Masallardan gerçeğe Çin

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com
Global krizde hemen hemen her ülkenin ekonomisi başaşağı giderken Çin’in ekonomik büyümeyi sürdürmesine hâlâ hayret edenler var. Bu ülkeyi önyargılardan kurtularak anlamaya çalışmak bu kadar mı zor!

Özellikle spor basınını takip edenler bilir, medyanın bu kısmı mesnetli-mesnetsiz birtakım benzetmeler ve seviyeli-seviyesiz söz oyunlarına bayılır. Hollanda Milli Takımı’ndan forma renginden ötürü “Portakallar”, Alman Milli Takımı’ndan savaş tarihinden esinlenerek “Panzerler”, Brezilya’dan neredeyse ulusal kabul edilen danslarına atfen “Sambacılar” diye söz eder. Kulüp takımları sözkonusu olunca evrim çeşitliliğini kanıtlarcasına aslanlardan, kartallardan, kanaryalardan, timsahlardan geçilmez ortalık. Ama milliyetçiliğe saygıdan olsa gerek, milli takımlara gelince genellikle hayvanlardan uzak durmaya dikkat edilir. İlginç olan, daha elit çağrışımları olan bir alan olsa da siyasette birçok ülkenin hayvan göndermeleriyle anılması. Rus ayısı, Amerikan kartalı, vs… Tabii belli bir gücü simgelediği için çoğunlukla azametli hayvanlar kullanılır bu benzetmelerde, ki bunun ideolojik göndermeleri olduğu herkesin malûmu; Rus tavşanı ya da Amerikan bülbülü olmuyor işte!

Günümüzün ve tarihin en güçlü ülkelerinden Çin ise ejderhayla anılır. Yine güçlü bir hayvan tabii ama diğerlerinden ayrılan bir özelliği var onun: gerçek değil, masal dünyasına ait bir hayvan o. Ve işin doğrusu, bu küçük ayrıntı çok şey anlatıyor bir bakıma. Öncelikle Batı’nın bu uzak ülkeye bakışına dair önemli ipuçları veriyor. Reel dünyaya ait olmayan ejderha, bir benzetmeden çok bir yakıştırma; bilinmeyeni simgeleyen, tehlikeli, korkulması gereken, uzak diyarlara ait mistik güçleri olan bir simge.
Çin hakkında yazılan kitaplarda da görülebilir bu güç ve tehlike imgesi. Fransız siyasetçi Alain Peyrefitte’nin 70’lerde yayınladığı ünlü kitabı “Çin Uyanınca”nın (E Yayınları/1975) ismi bile bunu kanıtlamıyor mu? Batı’nın modern tarihi boyunca Çin üzerine yazılmış kitapların isimleri üzerinden yapılacak üstünkörü bir araştırmada benzer sonuçlar çıkacağına şüphe yok, çünkü Çin’in bu ülkelerdeki imajı hiç değişmedi.
Yaklaşık 30 yıl kadar önce başlattığı dışa açılma politikasının sonucunda Çin daha tanınır hale geldiyse de, bilinç-altına yerleşmiş korkular aynı kaldı. Aksine, Çin’in varlığı uluslararası alanda daha yoğun hissedilmeye başlandığından itibaren biçim değiştirerek siyaset ve ekonomi sahnesinde vücut buldu.
Zaman içinde Soğuk Savaş döneminin yarattığı tek tip giysili, sadece pirinç yiyerek yaşamayı beceren, komünist rejimle yönetildiği için mutsuz insanların ülkesi, önyargılardan arınarak bakmaya başlayanlar için önce ciddi bir akademik ilgi merkezine dönüştü. Ardından tarım ülkesi olarak tanınan yoksul bir ülke tanımının ne denli tek yanlı olduğu olduğu su yüzüne çıktı. Gerçi ne tarım vurgusu hatalıydı ne de belirli ölçüde yoksulluk, ama Batılı gözlükleri çıkarınca belirginleşen başka unsurlar Çin’in gerçek çehresini ortaya çıkardı.

