Geçen ayki yazımızda Machu Picchu’ya gitmiştik. Oradan devam edeceğiz. Ama öncesinde Arjantin’in kaderini değiştiren şampiyonluğuna değinmek isterim kısaca…
“Millet olarak buna çok ihtiyacımız vardı!”
Bunu duyduğumda içim burkuluyor.
Ne anlamsız, ne tabansız, ne seviyesiz bir cümle!
Özellikle başta futbol olmak üzere, ticarileşmiş spor müsabakalarında kazanılan bir galibiyet veya kupa ile ülkenin rahatladığını anlatan şuursuz bir ifade.
3F…
Portekiz’in meşhur baskı dönemi yöneticisi Salazar’ın ülkeyi 1936’dan 1968’e kadar 36 yıl uyutarak idare ettiği söylenen 3F’den biri Futbol. Diğerleri de Fado ve Fatima. Fiesta diyenler de var ama…
Güney Amerika da futbolun benzer biçimde ele alındığı bir kıta. Machu Picchu
Arjantin, nedendir bilmem kış ortasında Katar’da oynatılan son tangoda Dünya Futbol Şampiyonu oldu. Ülkedeki herkes çılgınca sevindi, ekonomik dertler bitti, kültür yükseldi, sağlık sorunları nihayete erdi ve dahası birçok gelişme oldu.
Maç öncesi tanıdığım Porteño’larla mesajlaştık. Porteño, Buenos Airesli demek. Arjantinli dostlarım öyle gergindiler ki, maç sonunda da çılgınca sevindiler haliyle. Sevinmelerine sevindim ama biraz da içim burkuldu.
Burada Arjantin’e bir virgül atıp Peru’ya, Machu Picchu’ya geri dönelim.
Yaşlı Dağ, Machu Picchu…
Nesilden nesile konuşma yoluyla aktarılan “Quechua” yerli dilinde “Yaşlı Dağ” anlamına gelen Machu Picchu’ya girdiğim andan itibaren heyecanlıydım. Kartal yuvası konumu her sabah dumanlı dağların zirveleri ile çevrili kadim kente şöyle bir baktığımda, dört aylık gezide, en çok görmeyi arzu ettiğim yerde olmanın mutluluğunu yaşıyordum.
Duvarlardaki taş ustalıkları, tapınaklar, depreme dayanıklı trapezoid pencereler, kapılar, hâlâ dağın tepesinde sürekli işleyen su sistemleri, güneş saati, tarım terasları, uçurum kenarındaki İnka Köprüsü, benim çıkmaya korkup uzaktan seyrettiğim Genç Dağ Wayna Picchu’ya tırmananlar, Güneş Kapısı, Rahibin Evi, Muhafızlar Evi, Toprak Ana (Pachamama) Kayası, iç açıcı çimenlik zeminiyle Kutsal Meydan, etrafta dolaşan lamalar derken her nefeslendiğim noktada hayran olduğum görüntüler eşliğinde bu kıtanın tarihini düşünüyordum bir yandan da. Machu Picchu
Arjantin, Şili ve Bolivya deneyimi sonrasında anlayabildiğim Güney Amerika’yı düşünüyordum.
İki ayrı Güney Amerika…
İki Güney Amerika var benim aklımda.
Biri Tiwanaku ve sonrasında İnka, Aztek ve Mayaların yaşadığı ve hâlâ kısmen sırlarla dolu bir sürecin kültürünü taşıyan, “Akbabanın geçişi (El condor pasa)” melodisi ile özdeşleşmiş And Dağları’nın havasını pan flüt ezgileriyle tebessümle hatırlattığı kıta.
Diğeri İspanyol, Portekiz ve sonrasında Hollanda, İngiliz ve Fransız işgalinden acılarla nasibi alarak çıkmış, kanı emilmiş bir Güney Amerika.
Bunlardan ilki arkeoloji ve antropoloji ağırlıklı çalışmalarla ortaya çıkarılmaya uğraşılan bir tarihi süreç ve kültür.
İkincisi ise yerli nüfusun, acımasız istila sonrası kendi topraklarında katledildiği bir savaş alanı. Avrupa’dan gelenlerin taşıdığı mikroplar, hastalıklar ve tahrip edici silahlar ile tanışarak telef olmuş halkıyla bir kıtanın acılı tarihi. Machu Picchu
Maden ve her türlü kıymetli ürün hırsızlığına dayalı, neredeyse eskiye ait her şeyi silmeye odaklanmış, taş üstünde taş konmayan bir istila ile hayat damarları kesilmiş bir kıta.
Avrupa’yı zengin eden topraklar…
1520 yılından sonra ivmelenen istilanın öncesinde bu bölgede yaşayan insanların Çiçek hastalığından haberleri yokmuş örneğin. Hayatlarında ne at görmüşler ne tüfek, ne de bir katolik papaz.
