İnsan nasıl gezgin olur, niye alıp başını yollara düşer, gezerken yalnızlık ve başka diyarlarda dolaşmak nasıl bir ruh hâli yaratır?
Bu yazıda deneyimlerimden yola çıkarak kendi öykümün gelişimini anlatacağım.
Yola çıkış kararı öncesi…
Alıp başını meçhul yollara diyarlara gitme kararı hayat içindeki dönüm noktalarından birinde günlük sabit döngülerin dışına çıkmakla başlıyor. Ben genç denilebilecek bir yaşta emekli olma kararını aldıktan sonra ne yapmalı diye bir düşünme sürecine girmiştim. Kolay değil, değişmez sanılan döngülerin dışına çıkmak heyecan verici olduğu gibi bazı kaygıları da beraberinde getiriyor.
Bakın bu durumu “Altı Don Bir Pantolon, Güney Amerika’da 120 Gün” isimli kitabımda nasıl anlatmışım.
Ne yapmalı?
Okul, iş güç, sosyal sorumluluklar, gelenekler, zorlamalar, arayışlar… Bu uğraşlar arasında “gerçek kendimizi” ne kadar yaşıyoruz, ne kadar bilebiliyoruz? Bedenimize, özümüze, ruhumuza yeterli saygıyı gösterip zaman ayırabiliyor muyuz? Sürekli “meliyim”, “malıyım”lı yüklemler içinde mi geçiyor günler? Kurgulanmış doktrinlerin, geleneksel diyerek dayatılanların kabulünün haricinde şansımız yokmuş, gerçekte kabul edilemez durumlara uyum sağlamalıymışız gibi gösterilen kurgulardan sıyrılmayı ne kadar hayal edebiliyoruz?
Uzun yıllardır süren işimin nihayetlenmesinden sonra “Ne yapmalıyım?” sorusuna cevap aradığım bir döngüye girmiştim. Yeni iş başvuruları mı? Sektör değişimi mi? Yoksa uzun çalışma yıllarından sonra belli bir süre dinlenmek mi? Bir yabancı dil kursu veya yeni bir sertifika programına kayıt belki. Bulunsun düşüncesiyle bilgisayarın başına geçip özgeçmişimi düzenlemeye çabalıyordum. İki sayfa özgeçmişle boğuşuyordum adeta. Zorlandıkça, o kadar yıldan sonra kendimi anlatmaya çalıştığım bu satırların ne kadarının beni yansıttığını sorgulamaya başladım. Bana göre samimiyetsiz, sözde modern akımların icadı formatlara uymaya çalışmamın nedenini düşündüm. İş görüşmeleri yapmak, moda deyimiyle “kafa avcısı (head hunter)” erbabıyla görüşme durumu da çok sevimsiz gelmişti.
Ne için yapacaktım bunları? Para mı? Boşta kalmamak mı? Bir statüm olsun diye mi? Hayatım böyle mi anlam kazanacaktı? Yazarken kendimle kavga etmeye başlamıştım. Yazma ve sorgulama arasında gidip gelen bir döngüde, her seferinde yazmak için oturup, daha çok düşünüp, ne yaptığımı anlamaz hallere gelip tekrar masadan kalkıyordum.
Gerçek isteğim ne?
Bu yazamama ve sorgulama döngüsü birçok kez yinelendikten sonra kendime ciddi biçimde “Sen gerçekten ne istiyorsun?” diye sormaya başlamıştım. Üzerinde düşünmeye başladığım bu soru daha da canımı sıkmıştı. Gerçekten ne istediğimin yanıtını bulamıyordum. Çokça dış kaynaklı, onaylanma duygusu ile başkalarının yol göstermelerini takip ettiğimi, özeleştiri yaparak “benliğimi özde mutlu eden işleri” bu düzeyde sorgulayamadığımı görmek feci halde canımı sıkmıştı.
