Endonezya-1
Nemli, sıcak bir ortam. Sokaklarda sandaletleri ile dolaşan insanlar, sıklıkla o nemli havaya karışan baharat kokuları, sokak yemeği tezgâhları, tuk-tuklar, çok sayıda motosiklet, mahallelerdeki açık pazar yerleri, tropik meyve tezgâhları, büyüklü küçüklü tapınaklar ve onlardan yükselen çan sesleri…
Bir gün yolunuz masalsı Güneydoğu Asya’ya düşerse muhtemelen ilk gözlemleriniz bunlar olacaktır. Bir de her neredeyse her ülkede karşınıza çıkacak Hint ve Çin kültürüne ait çok sayıda unsur. Değişik boyutlardaki Budist ve Hindu tapınakları sizi mistik bir boyuta taşıyor bu topraklarda. Hangisi Hindu hangisi Budist diye başlangıçta ayrım yapamasanız da zamanla bu iki inanışa ait mimari tarzlar, figürler, resimler ve heykelleri ayırt edebiliyorsunuz.
Bu yazıda dünyanın en büyük Budist tapınağı olan “Borobudur” ve en eski Hindu tapınağı olan “Prambanan”ın bulunduğu Endonezya’nın Yogyakarta kentine gidiyoruz. Renkli görüntülere sahip manzaralarıyla, saraylar, bahçeler, sokaklar gezeceğiz.
Merhaba Güneydoğu Asya!…
Avustralya sonrası Güneydoğu Asya’yı 7 ay dolaştığım gezimin ilk durağı Endonezya’nın Bali Adası’na 2017 Eylül ayı başında vardım. Ülkenin, o zaman için 264 milyon olan nüfusu ile dünyanın en kalabalık 4’üncü ülkesi olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Din seçimi sebebiyle de doğal olarak dünyanın en kalabalık müslüman ülkesi Endonezya. Ülkede camiler ve mescitler eşliğinde İslam kültürü boy gösterse de diğer kültürlerin bu coğrafyada bıraktığı tarihi izler hâlâ canlı biçimde yaşıyor bu topraklarda. Java Adası’nın bir gezgin için olmazsa olmaz kenti Yogyakarta’ya yolumu düşürdüğümde Bali ve Flores Adası deneyimlerinden sonra ne denli farklı görünüme sahip bir yerde olduğumu her adımda hissediyordum.
Flores Adası’ndan Java’nın Yogyakarta kentine…
2017 yılının Eylül ayı biterken Flores Adası’ndaki macera dolu iki haftayı geride bıraktıktan sonra Bali aktarmalı Yogyakarta uçuşu ile Java’ya geçecektim. Bali’de hareketlenen yanardağlar nedeniyle Flores ve Bali Denpasar Havaalanlarında uzun beklemeler sonrası gecikmeli kalkan uçaklar ile Asya’nın bana artık tanıdık gelen nemli ve sıcak bir gecesinde Yogyakarta’daki hostelime ulaşmıştım. Güzel bir akşam yemeği sonrasında oldukça lüks sayılacak hostelin tahta ranzalarının alt yataklarından birini seçip nemli çarşaflardan dolayı keyfim kaçsa da yorgunluktan hemen uyuyakalmıştım.
Sabahın erken saatlerinde başlayan günümde ilk durağım çok erken saatte gittiğim bir semt pazarı oldu. Açıkta satılan tavuklar, etler, canlı yılanbalıkları, tuzlanmış balıklar ve her tür tropik meyve sebze ile tanımadığım bir sürü ilginç maddenin satıldığı pazarı uzun uzun izleyip fotoğraflar çektim. Bir yandan da tezgâhlardan aldığım muz yaprağının tabak olarak kullanılıp sunulduğu ve ne olduğunu pek anlayamadığım garip yiyeceklerle ayaküstü kahvaltımı etmiştim. Pazaryeri çevresi ve yollar bir Asya klasiği olan tuk-tuk’larla doluydu. Kaldırımlarda yapılan çaylar, kahveler ve kalabalık insan topluluklarının uğultusu eşliğinde masala hemen dâhil olmuştum. Geldiğim gece hostelde tanıştığım Polonyalı işinsanı Konrad da benimle birlikte olacaktı gün boyu.
Sultan’ın sarayı “Kraton”…
İkinci ziyaret noktam Sultan’ın Sarayı “Kraton” oldu. Sultan’ın ev adını verdiği sarayını gezerken Java Adası’nın ülke genelindeki yönetim yapısından ayrı tutulup kendi içinde bağımsız ama Endonezya genel yönetimine bağlı özerk bir yer olması ilginç geldi. Bunun arkasında epey bir güç gösterisi ve mücadele vardı mutlaka. Java Sultanı’na söz geçiremeyen ülke böyle bir çözümle idare ediliyordu.