Ejderha enflasyon canavarını döver mi?
Son on yıldır Türkiye dahil, tüm Batı basınında Çin’e dair haberlerde hep aynı tema hakim: Çin ekonomisi akıl almaz bir hızla büyüyor. Kimi zaman gizli bir kıskançlıkla bunun ardından enflasyon gelir kehanetleri, kimi zaman ulusal sanayimizi Çin mallarına karşı koruyalım tavrıyla sürüyor uzak dünyanın tehlikeli ülkesi imajı. Bir bakıma bu ekonomik ortamda yanlış da değil korkmak. Ucuz işgücü öylesine bir avantaj sağlıyor ki Çin’e, Batı’nın rekabet gücü kalmıyor.
Hele geçen ay sonunda açıklanan ekonomik verilere bakınca, kolu kanadı kırılmış Batılı ekonomilerin nutku da tutuluverdi. İyimserlikle yaşamaya çalışanların göz yaşartıcı beklentilerine rağmen hız kesmeden ağırlığını hissetiren global kriz, büyüme konusunda Çin’le saldırmazlık paktı imzalamış sanki.
Her ne kadar yılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan yüzde 6.1’lik büyüme 1992’den beri kaydedilen en zayıf rakam olsa da, Çin İstatistik Enstitüsü’nün verdiği ekonomiye dair son veriler paktın sürdüğünü gösteriyor. Çin ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 7,9’luk büyüme kaydetmiş. Yılın ilk çeyreğine oranla yüzde 1,8’lik bir artış anlamına geliyor bu. Böylece yılın ilk yarısındaki büyüme 7.1 oluyor, ki bu Çin’in ilan ettiği resmi hedefi olan yıllık yüzde 8’den pek uzak sayılmaz.
Aslında büyüme konusundaki bu müthiş performansa rağmen, global ekonomik krize direnebilen bu ülkede ekonomik hayat o kadar da gülüm gülistanlık değil. 20 milyona yaklaşan işsizlik rakamları bunun açık kanıtı. Son verilerin ilan edilmesinin ardından, yeni istihdam alanlarına ihtiyaç duyduklarını söyleyen Çin İstatistik Enstitüsü yetkilisi Li Xiaochao’nun sözlerinden istihdam sorununun çözümüne henüz uzak oldukları anlaşılıyor. “Ekonomimiz ne kadar toparlanmaya başlamış da olsa, istihdam açığını kapatmadan önce daha yapılacak çok şey var. Eskiden olduğu gibi hâlâ büyük bir baskı hissediyoruz.” Nitekim, aynı günlerde ajansların geçtikleri haberlerde, ülkenin batısından yaklaşık iki milyon kişinin iş bulabilmek için ülkenin diğer bölgelerine gittiği yazıyordu. Ancak yükselen işsizlik yanlış bir fikir vermesin, resmi istatistiklere göre sanayi alanındaki üretim yüzde 11 oranında artmış durumda.
Döviz rezervi açısından da dünyanın en sağlam ülkesi Çin. Merkez Bankası’nın açıklamasına göre yabancı para stoku son bir yılda yüzde 18 artmış, iki trilyon doları aşmış. Ancak birçok analiste göre bu yüksek rakam ihracatın ithalattan fazla oluşundan kaynaklanmıyor. Bu konudaki en önemli etken, uluslararası yatırımcıların kriz ortamında Çin’i yatırım yapılabilecek en iyi ülke olarak görmesi. Yatırımcılar özellikle gayrimenkul ve hisse senetlerine eğilim gösteriyor. Çin’deki Şanghay Birleşik Endeksi’nin bu yıl yüzde 74 değer kazanması bunun en açık kanıtı.
İşsizlik oranları bir yana, uluslararası mali konjonktüre rağmen ülkenin bu kadar olumlu ekonomik verilere sahip olmasının en önemli nedeni Çinli yetkililerin geçen yılın sonlarında açıkladıkları canlandırma paketi: İş kollarının nakit harcamaları ve yeni teknolojilere yatırımlar yapmaları teşvik edilmişti.
Aslında Çin’in krize karşı tek planı bu değildi. Sektörel bazda da önlemler aldı. Mesela, ülkenin önemli büyüme kalemleri arasında gösterilen, her sene yaklaşık yüzde 20 büyüyen denizcilik sektörüne de el atmayı ihmal etmemişti. Aldığı siparişlerin neredeyse yarısı Avrupalılara ait olan Çin tersanelerinin sipariş iptalleriyle sarsılacağını düşünen yetkililer, kamuya ait denizcilik şirketlerinin bu siparişleri almaları yönünde destek sağlamak üzere harekete geçmişti.
Elbette Çin’i dünyanın gündemine taşıyan sadece ekonomideki şahlanışı değil. Siyaset sahnesindeki birçok olay sık sık gözlerin sürekli ona çevrilmesine yol açıyor. Yakın tarihin en önemli demokrasi hareketleri arasında sayılan Tiananmen olaylarından meşhur Tibet sorununa kadar bir dizi örnek vermek mümkün. Son örnek ise daha çok taze: Doğu Türkistan meselesi. Türkiye’de belki Uygur Türkleri vesilesiyle ismi bu kadar sık anılmaya başlandı ama aslında Çin’in dünya politik arenasındaki yeri belli. Bunu anlamak için tarihin derinliklerinde kaybolmaya da gerek yok. Günümüzde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde veto hakkı olan beş üyeden biri olan Çin, sadece kendi coğrafi etki alanında değil, tüm dünyada ağırlığı hissedilen bir ülke.
Batı’dan bakıldığında ne gözükürse gözüksün, Çin’i doğru kavramak için onun kültürünün, onun mantığının içinden bakmak gerekiyor. Karmaşık denklemli ilişkiler yumağının içinde yolunu arayan Batılı anlayış, uzağa baktığında sadece Çin astrolojisine tav olmasa, başka bir mantığa kavuşabilir.
Çinli bilim insanlarının şebeke suyunun kalitesini ölçmek için kullandıkları yöntem iyi bir örnek olabilir: Pekin Bilimler Akademisi’nden Profesör Vang Zician, her birinde 20 balık bulunan makinelerle içme suyunu 24 saat izlediklerini söylüyor. Pekin’in güneybatısındaki tesislerde, sekiz büyük küvetten oluşan makinelerde bulunan 3-5 santimetre uzunluğundaki 20 balığın davranışları suda herhangi bir kirlenme olup olmadığını gösteriyor. Eğer bir kirlenme olursa balıkların davranışları değişiyor, hareketlenip hızlanıyor; bu noktada sistem alarm vererek kontrolörlerin cep telefonlarına mesaj gönderiyor. En ufak kirletici maddeye bile duyarlı hassas balık türlerini kullandıklarını söyleyen Vang Zician, balıkları iki haftada bir değiştirerek kirliliğe karşı bağışıklık kazanmalarını engellediklerini belirtiyor.

Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com