Düşündüğümde, çok da fazla gereksinimim olmadığını gördüm. Beni zorlayıcı yükümlülüklerim de yoktu. Mütevazı bir yaşantıyı sürdürme konusunda da sıkıntım olmazdı. Ne istediğimi tam olarak bulamamıştım ama artık en azından ne istemediğimi biliyordum. O özgeçmişi yazmayacaktım. İş arama düşüncesi başta olmak üzere “zorunluluk” olgusuyla hareket etmemek beni rahatlatmıştı.
Gezginliğe ilk adım…
Ne yapmayacağıma karar verdikten sonra yoğun bir çalışma hayatı ardından neler yapabilirim diye düşünmeye başladım. Seyahatler, her zaman sorgulayıcı yapımdan uzaklaştırıp rahatlatmıştır beni. “Başka yerde” olma hâlinin hissettirdiklerini, hiç bilmediğim yollarda, diyarlarda dolaşırken duyduğum özgürlük hissinin baş döndürücü etkisini seviyordum. Günübirlik doğa ve kültür gezilerinden haftasonu dalış turlarına, arkeolojik bölge ziyaretlerinden müze dolaşmalarına, bir köy kahvesindeki sohbetten metropollerin içinde yaptığım kaçamak dolaşmalara kadar her yolculuk ruhuma nefes aldırıyordu.
Bu uzun seyahatten önce çok kereler yurtdışına çıkmıştım. İş gezilerini olanaklar ölçüsünde uzatan, dünyanın değişik yerlerinde dolaşan çeyrek zamanlı bir gezgindim zaten. Uzun tatillerde bazen yalnız, bazen bir grupla gezilere katılıyordum. Yolda olma hâlini, gittiğim yerlerdeki doğayı, yapıları seyretmeyi, yemekleri, dilleri, deyişleri, farklılıkları öğrenmeyi seviyordum. Bunları fotoğraflamaya ve yazmaya dair her şey bana haz veriyordu. Gezgin olmak Yolculuklarımı paylaşmak, mutluluğumu daha da artırıyordu.
Karar veriliyor…
Yılların kemikleşmiş eylemlerini içeren süreçler sonrasında, gerçekten istediklerimi yapabileceğim bir zaman diliminde olduğumu hissetmiştim. İçimden bir ses, “Uzunca bir süre, uzak bir yolculuğa ak!” diyordu. Şöyle her zamankilerden farklı yerlere, çokça denenmemiş, maceralı da olabilecek bir yolculuk düşüncesi heyecanlandırmıştı beni. Google Maps üzerinde dolaşmaya başladığımda, dünya üzerinde herhangi bir bölgeye gidebileceğim duygusu kalp atışlarımı hızlandırmıştı. Beni nelerin beklediğini tam kestiremesem bile bu yolculuğun heyecanlı ve içsel bir gezinti olacağını umuyordum.
Aynen de öyle oldu. İlk uzun ve uzak gezim Güney Amerika’ya uzandı. Tek başıma gittiğim bu gezi adım adım bana beni anlattı. Uzun geziler kendi içindeki dinamikleri kendi yaratan gerçek bir gözlem ve öğrenme süreci oldu benim için. Yola tek başıma çıkmıştım ancak çoğunlukla yalnız değildim.
Tek başına gezmek…
Bir dostum “Çoğumuz tek başına sinemaya bile gidemezken, tek başına dünyaya açılman bana çok farklı geliyor” demişti. Bana bu tek başınalık hiç de yalnızlık gibi gelmedi oysaki. Çünkü kişiliğim gereği herkesle sohbet ediyor ve hemen arkadaşlıklar kurabiliyordum. Bu o zamanki yani 10 yıl önceki ve yola ilk çıkmış Gürcan’dı. Bugün ise yollarda geçen uzun zaman, pandemi sürecinde Türkiye’de kalmak ve alınan yaşla birlikte bambaşka durumlara evrildi içimde. Yine de yola çıkınca yol size yol gösteriyor ve kendinizle ilgili düşünmek için sayısız fırsatlar sunuyor.
