Rekabet ekonomiyi her yerden vuruyor

MDN İstanbul

Türkiye yaklaşık iki yıldır seçim sürecinden geçiyor. Hem de sancılı bir şekilde… Bu süreçte siyaset ile yatıyor, siyaset ile kalkıyoruz. Ancak dünya ekonomisindeki hızlı devinim Türkiye’deki gündemi beklemiyor

Türkiye seçimlerle ilgilenirken bu devinimin uzağında kaldık, gelişmelere ayak uyduramadık. Mesela dünya ticaretine yön verecek olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Anlaşması’nda (TTIP) adımlar atılırken Türkiye dışarıda kalıyor gibi. Takip etmeyenlere küçük bir hatırlatma, dışarıda kalmamızın yıllık maliyeti 20 milyar dolara varabilir. Öte yandan ABD faiz artırımlarına hazırlanıyor. Küresel para hareketlerinde değişime yol açacak bu gelişmeyi siyaset odaklı gündemimiz nedeniyle yeterince izleyemiyoruz.
Bir de iç kaynaklı zorluklar belirdi. Ekonomi yavaşlıyor, sanayi kan kaybediyor, reform ihtiyacı bas bas bağırıyor… Siyasi gündem bu sorunlarla alakadar olmayı engelliyor. 7 Haziran seçimlerine böyle bir görünümle girmiştik. Seçim sonucu siyasi istikrarı sağlar ve gündem yeniden ekonomiye odaklanır diye umut ederken kendimizi yeni belirsizlikler içerisinde ve yeni bir seçim sürecinde bulduk. Bütün bu belirsizliklerin gölgesinde dolar her geçen gün rekor tazeleyip 3.3 TL sınırı da aştı. Çünkü yabancı banka raporlarında mevcut belirsizliklerin devam etmesi durumunda beklentiler 3.30 TL’ye kadar ulaşıyor. Gelinen noktada dolar son bir yılda 2.1610’dan 2.9650 TL’ye gelerek yüzde 37 oranında değer kazandı. Euro ise 2.8791’den 3.3110’a çıkarak TL karşısında yüzde 15 değerlendi.

‘Kur öncü gösterge değil, sonuçtur’

Piyasada bir taraftan bu seviyelerin ekonomide yaratacağı tahribat tartışılırken, başka bir görüşe göre de kurdaki artış ihracat açısından rekabet avantajı sağlıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkanı (TİM) Mehmet Büyükekşi de önceki gün yaptığı açıklamada girdi maliyetlerinin de aynı şekilde artması durumunda 3 TL dolar kurunun rekabetçi olacağını söyledi. Peki kurun 3 TL’ye dayanması gerçekten de rekabet avantajı sağlıyor mu?
Bu sorunun yanıtına isterseniz önce HSBC Hazine Grup Başkanı Fatih Keresteci’nin yatırımcı raporundaki şu ifadeleri ile başlayalım: “Döviz kuru, öncü bir gösterge değil, bizatihi sonuçtur. Yani, bir ekonomide kur yükseldi diye kriz çıkmaz; ekonomide işler yolunda gitmiyor diye kur yükselir. Ancak, dolarizasyon eğiliminin kuvvetli olduğu ekonomilerde, kurlardaki sert yükseliş domino etkisine neden olur.
Bu da kendi kendini besleyen bir sorun yumağına sebebiyet verebilir. Yani, finansal varlıklarının bir kısmını dövizde tutan ya da işler yolunda gitmediği zaman tedbir amacıyla dövize koşan; sattığı ürün ya da hizmetlerin fiyatını dövize endeksleyen insanların yaşadığı bir ekonomide kurlar bir kez yükselmeye görsün… Bunun önünü kesmek için yüksek bedel ödemek gerekebilir. Hele ki, o ekonomide döviz cinsinden borçluluk oranı da yüksekse… Bu durumda basit bir daireye girilebilir. Ekonomideki sorunlar döviz kurunda yükselişe; döviz kurundaki yükseliş ise ekonomideki sorunların büyümesine neden olur.” Bu açıdan bakıldığında, bu seviyelerdeki kurun olduğu ortamda terazinin ‘avantaj kefesine’ koyacak neredeyse hiç bir şey yok.
Öte yandan ‘dezavantaj kefesi’ ise oldukça kalabalık. Her şeyden önce bu seviyede oynak bir kurun hiçbir rekabetçi avantajı olamayacağını, olsa bile yaratacağı tahribatın bu avantajın kat be kat üzerinde olacağına vurgu yapan uzmanlar, konuyla ilgili Dünya Bankası’nın (DB) bu ay içinde yayımladığı çalışmaya dikkat çekiyor.
Bankanın çalışmasına göre, devalüasyonun ihracata etkisi 1990’lı yılların ortalarına göre yarı yarıya azalmış. O zamandan bu yana rekabetin, markalaşma, inovasyon ve Ar-Ge’ye kaydığına çalışmaya göre, kurun etkisi giderek azalıyor. Son iki yılda kurun yüzde 60 civarında artış kaydettiğini vurgulayan uzmanlar, “Kur rekabette bu kadar avantajlı olsaydı, bu dönemde ihracat da önemli sıçrama yaşanırdı. Ancak böyle bir durum yaşanmadı” yorumunda bulunuyor. Öte yandan Türkiye’nin net ihracatçı olmadığını ve ithalatın payının çok yüksek oranda olduğuna dikkat çeken uzmanlar, artan kurun rekabet avantajı yaratmadığını söylüyor. Bu konuya mukayeseli bakmak gerektiğini belirten uzmanlar, dolara karşı diğer ülke para birimlerinin de değer kaybettiğine dikkat çekiyor.
Döviz kurunun öncü bir gösterge değil, bizatihi sonuç olduğunu hatırlatan uzmanlar, kurun bu seviyelerde kalıcı olmasının ekonomide ciddi anlamda tahribat yaratacağını söylüyor. Birçok alanda olumsuz etkileneceğimiz kur artışının en önemli etkileri ise enflasyon, faiz ve şirketler tarafında yaşanacak. Uzmanlara göre, artan kur başta enerji ve ulaşım olmak üzere birçok alanda fiyatları artıracak. Türk Lirası değer kaybettikçe çekirdek enflasyon da artacak ve hep birlikte fakirleşeceğiz.
Bunun yanında yüksek kur faizler üzerinde ciddi baskı yaratacağından, artan kredi faizleri de başta esnaf ve KOBİ’ler olmak üzere tüm ticari işletmelerin maliyetlerinin artması anlamına geliyor. Tüketici tarafında da bireysel kredilerin maliyetlerinin artması anlamın geliyor. Öte yandan kurun geldiği seviye döviz borcu olan ve kura karşı kendini “hedge” etmeyen (korumayan) şirketlerin bilançolarında ciddi hasar bırakıyor.
Peki bundan sonrası ne olur? Uzmanlara göre sorunun yanıtı aslında basit: İçeride hükümet kurulur, ekonomik reformlar yapılır, terör ivme kaybederse TL’nin değer kaybı da diğer gelişmekte olan ülkelerle paralel düzeye inebilir. Küresel konjonktürün etkisini yaşarız ama benzer ülkelerle negatif ayrışmaya son verebiliriz.

Bunu Paylaşın