diye bir ortağımız vardı. Çelik Tekne’den de iş aldık. Çelik Tekne’nin başındaki yönetim kurulu başkanı, benim Galatasaray Lisesi’nden arkadaşım Ali Fevzioğlu’nun babası çıktı. Lise ve dostluğumuz nedeniyle, bir yakınlık oldu aramızda. ‘Bu tersaneyi siz işletemiyorsunuz, ben işleteyim’ dedim, bir anlaşmaya vardık. Belli bir hisseyle ortak oldum. Böylece 1985 yılında tekrar Çelik Tekne’ye döndüm. Yani Çelik Tekne sigortamın başladığı ve emekli olduğum yer. Çelik Tekne’de çok zor şartlar altında çalışıyorduk. Bilindiği gibi burası Galatasaray Holding bünyesinde… Çok zor günler geçirildi. Galatasaray Holding’e ait gemileri bitirdik. Kendimize birkaç tane gemi yaptık. Sonra Pak Holding’ten birkaç gemi aldık, onları yaptık. Kıranlar’a, Akbaşoğlu’na, Ürkmez’lere gemi yaptık. Yani tersaneyi bayağı bir aktif hale getirdik. O yıllarda Türkiye’de en fazla gemi inşa eden tersanelerden biri olduk.”
Çelik Tekne’de hala hissedarlar arasında yer alıyor. Hissedar olmak ya da genel müdürlük gibi sözler geçince Mehmet Taylan hayatı boyunca bu ünvanlara pek itibar etmediğini vurguluyor. “İrfan Erdem ile çalışırken yaşadığım bir olay nedeniyle hiçbir zaman müdürlük, genel müdürlük gibi payelere önem vermedim. Ben genel müdürlük yapmadan önce, başkaları yöneticilik yapmıştı. Eski arkadaşlardan birine, bazı davranışlarından dolayı eleştiri getirdiklerini fark ettim. Onun için, ‘Bu arkadaşı genel müdür yaptık, şimdi hayatı boyunca genel müdürlükten başka bir işi beğenmez” dendi. Benim yanımda böyle bir laf edilince, bundan kendime bir pay çıkarttım ve genel müdür lafını pek kullanmadım. Bunu çocuklarıma da çok tavsiye etmişimdir. Son senelere kadar kartvizitime sadece ‘Gemi İnşa ve Makina Mühendisi’ yazdırırdım. Son birkaç senedir genel müdür veya yönetim kurulu üyesi yazmaya başladık.”

“Tuzla’da telefon ve kalorifer yoktu, yılanlar dolaşıyordu”
1980’li yıllarda Tuzla’da çalışmak demek, denizciliğin Türkiye’deki yükseliş dönemini adım adım gözlemleyebilmek demek. O günlerin Tuzlası ile bugünün Tuzlası biraz farklı elbette. “Benim Tuzla’ya gelişim 1980’lerde oldu. Herşey çok iptidai idi. Mesela telefon hattı yoktu.  Köprünün ilerisinde bir nalbur vardı, oradan telefon edebiliyorduk. Buralar bomboş bir araziydi, her taraf tarlaydı. Bizim tersane yılanlar, otlar içinde bir tersaneydi. Yol, elektrik vardı ama imkanlar çok kısıtlıydı. Kalorifer olmadığı için soba ile ısınıyorduk.”
Bir insanın hayatına, 60 yıldan geriye doğru bakınca, verimli, iyi sonuçlanan işlerin sayısı fazlaysa o kişiye başarılı diyoruz. Tabii bu, herkesin zaman zaman şanssız olaylar yaşadığı gerçeğini değiştirmiyor. “Gemileri oldukça kötü şartlarda yapıyorduk. Martı’nın bir gemisi inerken kızakta kaldı mesela. Toprak üzerinde, beton olmayan kızak üzerinde gemiyi indirirken bir aksilik oldu. Çok zor günler geçirdik o gemiyi indirene kadar…  Devrilmedi ama kızaklar kaymayınca kaldı. Bir keresinde de tamire gelen bir gemide yangın çıktı. Aslında bizim bir kabahatimiz yoktu. Sonradan bu işi armatörün sigortadan para alabilmek için yaptığını ortaya çıkartıp zar zor paçayı kurtarabilmiştik. Ama olay açığa kavuşana kadar kötü günler geçirdik.