İlk adım Buenos Aires idi. İspanyolcamı deniyor, bütçemi ayarlamak için sürekli para dönüşümleri yapıyordum. Okuduğum ve dinlediğim öykülerden dolayı başka bir yerde olmanın heyecanı yanında güvenlik kaygısını önde tutarak dolaşıyordum. Ancak bu kaygılı hâl çok kısa denebilecek bir süreçte yerini Buenos Aires’e uyumlanma ve daha çok merakla, heyecanlı bir özgürlük duygusuna bıraktı.
Tam alıştım derken ayrılmalar ve tekrar başlangıçlar…
Dünya hiç de küçük bir yer değil. Hele çok yeri görme arzunuz varsa. O yüzden Güney Amerika’da duraklarım 3 gün ile bir hafta arasında oluyordu. Aslında bu zamanlamaya kumanda eden bir plan yoktu ama birçok noktayı yaşamak demek yıllarca sürecek bir gezi demek. Bu hâli de yolda öğrenecektim. İlk başlarda girdiğim hostel ve bölgeye bir gün içinde uyum sağlıyor, ikinci günden itibaren evim hâline gelen bu yere akşam ulaşmak beni rahatlatıyor, ardından orada arkadaşlıklar, yer görmelerden sonra içimden bir ses “Tamam” deyince acaba ne olacak, nasıl olacak diye bir sonraki noktaya odaklanıyordum. Her seferinde yeni yere alışıp ayrılık bir parça hüzün veriyor, onun yerine yeni yere ulaşma ve görme heyecanı başlıyordu. Bu döngü yavaş yavaş benim ruh hâlimi ve hayata bakışımı da pek anlamadan terbiye etmeye başlamıştı bile.
Ben başlangıçta sürekli ve çok yer görme duygusu içinde kısa süreler kalıp ayrılmalar yaşarken, etrafımdaki gezginlerden bazılarının bir yeri çok beğenip orada haftalarca, aylarca kaldıklarını görünce düşünmeye başlıyordum. Bu gezi bir görev planı içinde yetişilmesi gereken, görülen yerlere çentik atma gibi bir güdüden başka düşüncelere itti beni. Etrafımdakilerin yolda olma sebeplerini dinlemeye başladım.
Yoldaki profiller…
Özellikle Avrupa başta olmak üzere Batılı ülkelerin gençleri yollarda. 18-22 yaşlar arasında çok sayıda genç gezgine rastladım. Bunlar üniversite eğitimine ara verenlerden tutun, hiç o yola girmeden dünyayı algılamak isteyen bir grup. Genç olma hasebiyle farklı olma istekleri ve macera tutkuları yoğun olsa da yol birçoğunun kişiliğini ve hayata bakışını yeniden şekillendiriyor.
Diğer grup boşanmış, ilişkisi sona ermiş ve bulunduğu ortamdan uzaklaşmak isteyenler. Bu grup gençlerle birlikte ortak macera tutkusuyla hareket edenleri de içeriyor.
Başka bir grup eşiyle emeklilik sonrası gençlikte yapamadıkları bu bir ömre değer macerayı yaşamak. Tabii ki bu grup maddi olarak biraz gönençli olduğu için gezi şartları hostel ve kendi araçlarıyla oluyor genelde.
Doğu Almanya zamanından baskı rejimini terk etmiş birini görmüştüm. Onun gibi köklenmek istemeyip bu yaşantıyı mesken tutanlar var ve çok uzun yıllardır yollardalar.
Tabii ki bir sürü farklı profil daha var yollarda ancak ortak noktalarının dayatılan düzenden uzaklaşmak, globalizmin ezici baskısından kaçıp hayata doğru özgür bir soluk almak olduğunu söyleyebilirim. Elbette bu kadar değişik kültür büyük bir bilgi birikimi, değişik bakış açılarını görme kabiliyeti, sorgulama yetisinin gelişmesini ve kendine yetebilmeyi beraberinde getiriyor.
Yalnız olmak, eylemleri yalnız yapmak öz bir yalnızlık, yoksunluk anlamına gelmiyor. Uzaklaşmak bir kurtuluş değil yani ancak başka bakış açıları, başka hayatların varlığı bu hayatta deneyimlemeye değer çok değerli bir varlık.
Sağlık ve sevgiyle kalın.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.