Suriye tarafından BM Genel Sekreteri’ne sunulan mektup

Serter Tuçaltan

sertertucaltan@marinedealnews.com
Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan

Suriye, 27 Nisan 2020 tarihinde BM Genel Sekreteri’ne Türkiye ile Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) arasında imzalanan Deniz Yetki Alanı Sınırlandırmasına yönelik Mutabakat Muhtırasına (MM) ilişkin görüşlerini bildiren bir mektup sundu.

Mektup ana fikir olarak Suriye’nin MM’yi hukuki ve siyasi olarak tanımadığı gibi sonuçlarını da tanımayacağını ifade ediyor. Mektupta özetle;
• Ulusal Mutabakat Hükümeti ibaresinin yanında parantez içinde “Müslüman Kardeşler” tanımı kullanılarak UMH ile “Müslüman Kardeşler” arasında bağlantı kuruluyor.

• Suriye’nin taraf olmadığı 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) kapsamında, anlaşmanın mutabakatı olmayan üçüncü taraflar üzerinde etkisi olmayacağı belirtiliyor.

• Sınırlandırma yapan devletlerin diğer kıyıdaşların pozisyonlarını ve görüşlerini de dikkate almalarının gerektiği, bu durum için pozisyon ve görüşlerin alınmasının, Doğu Akdeniz’in istikrar ve güvenliğini sağlamak maksadıyla yapılması gerektiği vurgulanıyor.

• Uluslararası teamül hukuku ve içtihatların, savaş ve silahlı çatışma yaşayan bir ülkenin istisnai iç koşullarının istismar edilmesine yol açacak şekilde, böyle zamanlarda yaptığı sınırlandırma anlaşmalarının kabul edilemez olduğu konusunda mutabık olduğu hatırlatılıyor.

• Anlaşmanın BM Şartının 102’inci maddesi çerçevesinde kayıt altına alınmaması ve BM’nin ilgili birimleri tarafından yayınlanmaması talep ediliyor.

Mektupta ayrıca;

• MM’nin uluslararası deniz hukukunun sınırlandırma ile ilgili prensiplerinin hilafına olduğu, Libya ile Türkiye arasında çakışan bir deniz yetki alanı bulunmadığı, bu nedenle hukuki mesnedinin bulunmadığı anlatılıyor.

• MM ile Yunanistan, GKRY ve Mısır’ın egemen ekonomik haklarına yönelik açık bir saldırı yapıldığı ifade ediliyor.
• Ayrıca, MM ile belirlenen “kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgenin” sınırlarının, hayâli, hukuk dışı ve kışkırtıcı olduğu iddia edilerek, bölgesel barış ve istikrarı ciddi şekilde tehlikeye attığı, Akdeniz’i bir çatışma alanına dönüştürme riskini taşıdığı belirtiliyor.

• Gelecekte Suriye ile Türkiye arasında bir deniz sınırlandırması yapılması durumunda yasal, politik ve pratik sorunlar oluşturacağı vurgulanıyor.

• Türkiye’ye, MM vasıtasıyla başkalarının haklarını ele geçirmeye çalıştığı, diğer ülkelerin topraklarındaki yasadışı işgalini meşrulaştırmayı amaçladığı suçlaması yöneltiliyor.

Mektubu BM’ye sunulan metin üzerinden değerlendirdiğimizde ilk etapta maksadını aştığı, hatta bünyesinde diplomatik üslup ve nezaketin ötesinde, kaba ifadeler taşıdığını söylemek gerekiyor.

Bu yazı kaleme alındığı tarihte Suriye’nin mektubuna henüz bir cevap verilmemekle birlikte, devletin ilgili makamlarının bu mektuba yönelik tepkilerini kısa süre içinde ortaya koyacağını değerlendiriyoruz.

Öte yandan mektupta yer alan bazı yaklaşımlar dikkat çekici. Esasen yapılan hamlenin gerekçesinin ipuçlarını sergiliyor.

Libya ile Türkiye arasında imzalanan MM’nin deniz hukuku bağlamında üçüncü taraf olarak Suriye’yi ilgilendiren coğrafi ve hukuki bir tarafı yok. Ancak mektupta uluslararası hukukun ilgili maddelerinden hareketle Doğu Akdeniz’deki istikrar ve güvenliğe bir bütün olarak atıfta bulunulduğu görülüyor. Siyasi saikleri barındıran bu yaklaşım şüphesiz maksatlı. Suriye’nin bu hamlesi Yunanistan ve GKRY’nin politik manevralarını andırıyor.

MM’nin gelecekte Suriye ile Türkiye arasında yapılabilecek bir sınırlandırmayı etkileyebileceğinin ifade edilmiş olması, zorlama. Türkiye ile Suriye arasında bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması olmadığı bir gerçek. Ancak, Suriye ve Türkiye arasında akdedilmesi muhtemel bir anlaşma temelde siyasi ilişkiler üzerine inşa edilecek. Dolayısıyla bugün itibarıyla gelecekteki bir sınırlandırma anlaşması müzakeresinin nasıl yürütüleceğini öngörmek, böyle bir anlaşmanın olumsuz şekilde etkileneceğini peşinen ifade etmek, günümüzdeki uluslararası ilişkiler ortamı dikkate alındığında ziyadesiyle maksatlı.