“Sektörün geleceği konusunda iyimser değilim”
Türkiye’de gemi inşa sektörünün eski dinamizmini bulması zaman alacaktır. Bence en büyük sorun verimlilik. Bu diğer sektörlerde de sorun ama bizim sektördeki en büyük sorun. Tersaneler çok düşük verimlilikle çalışıyor. Verimlilik konusunda bir kıyaslama yaptığınız zaman, Avrupa’daki tersanelere göre oran 5’te 1. Hesaba döktüğünüz zaman Avrupa’daki işçiliğe yakın bir işçilik maliyeti çıkıyor. Doğal olarak rekabette zorlanıyoruz. Bu şartlarda gelecek daha da zor olacak. Çin’de aşağı yukarı 300 tersane var. Bunların 250’si Avrupa’ya gemi yapabilecek kapasite ve kaliteye sahip. Üstelik tersanelere her yıl yenileri ekleniyor. Fiyatlara baktığımız zaman, bizim ciro olarak verdiğimiz fiyatları Çin’de iyi bir tersane aynı malzemeyi kullanmak kaydıyla yüzde 30’a varan bir farkla yapabiliyor. Bu da bizim tersanelerimizin geleceğinin ne kadar zorlu olacağını gösterir. Sorunu gemi inşa sanayisinin tek başına çözebilmesi mümkün değil. Dünyanın hiçbir yerinde devlet tarafından desteklenmeyen bir gemi inşa sanayi ayakta kalamaz. Çin’de, Kore’de çok ciddi destekler var. Bizim ülkemizde de bunu devlet politikası haline getirebilmek lazım. Türkiye’de gemi inşa sanayi Türk ekonomisine ne getirir, ne götürür, istihdam mı sağlar, döviz mi getirir, bunların hesabının yapılması ve ona göre hükümetlerin bu sanayinin desteklenip desteklenmeyeceğine karar vermeleri lazım. Desteklenmediği sürece Türkiye’deki gemi inşaatının geleceği olacağına inanmıyorum. Çünkü verimlilik üç ana şeyden oluşuyor; birincisi eğitimli işçi, ikincisi mühendis yani tam dizayn yapabilme özelliği, üçüncüsü de alt yapı. Alt yapı demek, ucuz kredi demektir. Eğitim konusuna bakacak olursak, bizim sanayicilerin bu eğitimi vermesi o kadar kolay bir şey değil. Sektörde çalışacak kişilerin meslek liselerinde yetişmesi lazım ki verimlilik bir yerlere gelebilsin. Gemi inşa sanayi en büyük hamleyi 1995’lerde yaptı, o zaman ciddi teşvikler vardı. Şu anda gemi inşaatına özel hiçbir teşvik yok. Herkese ne varsa bize de o var, hatta o teşviklerde de ciddi problemler oluşmaya başladı. Mesela Yalova’da yatırım yapanlara bakalım. Orada da Türkiye’deki diğer sanayi kurumlarında olduğu gibi anormal bir gelişme yaşandı. Nasıl ki Türkiye’de konfeksiyon bir yere gelince herkes konfeksiyona yöneldiyse, gemi inşa yükselince de herkes tersane yatırımına girdi. İşin geleceği pek fazla düşünülmedi. Devletin buna karışacak hali yok; yatırım yapan girişimciye ‘yapamazsın’ diyemez. Dünyada gemi inşaatında anormal bir patlama yaşandı, ona bağlı olarak da bu Türkiye’ye yansıdı. Bu da o dönemde bir sürü yatırımcıyı çekti. Ama bundan sonrası için ben pek iyimser değilim gemi inşaatı için. Çin, sadece bu sektör için değil bütün sektörler için tehdit olacak Türkiye’ye. Çin gerçek bir patlama yapıyor ve olay sadece Çin’le sınırlı kalmıyor. Vietnam’a sipariş veriliyor. Almanlar Bangladeş’e de sipariş vermeye başladılar. Hindistan’a, Malezya’ya sipariş veriliyor. Buralardaki işçilik ücretleri çok ucuz. Gemi inşaatında en büyük maliyet kalemleri çelik ve işçilik çünkü… Çinlilerin işi öğrendiklerini de kabul etmek zorundayız. Yabancı firmalar oraya sipariş verdikleri sürece bilgilerini aktarıyorlar ve öğretiyorlar. Onları yetiştiriyorlar. Böylece belli bir süre içinde istedikleri kaliteyi elde etmeye başlıyorlar.”

“En iyi tekne arkadaşının teknesidir”
Mehmet Taylan son günlerde yeni gemi projeleri ile yine oldukça yoğun bir şekilde çalışmakta. Ellerindeki 5 tane projenin 2’si teslim edilmiş, üçüncüyü de teslim etmek üzereler. Üç ay içinde diğer ikisi de teslim edilecek olan 14 bin tonluk tankerler yapılıyor. Kendileri için 2 tane 5 bin tonluk gemi yapmaya niyetleri var. Galatasaray Kulübü Genel Kurul Üyesi olan Mehmet Taylan, işin dışındaki zamanlarını daha çok Gebze’nin Kargalı Köyü’nde geçiriyor. Gebze’den Şile’ye giden yolun en yüksek tepesinde, 30 dönümlük araziye 9 Galatasaraylı arkadaş ev yaptırmışlar. Hafta sonları bir arada eğlenmek için tercih ettikleri gizli adresleri işte bu köy. Tenis meraklısı biri olarak arkadaşları ile maç yapmayı seviyor ama teniste pek iddiası yok. Balık tutmak onun için daha öncelikli bir hobi. Tekneleri seviyor ama bu kadar çok gemi yapmasına rağmen kendine ait teknesi yok. Görünüşe göre, “En iyi tekne arkadaşının teknesidir!” ekolünden geliyor. Tekirdağ’a gittiğinde küçük sandalıyla balığa gitmek onun için yeterli. Yaz tatillerinde ise genellikle İznik’teki Darka tatil köyünde. Merak ediyorum, bunca işin yoğunluğu nasıl atılıyor diye… “Rakı-balık sever misiniz’ diye sorduğumda aldığım yanıt oldukça şaşırtıcı. “İyi yemek yaparım ben. Amerika’dayken bir Yunan restoranında aşçılık bile yaptım.” Aslında şaşırmamak gerek. İyi bir yemek yapmak da bir tekneyi sıfırdan inşa etmek gibi tecrübe, sabır, zamanlama, merak ve tutku gerektirmiyor mu?

[/membership]

Bunu Paylaşın
dmehmetirak@marinedealnews.com