Avrupa’nın kâbusu hortladı

Yüce Yöney

yuceyoney@marinedealnews.com

Hemen hemen tüm siyasi hareketlerin görülebileceği uzun ve zengin bir siyasi tarihi içinde barındırıyor Avrupa. Paris Komünü de yaşlı kıtada yaşandı, Naziler de bu topraklardan çıktı; Faşist Franco rejimi, Olof Palme’nin sosyal demokrasisi, Polonya’nın Dayanışma Sendikası, Tito’nun Yugoslavya’sı, Doğu Bloku, Berlin Duvarı, Srebrenitza Katliamı, vs…

Şimdiden 21. yüzyıla damgasını vuran enerji savaşlarının Avrupa dışında yaşanıyor olması kimseyi yanıltmasın; bu savaşların da değişmeyen temel aktörleri arasında Avrupa ülkeleri var. Daha bir iki hafta önce İngiltere’nin Irak Savaşı öncesi büyük petrol şirketleriyle masaya oturduğu ve kimin ne kadar pay alacağı konusunda tartışıp pazarlık yaptığı ortaya çıkmadı mı? Belki yakın geçmişe gitmeye bile gerek yok. Libya’da yaşananlar kendi dinamikleriyle başlayan bir mücadeleye Fransa, İngiltere gibi ülkelerin kendi çıkarları doğrultusunda ne denli iştahla müdahale ettiklerini göstermiyor mu?

İşte o Avrupa kendi içinde her geçen gün biraz daha sağa kayıyor. Nisan ayının sonlarına doğru Finlandiya’da düzenlenen genel seçimin sonuçları en yakın örnek. AB karşıtı ve göçmenlik aleyhtarı Gerçek Finliler Partisi oyların yüzde 20’sine yakınını kazandı bu seçimde. Danimarka’da güçlenen İslam karşıtlığıyla beraber Kuzey Avrupa ülkelerinde ivme kazanan aşırı sağın en son örneği haline geldi Finlandiya.

2007 seçimlerinde Gerçek Finliler’in arkasındaki yüzde 4’lük halk desteği bu seçimlerde yüzde 19’a yükseldi. Üstelik bu başarı Finlandiya’nın Avrupa Birliği’yle olan güçlü ilişkilerine rağmen yakalandı. Gerçek Finliler’in AB karşıtı tavrı, partinin yükselişine paralel olarak giderek keskinleşti. Keskinleştiği ölçüde “Fin değerleri” gibi ifadeler çoğaldı, milliyetçi söylem kayda değer bir popülarite yakaladı. Tabii bu süreçte, AB’nin içine düştüğü mali bunalımın da etkili olduğunu söylemek lazım. Euro Bölgesi’ndeki zayıf ülkelere sağlanan mali destek sadece Finlandiya’da değil, birçok ülkede göze batmaya, tepki toplamaya başlamıştı zaten.

Yakınındaki ülkelerin aksine milliyetçiliğin alevlenmesinde göç pek belirgin bir faktör değil Finlandiya’da. Ülkede yaşayan yabancıların oranı yüzde 3 gibi çok düşük bir oran, ki çoğunluğunu Estonyalılar ve Ruslar’ın oluşturduğu yabancıların içinde 300 bin kadar İsveçli de var. Ayrıca kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasıla 32 bin euro. Yani kaynaklar yabancılara gidiyor diye feveran eden, giderek yoksullaşan insanlar yok ülkede. Ancak göçmen meselesi gibi bir derdinin olmayışı Finlandiya’da milliyetçi karakterli bir sağ anlayışın prim yapmadığı anlamına gelmiyor işte.

Finlandiya’daki gibi, radikal sağ eğilimlerdeki gözle görülür artış, özellikle Batı ve Kuzey Avrupa başta olmak üzere, Avrupa’nın büyük bölümü için geçerli olsa da her ülkede aynı dinamiklere bağlı olduğunu, aynı nedenlere dayandığını söylemek pek doğru olmaz. Ana hatlarıyla göz atacak olursak, milliyetçi ve/veya ırkçı partilerin konumu bu ülkelerdeki gelişmeler hakkında yeterince ipucu veriyor aslında…

Avrupa Birliği’nin önde gelen ülkelerinden Fransa’da, Ulusal Cephe’nin başına geçen Marine Le Pen, iktidardaki merkez sağın lideri Sarkozy’nin uykularını kaçıracak şekilde, yaklaşan seçim öncesi yapılan kamuoyu yoklamalarında sıçrama yapmış gözüküyor. Öyle ki, cumhurbaşkanlığı seçiminde Nicolas Sarkozy’yi geçip ikinci tura kalırsa ülkede kimse şaşırmayacak herhalde. Anketler bir yana, Ulusal Cephe’nin son yerel seçimlerde, oyların ilk turda yüzde 15’ini, ikinci turda ise yüzde 12’sini kazandığını da unutmamak gerek. Ancak Ulusal Cephe, pek çok bölgede en fazla oy alan iki partinin yarıştığı ikinci turda yer almamıştı, ikinci tura kaldığı bölgelerde ise oy oranı yüzde 40 civarındaydı.