Diğer taraftan bir anlaşma müzakeresini öngörmek ama bu anlaşmanın akdedileceği tarafa peşinen olumsuz mesajlar vermek diplomatik açıdan çok da tutarlı bir tavır gibi görünmüyor. Bu durum metnin kaleme alınmasında üçüncü tarafların etkili olduğunu ispat ediyor. Esasen etkili olan üçüncü tarafın/tarafların Türkiye ve Suriye arasında bir anlaşmayı istemediği intibaını yaratıyor.

Metinde yer alan mutabakat zaptının Yunanistan, GKRY ve Mısır’ın egemen ekonomik haklarına yönelik açık bir saldırı olduğu ifadesi ise bu etkinin kim veya kimler tarafından yapılmış olabileceğini tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Son olarak mektubun, kaba bir üslup ile kaleme alınan ve MM’de yer alan sınırlandırmayı değerlendiren bölümü ile Türkiye’yi başkalarının haklarını ele geçirmek ve işgalcilikle suçlayan kısmı ise Suriye’den ziyade Yunanistan-GKRY ikilisinin tezlerini ve açıklamalarını hatırlatıyor.

Bu noktada söz konusu mektubun BM Genel Sekreterine sunulmasından 9 gün sonra, 6 Mayıs 2020 tarihinde Yunanistan’ın eski Suriye ve Rusya Büyükelçisi Tasia Athanassiou’yu Suriye Özel Temsilcisi olarak atadığını ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin yeniden başlatıldığını hatırlatalım. Yunanistan Dışişleri Bakanlığının açıklamasında, Suriye’nin yeniden inşa sürecine katkı sağlanmasının planladığının altını çizelim.

Bu durum mektubun Yunanistan-GKRY ve Suriye arasında yapılan birtakım müzakerelerin sonucunda kaleme alındığını gösteriyor.

Hatırlanacağı üzere GKRY, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile imzaladığı MEB Sınırlandırma Anlaşmalarının ardından Suriye ile benzer bir anlaşma imzalamak ve o yıllarda oluşturmaya başladığı Türkiye karşıtı eksene Suriye’yi de katmak üzere yoğun diplomatik çaba sarf etmiş, ancak Suriye’deki olaylar bu hedefe ulaşılmasını engellemişti.

Aslında gelişmeler 2010 yılında İsrail-Türkiye ilişkilerinin iyi olmadığı bir dönemde oluşan GKRY-Yunanistan-İsrail ekseninin bir benzerinin gelecekte Suriye ile kurulmasının istendiğinin emareleri.

Önümüzdeki dönemde GKRY’nin de Suriye konusunda benzer adımlar atması sürpriz olmayacaktır.

Suriye’nin BM’ye sunduğu metin özetle Yunanistan ile Suriye arasında diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılmasının ötesinde Türkiye’ye karşı anlayış birliğinin sağlanmış olabileceğini işaret ediyor.

Libya MM’nin ardından Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları, asgari olarak, Mısır ile MEB sınırlandırma anlaşması imzalamasını, KKTC ile imzalanan kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşmasını MEB sınırlandırma anlaşmasına çevirmesini, Suriye ile de karasuları ve MEB sınırlandırma anlaşmaları imzalamasını gerektiriyor. Bu anlamda KKTC’nin de Suriye ile yapacağı bir MEB sınırlandırmasının önem arz edeceği açık. Tüm bu denklemde Lübnan ve Filistin’in de göz ardı edilmemesi gerekiyor.

Aslında bugün Türkiye, Suriye ile bir deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşması yapmaya, hatta KKTC ile Suriye arasında bir anlaşma imkânı yaratmaya, Yunanistan ve GKRY’nin Suriye ile bir anlaşma imkânı bulmasından daha yakın. Burada belirleyici faktör siyasi otoritenin tavrı olacak.

Bu anlamda,

• Mısır ile normalleşme imkânlarının değerlendirilmesi, işbirliği olanaklarının geliştirilmesi, bir sınırlandırma anlaşması akdetme imkânının yaratılması,

• Suriye-Yunanistan ve Suriye-GKRY ilişkilerinin Lübnan ve İsrail örneklerinde olduğu şekilde aleyhimize gelişmesine müsaade etmeyecek, Suriye’nin Doğu Akdeniz’de oluşturulmaya ve geliştirilmeye çalışılan Türkiye karşıtı cepheye eklemlenmesini önleyecek tedbirlerin alınması,

• Türkiye-Suriye ve KKTC-Suriye Deniz Yetki Alanı Sınırlandırma Anlaşmalarının imzalanmasını sağlayacak siyasetin izlenmesi içinde bulunulan konjonktürde bir zaruret.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
sertertucaltan@marinedealnews.com