İnka hükûmdarı Atapualpa’yı 30 bin kişilik ordusunun önünde, sayısı 200’e varmayan askeri ile esir eden İspanyol Pizarro, önünü açtığı felaketin, bugünkü dünya sömürüsünün habercisi olduğunu kendi bile tahmin edemezdi muhtemelen. Macera kabîlinden şuursuzluk içinde yapılan bir seferin öncüleri beklediklerinin çok üzerinde bir kazanç sağlamışlar bu işten.
İşgaller öncesi toplam nüfusu 70 milyonu bulan İnka, Aztek, Mayaların sayısı 150 yıl içinde 3 milyona inmiş. Hırsızlık ve sömürü, Avrupa’nın yeniden yapılanmasının kaynağı olmuş.
Bir buçuk asır gibi bir sürede, insanlık dışı şartların hüküm sürdüğü madenlerde ölesiye çalıştırılan Güney Amerika’nın gerçek sahibi yerliler tükenmeye yüz tutmuş.
Bunun üzerine eksilen insan gücü için köle ticareti dönemi başlamış. İnanılmaz köle ticareti, Katolik Kilisesi’nin fetvalarıyla şekillenmiş. Tabii ki giden her gemiye fedakâr bir papaz da konulmuş.
Güney Amerika ile ilgili iki kitap okumuştum yola çıkmadan.
‘Latin Amerika’nın Kesik Damarları” ve “Tüfek, Mikrop ve Çelik’…
Eduardo Galeano’nun SEL Yayınları’ndan çıkan “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” isimli kitabı bu kıtanın sömürü tarihiyle ilgili önemli bir kaynak. O diyarlara gitmeden okunmasının çok önemli bir bakış açısı sağlayacağını düşünüyorum. Kitapta ayrıntılı olarak bulacağınız, gerçek verilere dayalı anlatım, sömürü tarihi ile günümüze de büyük ışık tutacak nitelikte.
Bölge ve sömürge tarihi ile ilgili çok kıymetli bir kitap da TÜBİTAK Yayınları’ndan çıkmış Jared Diamond imzalı “Tüfek, Mikrop ve Çelik”. Benim için okunması yer yer zorluklar teşkil eden bir editörlük ve redaktörlükle düzenlenmiş olsa da bu kitap insanlık tarihi ve Güney Amerika açısından çok kıymetli bilgiler verecektir. Machu Picchu
Şimdi tekrar Machu Picchu’ya dönelim.
Machu Picchu nerede?
Peru’da. Machu Picchu, Cusco’ya yaklaşık 90 km mesafede. Cusco’nun 25 km yakınındaki Pisac’tan başlayarak bölgeye tarih boyunca can veren “Urubamba” Nehri’nin aktığı “Valle Sagrada” yani Kutsal Vadi’nin sonunda yer alıyor.
Kutsal Vadi boyunca yer yer sakin, yer yer hırçın hırçın akan “Urubamba” Nehri, yüce dağlar tanımını hak eden ve genelde nehirden yukarı dimdik uzanan başı dumanlı bir dağ silsilesi ile kol kola ilerleyor. Nehrin uğultusu adeta durmaksızın bir şeyler fısıldıyor kulaklarınıza. Bu etkileyici doğa, yüksek enerjisiyle sizi kıskıvrak yakalayıp, ruhunuzu avucunun içine alıyor. Urubamba’nın bu bitmeyen fısıltısı sürekli devam eden bir şaman şarkısı sanki. Machu Picchu
İnkaların yazısı yok…
Kentler inşa etmiş, günümüzde bile çalışan sulama kanalları yapmış, tarım, hayvancılık, tekstil, astronomi, tıp, müzik dâhil birçok alanda faaliyet gösteren bir uygarlığın “yazısının olmaması” inanılır gibi değil. Milattan Önce 1600’lerde Anadolu’da Hititlerin yazısı olacak, milattan sonra 1600’lerde İnkaların yazısı olmayacak. Garip geliyor. Antik Uzaylı hikâyeleri de biraz bundan türüyor bana göre.
Kentin meçhul tarihi…
Machu Picchu’nun sırrı çözülmüş değil. Değişik teorilerin ve soruların hâlâ yanıtı yok. Amazon kabilelerinin işgaline karşı yapılmış bir kale mi? Dinsel bir tapınak veya Güneş tanrısına adanmış bir kutsal mekân mı? Bakireler için bir sığınak veya kral ve soylular için bir tatil şehri mi? Gerçek ise, meçhul. Herkesin Machu Picchu’su kendine…
‘İnsanlık olarak buna çok ihtiyacımız vardı!’
Elin adamı 30 kişiyle gelsin, 30 bin kişinin önünde sizi sopalasın, hapsetsin, ağırlığınca altın fidye istesin, onu da alsın ve sizi öldürsün. Yetmedi madenlerde süründürsün, soyunuzu, sopunuzu kurutsun, yetmedi inancınızı değiştirsin… Sonra da bir topun peşine takılalım, çok zorlu mücadelelerden sonra şampiyon olalım.
Gerçekten insanlık olarak buna çok ihtiyacımız vardı.
2023 yılınız sağlık ve esenlik içinde geçsin.
Saygı ve sevgilerimle.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.