Marine Le Pen, babasının kurduğu partiye yeni bir soluk ve yeni bir imaj getirmek istiyor. Jean Marie Le Pen’le arasındaki en belirgin ayrım da bu noktada zaten. Babasından farklı olarak Ulusal Cephe’nin yabancı düşmanı imajından sıyrılmasını amaçlıyor. Kampanyaları esnasında ağırlıklı olarak göç, İslam ve Avrupa para politikalarını hedef alıyor.

Daha kuzeyde de durum pek farklı değil… Hollanda Özgürlük Partisi geçen yıl yapılan seçimlerde oylarını yüzde 15 artırmıştı. Geert Wilders liderliğindeki parti, ülkenin üçüncü büyük partisi konumunda ve iktidarda olmamasına rağmen belli politikalar üzerinde söz sahibi. Azınlık hükümetini oluşturan liberal-muhafazakâr koalisyon Hollanda Özgürlük Partisi’nin desteğini alıyor, karşılığında belli konulardaki politikalarda etkili olmasına izin veriyor. Nitekim burka ve çarşaf gibi giysilerin kullanılmasını yasaklayan bu koalisyon hükümetiydi, keza göçmenlik konusunda kısıtlama getiren de…

Lakin belirtmek gerekir ki, sağ partilerin bütün tipik özelliklerini göstermiyor Wilders’in partisi. Mesela, eşcinsellik gibi konularda gayet liberal değerleri benimsiyor. Yine de kimseyi yanıltmayalım, partinin aşırı sağ olarak nitelenmesi boşuna değil: Açıkça İsrail’i destekliyor, Hollanda’nın karşı karşıya olduğu en büyük tehdit olarak İslam’ı görüyor, vb… İslam karşıtlığı konusunda o kadar fanatik ki, parti lideri Geert Wilders hakkında Müslümanlar’a yönelik suçları teşvik ettiği için dava bile açıldı.

2007 seçimlerinde oyların yüzde 28,9’unu alan İsviçre Halk Partisi, göçmenler konusundaki tutumuyla İsviçre’nin “Ulusal Cephesi” bir bakıma. Son seçim kampanyalarındaki posterler ırkçı reflekslerini açığa çıkarıyordu. Göçmenleri tekmelenerek ülkeden çıkarılan kara koyunlar olarak gösteriyordu posterler. Konjonktürün de etkisiyle giderek AB karşıtı bir kimlik kazanan İsviçre Halk Partisi, ülkede bir ara epey tartışma koparan minare inşasına sınırlama getirmeyi başarmıştı. Christoph Blocher liderliğinde son dönem kesintisiz bir şekilde güç kazanan parti, 1999 seçimlerinden bu yana federal meclisteki en büyük siyasi gruba sahip bulunuyor.

Irkçı tavırların politikadaki yansıması, birbirine yakın ülkelerde benzer şekillerde ortaya çıkabiliyor. Danimarka Halk Partisi’nin göçmenler ve yabancılar konusunda komşu ülkelerdeki muadillerinden pek farkı yok. Batılı ülkelerden gelenler hariç, ülkeye göçmen girişinin yasaklanmasını ve ülkede yaşayan yabancıların asimile edilmesini istiyor. İslam karşıtı tutumu ise zaten fazlasıyla biliniyor. Büyük olaylara yol açan Hz. Muhammed karikatürleri krizi hâlâ akıllarda ve doğrusu, unutmayan sadece Müslümanlar değil, Danimarkalılar da unutmuyor; partiye gelen halk desteğinin artmasından belli. Danimarka Halk Partisi parlamentodaki üçüncü büyük parti belki ama Danimarkalılar arasında milliyetçilik yükselen değerlerin ilk sırasında ne yazık ki.

Danimarka Halk Partisi ile sıkı bağlar içinde olan İsveçli Demokratlar Partisi de komşularındaki kadar büyük olmasa da kendi ülkesinde gözle görülür bir sıçrama yapmıştı geçen sene. Göçe sınırlamalar getirilmesini isteyerek 2010 seçimlerinde yüzde 5,7’lik bir oy oranına ulaşan parti, parlamentodaki diğer partiler tarafından dışlanmıştı gerçi, fakat o dönem İsveç’e dair beklenmedik bir ünlem işareti yerini almıştı yabancı basında.

Bir süredir özellikle Avrupa içinde tartışılıyor hortlayan milliyetçilik. Ekonomik kriz ve sosyal güvensizliğin yarattığı olumsuz koşulların aşırı sağı besleyen temel faktörler olduğu konusunda genel bir fikir birliği var. Merak edilen ve elbette kaygı duyulan ise milliyetçiliğin yükselişinin sınırları… Kuşkusuz, o sınırları zaman gösterecek ama neyse ki kimsenin sorunun çözümünü zamana bırakmaya niyeti yok.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yuceyoney@marinedealnews.com