Sultan’ın sarayında yerel müzikler eşliğinde kukla gösterileri, çanların çoğunlukta olduğu yerel bir folklor orkestrası, muhtelif sergi salonlarıyla dolu alanları merakla izledim. Eski sultanların sömürgeci ülkelerin valileriyle çektirdikleri komik kostümlü fotoğraflar geri kalmışlığın göstergesi gibiydi. Tarihi resim ve fotoğrafları merakla seyrettim. Sultan’ın oğlunun sünnet töreninden kareler, yerel giysiler, masklar, elbiseler, eşyalar, müzikler ile değişik bir coğrafyada yaşanan farklı bir tarihe tanık oluyordum. Daha sonra tekrar sokaklara geri döndüğümüzde yine ilk dikkat çekenler sokak satıcıları, tuk-tuk’lar, etrafta dolaşan ve park hâlinde olan motosiklet orduları oldu.
Taman Sari…
Birçok amaç için kullanılan Taman Sari, Kraton Sarayı’na iki kilometre mesafede Sultan ve ailesinin kullandığı bir dinlenme ve meditasyon merkeziymiş. Düzenli ve tertemiz bahçeleriyle huzurlu bir ortam iken, kalın duvar ve dehlizlerle gerektiğinde savunma için bir kale olarak kullanılmış. Günümüzde turistlerin şehir içinde gezdikleri en ferah noktalardan biri. Zamanında daha zengin su kaynağına sahip olan Taman Sari’de Sultan ve ailesinin kullandığı havuz ve etrafın düzenlemesi nasıl bir zevk içinde olduklarını bugün de gösteriyor. Taman Sari çevresinde turistik eşya satan birçok dükkanı zevkle gezdikten sonra yorgun günü güzel bir yemekle taçlandırmak için gittiğimiz restoranda, akşam yemeği mönüsünde yer alan babagannuş ve sigara böreği beni mutlu ediyordu.
Borobudur Tapınağı…
Ertesi sabah güneşin doğuşunu izlemek için karanlıkta hostelden ayrıldık. Uzaktan Borobudur Tapınağı’na doğru gündoğumu çok güzeldi. Ardından M.S. 8’inci yüzyılda yapılmış kadim Budist tapınağını görmek için Borobudur’a geldik.
Dünyanın tek parça hâlinde ve en büyük Budist tapınağı olma özelliğine sahip olan Borobudur, yüzyıllar boyu üzerini kaplayan küller, toprak ve ormanla saklandıktan sonra 19’uncu yüzyılın sonlarında bir İngiliz tarafından bulunup Hollandalıların emeğiyle tekrar gün yüzüne çıkarılmış. Katmanlardan oluşan tapınağın taş duvarları sayısız kabartma resim, heykel, mimari ayrıntı ile dolu. En üst katmanlarda iki adam boyundaki ters dönmüş saplı çan gibi gözüken “Stupa” adı verilen yapıların yanından etrafın yemyeşil ağaçlardan ve ilerideki dağlara kadar uzanan engin görüntüsünü izlemek oldukça etkileyici. Doya doya her katını, tekrar tekrar gezdiğim Borbudur’a veda sonrası Konrad ile birlikte Prambanan’ın yolunu tuttuk.
Prambanan Tapınağı…
M.S. 9’uncu yüzyılda yapılmış dünyadaki en büyük Hindu tapınaklarından biri Prambanan. Dik mimari yapısı ve üzerindeki çok sayıda kabartma resimle saatler boyu sıkılmadan dolaşabileceğiniz bir alan. Genişçe bir bölgeye yayılmış mekânda geçirdiğim vakit sırasında mest olmuştum. Tropik bölgelerde sık görülen bir sağanak sonrasında serinlemiş tapınak alanında dolaşmaktan büyük keyif aldım.
Gezmek en önemli eğitmenim…
Gezmek benim için en büyük eğitim. Anladığımı sandığım bazı kavram ve oluşları yerinde dolaşırken daha çok özümsüyordum. Hafızama güvenirim ama fotoğraf ve videolarıma bakınca insanın sürekli unutmaya meyilli olduğunu algılıyorum. Yogyakarta ve özellikle tapınak gezileri kapsamında çektiğim fotoğraflara saatlerce bakıp incelesem sıkılmayacağımı düşündüm.
Önceden adını bilmediğim, haritada yerini gösteremeyeceğim, 17 binden fazla adadan oluşan, son derece farklı unsurları içeren kadim bir kültüre, değişik etnik kökenlere ve çok kalabalık bir nüfusa sahip Endonezya’yı “gezgince” dolaşmasam bu kadar iyi tanıyamazdım.
Dünyanın bu masalsı bölgesinde anlatacak daha çok fazla şey var. Tarihi 5 bin yılı aşan kadim kültürü ile Doğu bambaşka bir dünya. Batı’nın rönesans ve reform sonrası ulaştığı akılcılık ile ilişkili kavramlar bu bölgelerde çok daha önceden düşünülmüş ve yaşanmışlar. Bu birikimin yaşadığı coğrafyanın kokusunu içime çekerken sadece yeni öğrenmelerin kapısını araladığımı anlıyordum.
Günleriniz sağlıkla ve yaşam enerjisiyle dolu olsun.
Saygı ve sevgilerimle.
Not: Yogyakarta’yı o sırada taze duygularla anlattığım gezi yazıma: buradan ulaşabilirsiniz.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.